ÜskÜdar harem semtİnİn tarİhİ...

168
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI ÜSKÜDAR HAREM SEMTİNİN TARİHİ GELİŞİMİ YÜKSEK LİSANS TEZİ KADİR ÖZTÜRK İSTANBUL 2008

Upload: others

Post on 23-May-2020

32 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI

ÜSKÜDAR HAREM SEMTİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KADİR ÖZTÜRK

İSTANBUL 2008

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI

ÜSKÜDAR HAREM SEMTİNİN TARİHİ GELİŞİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KADİR ÖZTÜRK

Tez Danışmanı: Prof. Dr. SELÇUK MÜLAYİM

İSTANBUL 2008

ÖNSÖZ…………………………………………………………………………….……II ÖZET…………………………………………………………………………...……....IV ABSTRACT………………………………………………………………………..….. V KISALTMALAR……………………………………………………………..……..…VI

İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ…………………………………………………………………………………1

1.1. KONUNUN ÇERÇEVESİ .................................................................................... 1 1.2. ARAŞTIRMA VE YAYINLAR............................................................................ 2 1.3. YÖNTEM .............................................................................................................. 3 

2. İLK YERLEŞMELER ............................................................................................... 5 

2.1. HAYDARPAŞA .................................................................................................... 5 2.2. HAREM................................................................................................................. 7 

3. 16. YÜZYIL VE SONRASI ESERLERİ ................................................................ 12 

3.1. DİNİ YAPILAR................................................................................................... 12 3.2. KAMU YAPILARI.............................................................................................. 21 3.3. SİVİL MİMARİ ................................................................................................... 28 

4. 19. YÜZYIL ESERLERİ.......................................................................................... 38 

4.1. DİNİ YAPILAR................................................................................................... 38 4.2. KAMU YAPILARI.............................................................................................. 55 

4.2.1.  Askeri Yapılar ....................................................................................... 55 4.2.2.  Eğitim ve Sağlık Yapıları ..................................................................... 61 4.2.3.  Su Yapıları............................................................................................. 76 4.2.4.  Ulaşım Yapıları ..................................................................................... 87 

4.3. SİVİL MİMARİ ................................................................................................... 94 

5. DEĞERLENDİRME .............................................................................................. 103 

5.1. YAPI TİPLERİ VE KENTLEŞME ................................................................... 103 5.1.1.  Çeşmeler .............................................................................................. 103 5.1.2.  Dini Mimari ......................................................................................... 108 5.1.3.  Sivil Mimari......................................................................................... 112 5.1.4.  Eğitim ve Sağlık Yapıları ................................................................... 115 5.1.5.  Askeri Mimari ..................................................................................... 118 5.1.6.  Ulaşım .................................................................................................. 118 

5.2. KOMŞU YERLEŞMELER ............................................................................... 121 5.2.1.  Üsküdar................................................................................................ 122 5.2.2.  Kadıköy................................................................................................ 126 

6. SONUÇ .................................................................................................................... 130 

7.EKLER ..................................................................................................................... 132 

7.1. KİTABELER ..................................................................................................... 132 7.2. RESİM LİSTESİ................................................................................................ 145 7.3. HARİTA LİSTESİ ............................................................................................. 149 7.4. TABLO LİSTESİ............................................................................................... 150 

8.  KAYNAKÇA .......................................................................................................... 152 

ÖNSÖZ

Özellikle Osmanlı saray hayatına hasredilerek “harem” isimli veya konulu pek

çok eserin kaleme alındığı bilinen bir gerçektir. Elbette araştırmamızın da kastedilen

harem ile bir ilişkisi bulunmaktadır. Fakat bu araştırmayı farklı kılan sarayın bir birimi

olan haremde yaşanılanlar yerine harem kadınlarının isimlendirilmesine sebep oldukları

bir bölgenin anlatılmasıdır.

Üsküdar Harem Semti, yapılan yazlık saray nedeniyle yaklaşık iki asır

padişahlar, hanım sultanlar ve paşalar için önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur. Mavi

ve yeşilin birleştiği, İstanbul’un bütün güzelliğiyle seyredildiği bu güzide mekan; saray,

kasır ve köşkler yanında Mescid, namazgah ve çeşmelerle de süslenmiştir. Zamanla

gözden düşen semt, kısmen halka açılarak ilk yerleşim yeri oluşmuştur. Yarım asır

sonra ise ikinci kısımda da şehirleşme başlamış ve bölge günümüzdeki halini almıştır.

Haydarpaşa ve Salacak arasında kalan, Üsküdar ve İstanbul için dünden bugüne

misyonu değişerek de olsa hala önemini koruyan ve görünenden ibaret sandığımız

Üsküdar Harem Semti’ni sekiz bölüm içerisinde inceledik.

Birinci Bölüm’de konumuzun sınırlarını belirledikten sonra araştırmamız için

müracaat ettiğimiz çalışmalardan önemli olanlarını kısaca aktardık. Son olarak da

çalışma esnasında nasıl bir yol takip ettiğimizi belirttik.

İkinci Bölüm, eserlerden ziyade yerleşim açısından önem taşımaktadır. İki alt

başlık altında Haydarpaşa ve Harem hakkında bilgi verdik. Haydarpaşa, kısmen

araştırmamızın konusu olduğu için genel bilgileri verdikten sonra bizim için önemli

olan bölümünü belirttik. Bugünkü Harem semti, konumuzun merkezini oluşturmaktadır.

Özellikle isimlendirilmesi üzerindeki tartışmalara yer verdik ve kanaatimizi açıkladık.

Üçüncü Bölüm, Üsküdar Sarayı’nın yapıldığı 1551 tarihinden Sultan III.

Selim’in tahta çıktığı 1789 tarihi arasındaki zaman dilimini kapsamaktadır. Sarayla

birlikte pek çok eserin de yapıldığı dikkate alınarak üç alt başlık altında bu eserleri

gruplandırdık ve tek tek ele aldık. Eserin bulunduğu yer, banisi, mimari özellikleri ve

günümüze geliş süreçleri hakkında bilgi vermeye çalıştık.

Dördüncü Bölüm, Sultan III. Selim (1789-1807) devrinden Cumhuriyet

dönemine kadar geçen zaman dilimini içermektedir. Selimiye Kışlası bölge tarihi

II

açısından bir dönüm noktası sayılabilecek nitelikte bölümün en önemli eseridir. Kışla

ile başlayan ve zamanla çeşitlilik arz eden bütün yapıları önceki bölümde olduğu gibi

ilgili alt başlıklar haline gruplayıp genel özellikleriyle aktardık.

Beşinci Bölüm, iki ayaktan oluşan değerlendirme bölümüdür. Öncelikle

bölgemizde bulunan eserlerden yola çıkarak yapı tiplerini alt başlıklar halinde inceledik.

Ayrıca bu yapı tiplerinin şehirleşme açısından önemine değinmek koşuluyla önceki

bölümlerde ele aldığımız her bir eserin bölge kentleşmesine olan katkısını saptamaya

çalıştık. Son olarak da komşu yerleşmeler adı altında Üsküdar ve Kadıköy’ün kısaca

tarihine yer verdik.

Altıncı bölümde sonuç olarak araştırma boyunca bizde oluşan kanaati belirttik.

Yedinci bölümde yararlandığımız kaynakları verdik. Son bölümde ise metin içerisinde

sadece tarih mısralarını aldığımız uzun kitabelerin, ilgili yerlerde kullandığımız resim,

harita ve tabloların listesini vererek tezimizi tamamlamış olduk.

Öncelikle araştırmanın her safhasında yardımlarını esirgemeyen, ufuk açıcı

teşvik ve tavsiyeleriyle beni yönlendiren, her istediğim zaman kapısını çalabildiğim,

sanatın inceliğini güzelliğini şahsında toplayan, soyadı ile müsemma değerli hocam

Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM’e teşekkür ederim. Lisans döneminden bu güne

üzerimdeki emeklerini inkar edemeyeceğim muhterem hocalarım Prof. Dr. Ömer

AYDIN ve Doç. Dr. Mehmet DALKILIÇ’a, tez boyunca görüşlerinden istifade ettiğim

Yrd. Doç. Dr. Nalan TÜRKMEN’e, teknik bilgilerinden yararlandığım dostlarım Ali

HÜSEYİNOĞLU, A. Yasin OKUDAN, Cüneyt SAPANCA, Hulusi YİĞİT, Kamil

COŞTU ve Ali MASRAF’a, sürekli kendisiyle ilgilenilmesini isteyen cennet gülü kızım

ve her türlü fedakarlığa katlanan mutluluk abidesi eşime şükranlarımı arz ederim.

İSTANBUL 2008 KADİR ÖZTÜRK

III

ÖZET

Bizans döneminde güneşin batışını ve İstanbul’u seyredebilmek için yapılan

Heraeum Sarayı, bölgedeki ilk yapı olarak bilinmektedir. Fakat uzun süre ihmal edilen

bölge, en güzel ve en hareketli günlerine ancak Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)

döneminde kavuşmaktadır. Üsküdar Kaymakamlığı ile Haydarpaşa Garı arasında kalan

geniş bir alan Mimar Sinan eliyle Üsküdar Sarayı ile taçlandırılmaktadır. Sultan III.

Selim (1789-1807) dönemine kadar çeşitli tamirat ve eklemelerle gelen bu saray, 1800

yılında yıktırılmaktadır.

Sarayın yıktırılmasıyla yapılan Selimiye Kışlası, bölgenin gelişimi için yeni bir

dönem başlatmaktadır. Aslında bölge yerleşime ilk olarak Sultan III. Osman (1754-57)

döneminde kurulan İhsaniye Mahallesi ile açılmaktadır. Fakat kışla ile birlikte kurulan

Selimiye Mahallesi, şehirleşme açısından yeni bir anlayış getirmektedir. Bugünkü sokak

düzeni, mahallenin ilk kurulduğu döneme aittir.

Her iki mahallenin kurulmasından sonra yapılan pek çok eser bugün varlığını

sürdürmektedir. Özellikle Sultan III. Selim ile başlayan yenileşme hareketinin yapıların

çeşitlilik ve ebatlarında da etkili olduğu görülmektedir. 19. yüzyıl içerisinde Selimiye

Kışlası’ndan Haydarpaşa Garı’na kadar eğitim, sağlık, ulaşım, dini ve askeri alanda

bırakılan pek çok eser bugün de varlıklarını sürdürmektedir. Üsküdar Sarayı’nın

yapıldığı 1551 tarihinden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bölgede yapılan bütün

eserlerin asıl işlevleri yanında hiç şüphesiz bölgenin şehirleşmesine de bir katkısı

bulunmaktadır.

IV

ABSTRACT

The Harem Palace, which was built in the Byzantine period in order to watch the

sunset and Istanbul, is known to be the first construction in the region. However, after

being ignored for a long time the region becomes a place of attraction only by the era of

Kanuni Sultan Suleyman- Suleyman the Magnificent- (1520-1566). The place in

between the Head of the Uskudar Province and the Haydarpasa Train Station is crowned

by the Uskudar Palace, constructed by Mimar Sinan. Until the era of III. Selim (1789-

1807) there had been different restoration and reparations on this palace but it was

destructed in 1800.

After its destruction, the Selimiye Barrack, which starts a new period for the

development of this region, was built. Indeed, the region had been opened for habitation

in the period of III. Osman (1754-57) with the establishment of the Ihsaniye District.

However, Selimiye District, built with the establishment of Selimiye Barrack, brought a

new way of understanding in terms of urban life. The today's structure of its streets goes

back to the first establishment of this district.

A great number of historical buildings constructed after the establishment of

these two districts still survive. The effect of modernization started with III. Selim are

quite obvious in the differences and dimensions of these constructions. In the region

between the Selimiye Barrack and Haydarpasa Train Station, historical buildings related

with education, health, transportation, religion and military and that had been

constructed within the 19th century are still alive. From the construction of the Uskudar

Palace in 1551 until the establishment of the Republic of Turkey, all of buildings of this

region, in addition to their original functions, have also had a contribution to the

urbanization of this region.

V

KISALTMALAR

a.g.e.: Adı geçen eser.

a.g.m.: Adı geçen makale.

Bkz.: Bakınız.

C.: Cilt.

Çev.: Çeviren.

Ed.: Editör.

Haz.: Hazırlayan.

M.Ö.: Milattan Önce.

Öl.: Ölümü.

s.: Sayfa.

Sad.: Sadeleştiren

Terc.: Tercüme.

vd.: ve diğerleri.

VI

1. GİRİŞ

“Üsküdar Harem Semtinin Tarihi Gelişimi” başlıklı çalışmamızda amaç;

mümkün olduğu kadar tarihin derinliklerine inerek, bölgenin bugüne geliş serüvenini

ortaya koyabilmektir. “Bu şehr-i stanbul ki bi mislü behadır/Bir sengine yekpare acem

mülkü fedadır.” beytiyle tarif edilen İstanbul’un, üç yerleşkesinden biri olan Üsküdar’ın

iki önemli özelliği vardır. Üsküdar’ı Üsküdar yapan bu iki önemli özellikten ilki,

boğazın kenarında olması, diğeri ise İstanbul’u seyretmesidir. İkinci özelliği nedeniyle

Üsküdar’a, “Bir ulu rüyayı görenler şehri” denilmiştir. Gördüğü asırlar önce

müjdelenen kutlu bir fetihtir.

Tarihi kaynaklara, yerli ve yabancı seyyahların eserlerine bakıldığında Üsküdar,

güneye doğru Salacak’a kadar anlatılarak buradan genelde Haydarpaşa’ya

geçilmektedir. Belirtilen eserlerde nadiren yer alan Salacak ile Haydarpaşa arasındaki

bölge, gizemli bir kutu gibi kalmıştır. Oysaki Üsküdar’ın İstanbul’u görmesi özelliğini

gerek Bizans, gerekse Osmanlılar çok iyi değerlendirmişlerdir. Her iki dönemde de bu

bölgeye güneşin batışını ve İstanbul’u seyretmek için saraylar yapılmıştır. Konumuzu

oluşturan bölgenin “Harem” olarak isimlendirilmesi de bu saraylardan

kaynaklanmaktadır.

1.1. KONUNUN ÇERÇEVESİ Araştırmamızda; Salacak ile Haydarpaşa arasında, bölgenin isimlendirilmesine

sebep olan sarayların sınırları içinde kalacağız. Batıda İstanbul Boğazı, kuzeyde

Üsküdar Adliyesi ve Tunusbağı Caddesi, doğuda Tıbbiye Caddesi ve güneyde

Haydarpaşa Garı araştırma alanımızın uç noktalarını göstermektedir. Bugün bu sınırlar

içerisinde Üsküdar “Selimiye ve İhsaniye Mahalleleri” bulunmaktadır.

Bizans dönemine ait Heraeum Sarayı’ndan sonra 16. yüzyılda Kanunî Sultan

Süleyman tarafından yeni bir saray yapılması, bölgeye sınırlı bir hareketlilik getirmiştir.

17. yüzyılda sarayda çeşitli ekleme ve değişiklikler olurken çevreye de cami,

namazgâh ve çeşme gibi eserler yapılmaya başlanmıştır. Bölgenin daha çok padişah ve

paşaların tasarrufunda olduğu görülmektedir.

18. yüzyılda, Sultan III. Osman tarafından Üsküdar Sarayı bahçesinin bir

bölümü ordu komutanları ve paşalara hediye edildiğinden İhsaniye ismini almış ve artık

bölge, halka açılmaya başlanmıştır.

Sultan III. Selim döneminde Nizam-ı Cedit hareketi ile çehresi hızla değişen

bölgenin, Kavak Sarayı’nın yıkılıp yerine Selimiye Kışlası’nın yapılmasıyla daha bir

hareketlendiği görülmektedir. Kışlanın çevresi; cami, tekke, hamam, mektep ve

çeşmelerle bir külliye gibi donatılmıştır. Planları bizzat Sultan III. Selim tarafından

çizilen Selimiye Mahallesi’nde matbaadan kumaş tezgâhlarına kadar yeni tesislere yer

verilmektedir. Selimiye’nin Doğancılar tarafı halkın konutlarıyla dolarken Haydarpaşa

tarafına ise Askeri Hastane ve Lise yapılmaktadır. Bu tarihlerden sonra Üsküdar

Kadıköy arasındaki şehirleşme artık iyice dikkat çekmektedir. Haydarpaşa İskelesi ve

Gar binasının yapılmasıyla birlikte bölge Osmanlı dönemindeki son şeklini almıştır.

Cumhuriyet döneminde ise 19.yüzyıl eserleri bölgenin vazgeçilmezleri arasında en üst

sırada yer almış ve işlevlerindeki değişikliklere rağmen hiçbir zaman terk edilmemiştir.

Bugün mevcut olmasa ve ismi yukarıda zikredilmese de bütün eserlerin

bölgenin şu andaki halini almasında katkı sağladığı görülmektedir. Bölgenin coğrafi

konumu dikkate alınarak yapılan saraylardan çeşmelere kadar hepsi bütünün birer

parçasıdır. Bütün bu eserleri müstakil olarak dönemlere ayrılmış bir şekilde ele aldıktan

sonra bütün içerisindeki yerine koymak, daha önce yapılan araştırmalara göre

araştırmamızın temel farklılıklarından biridir.

1.2. ARAŞTIRMA VE YAYINLAR Üzerinde çalıştığımız bölge ile ilgili müstakil ve kapsamlı bir araştırma ve yayın

olmadığını gördük. Örneğin Selimiye Kışlası hakkında doktora çalışması yapılmasına

rağmen, bunun dışındaki eserler hakkında ancak başka kaynaklardan detaylı bilgi

derleyebildik.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi (1093/1682)’nde Harem bölgesi ile ilgili bilgi

yok denecek kadar azdır. Osmanlılar için çok önemli bir yazlık saray olmasına rağmen

Üsküdar Sarayı’ndan bahsedilmez. Dolayısıyla Seyahatname’den yararlanamadık.

Hüseyin Ayvansarayî’nin İstanbul’un camilerine yer verdiği Hadîkatü’l

Cevâmî’i1 (1864/1281), Kolağası Mehmed Raif’in, fethinden yazıldığı güne kadar

İstanbul’un tarihi, coğrafyası ve önemli eserlerine yer verdiği Mirât-ı İstanbul’u

(1900/1314) yararlandığımız önemli kaynaklar arasındadır.

1 Ayvansaraylı Hüseyin Efendi, 1768/1182 yılına kadar bizzat gezip dolaşarak kaleme aldığı 821 cami ve Mescidi 1779/1193’te temize çekmiştir. Ali Satı’ Efendi 53 yıl sonra 1832/1248’de bu esere zeyl yazmaya başlamış ve 1838/1253’te tamamlamıştır. Süleyman Besim Efendi ise bundan 40 yıl sonra yeni bir zeyl yazmıştır.

2

Bölge ile ilgili araştırmaların başında İbrahim Hakkı Konyalı’nın Abideleri ve

Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi (1976) gelmektedir. İki cilt halindeki eserde; camiler,

mektepler, çeşmeler, bölgemizdeki kışla ve saraylar tematik bölümler halinde

incelenmektedir. Ele alınan eserler hakkındaki teknik bilgiler genelde kısa tutulmuştur.

Üsküdar’a ait bütün eserlerin yer aldığı çalışmada mümkün olduğunca kitabeler

verilmiştir.

Hadikatü’l- Cevami’ ve Mirât-ı İstanbul’da incelenen konu ile ilgili farklı

rivayet ve yanlış bilgiler varsa belirtilmiş, kitabeler çözümlenerek düzeltilmiştir. Ancak

Üsküdar Tarihi’nde de kitabeler konusunda ciddi eksiklik ve yanlışlar bulunmaktadır.

Yararlandığımız kaynakların en önemlisi şüphesiz Dünden Bugüne İstanbul

Ansiklopedisi’dir (1993). Sekiz ciltlik bu eser, sayısı yüzleri bulan değişik bilim ve

sanat dallarında uzman bir kadro tarafından hazırlanmıştır. Alfabetik bir sıra ile ele

alınan konular, eserin dörtte birini oluşturacak kadar zengin görsel malzeme, gravür,

fotoğraf ve haritalarla desteklenmiştir. Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait; fiziki

mekân, doğal yapı, semt, cadde, sokak, saray, cami, köşk ve çeşme gibi pek çok eser

yanında yaşamın bütün alanlarına yönelik konular uzmanlarınca işlenmiştir. Genelde

her konunun sonunda kaynakça ve yazarın ismi bulunmaktadır. Bu eserin 23

maddesinden yararlanılmıştır.

Diğer bir çalışma Mehmet Nermi Haskan’a ait Yüzyıllar Boyunca Üsküdar’dır

(2003). Üç cilt halindeki bu eser de tematik bölümlere ayrılmıştır. Her bölüm içindeki

eserler alfabetik sıra ile incelenmiştir. Konu hakkındaki bütün rivayetlere yer verilen

eserde kitabeler yeni harflerle aktarılmıştır. Hemen hemen her esere ait fotoğraf

bulunurken, bazen de eserin yerini gösteren küçük bir plan veya kroki verilmiştir.

Görsel malzeme ve kaynak açısından son derece zengin bir çalışmadır. İncelenen konu

ile ilgili kaynakça konu sonunda verilirken gerek görüldüğünde metin aralarında ilgili

kaynaklara atıfta bulunulmuştur.

1.3. YÖNTEM

Bugünün Harem’i dikkate alınarak hareket edildiğinde araştırmamız, Harem

Otogar ve Defterdar Mehmet Tahir Efendi’ye ait cami, mektep, çeşme gibi birkaç eserle

sınırlı kalacak ve 1826’dan geriye gidemeyecek, ansiklopedilerde madde olarak

zikredilen bilgilerin tekrarından başka bir şey de olmayacaktı. Ama bölgenin

3

isimlendirilmesi dikkate alındığında bu çalışma, Bizans dönemine kadar uzanan bir

yolculuk demekti.

Bugün mevcut olan eserleri inceleyerek mümkün olduğu kadar geriye gittik.

Bilinen ilk esere ulaştığımızda elde ettiğimiz verileri tasnife tabi tuttuk ve insanlığın bu

bölgeye bıraktığı en erken tarihli iz ve kalıntılar/belirtilerden başlamak suretiyle yapılan

ekleri, değişiklikleri zikrederek günümüze doğru gelmeye çalıştık. İncelediğimiz

eserlerin teknik bilgilerine yüzyıllara göre adlandırdığımız bölümlerde yer verirken,

şehirleşme sürecini ayrı bir bölümde ele aldık. Mimari eserler ve bu eserlerin bölgenin

kentleşmesine olan katkısını incelememiz, çalışmamızı ansiklopedik bir eser olmaktan

kurtarmış ve bir gelişim fikrini öne çıkarmıştır.

Bölgemizin daha iyi anlaşılabilmesi için üzerinde çalıştığımız alanın

çevresindeki yerleşmeler hakkında da bilgi vermeyi uygun gördük. Üsküdar ve

Kadıköy’ün tarihini bölgemiz açısından önemine dikkat çekerek aktardıktan sonra

Salacak, Doğancılar ve Karacaahmet mezarlığı ve Haydarpaşa hakkında da bilgiler

verdik.

Değerlendirme bölümünde Harem Bölgesi’nin tarihini gelişim sürecini kısaca

özetledik. Çalışmamız esnasında, kaynakçada belirttiğimiz yayın ve araştırmalar dışında

bölge ile ilgili görsel malzemelerden de yararlandık. Değerlendirme ve sonuç kısmından

sonra bu malzemelerin listesi kullandığımız sıra ile yer almaktadır.

4

2. İLK YERLEŞMELER

Üzerinde çalıştığımız bölgenin 16. yüzyıl öncesi tarihine bakıldığında karşımıza

iki yerleşim yeri çıkmaktadır. Bunlardan biri bugünkü ‘Harem’, diğeri ise

Haydarpaşa’dır. Bizi ilgilendiren yönleriyle her iki bölgeyi, yerleşim alanı olarak

kullanılmaya başlandıkları tarihleri dikkate alan bir sıra ile ele almak gerekmektedir.

Öncelikle, bölgelerin bugünkü sınırlarını belirtmek, isimlendirilmesine değinmek ve

bilindiği kadarıyla tarihini aktarmak konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Çalışmamız

‘Harem’ başlığını taşıdığı için bu bölgeye daha fazla yer ayrılmaktadır.

2.1. HAYDARPAŞA Kolağası Mehmed Raif’in, “İstanbul halkının minelkadim ruz-ı Hızır’da ve

Kadıköy ahalisinin her mevsimde mesiresi”2 olarak tanıttığı Haydarpaşa; Dr. Eyüp

Aksoy Caddesi, Ankara Asfaltı (D-100), Marmara Denizi ve Haydarpaşa tren yolu

arasındaki bölgedir.

‘Haydarpaşa’ olarak anılan bölgenin ismini nereden aldığı konusunda çeşitli

rivayetler bulunmaktadır. III. Selim devri vezirlerinden Haydar Paşa’nın, Haydarpaşa

Askerî Hastanesi’nin bulunduğu yerde bir kışla yaptırması veya çok daha önce, 1533’te

vezirliğe yükseltilen Hadım Haydarpaşa’nın bu bölgede bahçesinin bulunması3

bölgenin isimlendirilmesi için delil gösterilse de Haydarpaşa ismi 1510 yılına kadar

geriye götürülmektedir.4

Evliya Çelebi, veziriazamlık nasip olmayan kubbe vezirlerini anlattığı bölümde

Hadım Haydarpaşa’yı “Harem-i Hâs’da kapıağası iken taşra çıkıp Şehzade Mustafa

katlinde, yakınlıkla itham edilerek görevden alınıp Hersek Sancağı’nda emekli oldu.

Maarif sahiplerinden söz ve kelam sahibi, fakirleri seven himmetli bir vezir idi.”

şeklinde tanıtmaktadır.5

Ortaylı; hamam, medrese ve camiler yaptıkları için her semtin ayrı bir paşanın

ismiyle anılmasına binaen “İstanbul paşalar şehridir” demektedir.6 Fakat Haydarpaşa

2 Mehmed Raif, Mir’ât-ı İstanbul, Alem Matbaası Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul 1900/1314, s.33. 3 M. Rıfat Akbulut, “Haydarpaşa”, Dünden Bugüne…, (Haz:, İlhan Tekeli vd,), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, C.3, s. 27. 4 M. Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Proje koordinatörü Veli Saylam, Redaksiyon Süleyman Nevzat Özdemir, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2001, C.3, s.1285. 5 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Haz.: Ahmed Cevdet), Dersaadet İkdam Matbaası, 1896 /1314, C.1, s.167. 6 İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları (5. Baskı), İstanbul 2006, s.118.

semti, bir paşanın ismini taşımasına rağmen burada bu paşanın bizzat yaptırdığı

herhangi bir eser görmek mümkün değildir. Sultan III. Selim’in veziri Haydar Paşa’ya

ait kışla ve kasır da günümüze gelememiştir. Daha sonra yapılan “Haydarpaşa” isimli

eserler bölgenin ismiyle anılmışlardır.

Haydarpaşa’nın tarihini Kadıköy’den ayrı düşünmek gerekmektedir. Marmara

Bölgesi’nin bilinen en eski yerleşkesinden biri olan Fikirtepe, ilk olarak M.Ö. 5500

yıllarına tarihlenmektedir.7 Haydarpaşa’nın tarihini M.Ö. 7. yüzyıla kadar götürmek

mümkünse de aşk ilahesine ait bir mabedin yapılmasıyla yaklaşık M.Ö. 2. yüzyılda

önem kazanmaya başladığı görülmektedir. Bu günlerde Haydarpaşa; halkın panayır,

ziyafet ve ayin günlerinde kullandığı vazgeçilmez bir mekândır.8

4. Konsil’in toplanmış olduğu Sainte Euphemie Kilisesi, Saint Christophe

Kilisesi ve 17 yaşında İmparator olan Arcadius’un (395-408) nazırı ve hocası Rufin’e

ait olduğu düşünülen Bizans İmparatorlarının yazlık sarayı, Haydarpaşa’da bulunan

önemli Bizans eserleridir.9 Bu dönemde Anadolu’ya sefere giden ve o seferden dönen

ordular için uğurlama ve karşılama törenleri buradaki çayırda yapılırdı. Halk için

önemli bir mesire yeri olan Haydarpaşa’nın bu dönemde ticari herhangi bir rolü

bulunmamaktadır.10

Haydarpaşa, İstanbul’un fethinden sonra da orduların hareket ve dönüş

noktasıdır. Surre Alayı denilen hac kervanlarının uğurlanması, 19. yüzyıl boyunca

(bed’i besmele) ilk okumaya başlama

töreni, Adile Sultan ile Mehmet Ali

Paşa’nın düğünleri, Comashi’nin

İstanbul’da ilk defa balon uçurması,

Avusturyalı bir canbazın hünerlerini

sergilemesi ve çeşitli ziyafetlerin

düzenlenmesi gibi merasimlere şahit

olan Haydarpaşa; ordu ve saray

atlarının da beslendiği yerdir.11

Resim 1 1900’lerde Haydarpaşa Çayırı. 7 Semavi Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2006, s.19. 8 Rauf Miral, “İstanbul’da Haydarpaşa Semtinin ve Limanın Tarihçesi”, Tedrisat Mecmuası, C.6, S. 51-52, s.226-27. 9 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1285. 10 Rauf Miral, a.g.m., s.226-27. 11 Adnan Giz, Bir Zamanlar Kadıköy, İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s.66.

6

Çevresindeki bağ ve bahçeleri ile Verem hastaları için şifa yeri olarak kabul

edilen Haydarpaşa’da, Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde nüfus artırma

çalışmaları başlatılsa da belirli belirsiz sokak dokuları ancak Sultan III. Selim (1789-

1807) döneminde görülmektedir. Tanzimat sonrası yönetim yapısının değişmesi ile

birlikte çayırların kullanım ve idaresinde de önemli değişikliklerin olması, bölgenin

gözde bir sayfiye yeri olma özelliğini kaybettirmez. 1873’te İstanbul-İzmit demiryolu

hattının hizmete girmesi, 1899-1903 yılları arasında denizin doldurularak bir liman

oluşturulması ve 1908’de yeni gar binasının açılması Haydarpaşa Çayırı’nı büyük

ölçüde küçültmüştür. 1922’de çıkan bir yangında 100’den fazla bina kül olmuştur.

Cumhuriyet sonrası ise yangından geriye kalanlar ile gar ve liman tesisleri varlıklarını

devam ettirmiştir. 1970’li yılların başlarında getirilen imar haklarıyla birlikte bölgede

yoğun bir apartmanlaşma ortaya çıkmıştır. 12

Çalışmamızın ilgili bölümlerinde

konumuz gereği Gar binasından İbrahim

Ağa Camii’ne kadar olan düzlükten

ziyade bu düzlük ile Kavak Deresi

arasındaki Haydarpaşa Sahrası, Tıbbiye

Caddesi, Ankara Asfaltı ve Marmara

Denizi ile sınırlı yüksek platformda

bulunan eserler üzerinde duracağız.

Resim 2 1955’lerde Selimiye ve Haydarpaşa.

2.2. HAREM

Harem, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne açıldığı bölgede, iki yakayı

birbirine bağlayan feribot iskelesi ve Anadolu otobüsleri otogarı ile tanınan, Selimiye

Kışlası eteklerinde, Üsküdar’ın en güzel manzaralı semtlerinden biridir. Güney ve

güneydoğusunda Selimiye, doğusunda Çiçekci, kuzeyinde İhsaniye ve batısında

Marmara Denizi bulunan Harem; iskele-otogar ve çevresi olarak bilinmektedir.

Herkesin girmesine izin verilmeyen, herkese açık olmayan yer manasındaki

harem; saray, konak ve evlerin yalnız kadınlara ayrılan bölümleridir. Bu kısımda olan

kadınlara da harem denmektedir. Farklı olarak Topkapı Sarayı’nın harem dairesine,

12 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.3, s. 27-29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1286.

7

camilerde iç avlu duvarıyla çevrili kısma harem dendiği gibi müslüman olmayanların

giremediği mukaddes yer Kâbe’ye de Harem-i Şerif denmektedir.

İslam dinince örtünmeleri gerektiğinden, hanımlar özel dairelerde yaşarlardı.

Yabancı erkeklerin girmesi kesinlikle yasaklanan bu daireler sadece Topkapı Sarayı’na

mahsus olmayıp bütün müslümanların konak ve köşklerinde görülürdü. Buralarda

kadınların yaşamlarını sürdürdükleri özel bölümlere harem denirken erkeklerin oturup

kalktıkları yere ise mabeyn denirdi. İslam devletleri dışında da kadınlara ayrılan

bölümlerin var olduğunu görmekteyiz. Farslı ve Hintlilerin Zenane’si ile Eski Yunan’ın

Yinekiyon’u kadınlar için ayrılmış olan bölümü ifade etmektedir.13

Araştırmamızın temel kısmını teşkil eden “Harem Bölgesi”nin isimlendirilmesi

noktasında farklı rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin biri İstanbul’un Fethi’nden

önceki döneme ait iken diğer rivayetler fetih sonrasına aittir.

Bölgenin isimlendirilmesine gösterilen ilk gerekçe, Bizans İmparatoru Teodoros

Laskaris’in (1204-1222) bugünkü Harem bölgesinde “Heraeum” isimli bir sarayının

bulunmasıdır.14

Osmanlı dönemi ile ilgili olarak verilen bilgilere bakıldığında bunları iki

bölümde incelemek mümkündür. Her iki rivayet de harem kelimesine yüklenen manalar

ile alakalıdır. Günümüzde dar bir alana sıkışmış olan bu bölgede Osmanlılar

dönemindeki yazlık sarayların Harem Dairesi’nin bulunması sebebiyle “harem” olarak

adlandırıldığını söyleyenler yanında, Topkapı Sarayı’ndaki harem mensuplarının

kayıklarla bu yazlık saraya gelip-gitmede kullandıkları yol olması sebebiyle

adlandırıldığını ileri sürenler de vardır. Hatta Şair İzzet Efendi, bu güzergahın kadınlar

tarafından kullanıldığını dikkate alarak, Harem İskelesi tarafına gidilmemesini kaleme

aldığı bir beyitle tavsiye etmektedir.15 Diğer taraftan Harem-i Şerif olarak adlandırılan

Kâbe’ye gönderilen Sürre-i Hümayun’un buradan geçmesinden dolayı bölgenin harem

ismiyle anıldığını kabül edenler bulunmaktadır.

13 Celal Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, C.2, s.688; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, s. 463. 14 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, İstanbul Sarayları, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul 1954, s.31. 15 “Tevbe it varma Harem İskelesi cânibine Saklasun herkesi nâ-mahrem olandan Tevvâb”

(Harem İskelesi tarafına gitmeye tevbe et, kulların tevbesini kabül eden Allah, herkesi haram olandan korusun).

8

Kaynaklarımızda

geçen bu bilgileri

irdeleyecek olursak,

öncelikle bölgeye verilen

“Harem” isminin Heraeum

Sarayı’nın Türkçe’de

uğradığı değişiklik sonucu

olduğu düşünülmektedir.

Harem ismi, Bizans

İmparatorluğu zamanında

kullanıldığı halde Osmanlı

döneminde kullanılmamıştır. Bizans döneminin Heraeum’u, Osmanlı döneminde

Hünkâr İskelesi ismini almıştır. Kaynaklarımızda bu bilgileri destekleyecek fazla veri

olmaması sebebiyle bölgenin isimlendirilmesi açısından şüpheli görenler

bulunmaktadır.16

Resim 3 Harem Sahili, Kavak Bayırı ve Selimiye Kışlası.

Resim 4-5’te görülen arazi şartları Sürre-i Hümayun’un buradan geçmesine

elverişli değildir. Saraya ait Harem Dairesi’nin burada olması sebebiyle Harem diye

isimlendirildiği dikkate alınıp Resim 4-5’e bakıldığında bunun da imkânsız olduğu

ortaya çıkmaktadır. Çünkü Selimiye Kışlası yıktırılan sarayın yerine yapılmıştır. Saray

yapılırken bölgenin temiz havası ve doyumsuz manzarasından istifade edilmek

istenmektedir. Bu şartlarda sarayın yüksekte, Harem Dairesi’nin ise bir derenin

içerisinde yapıldığı mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bölgenin isimlendirilmesi

noktasında en isabetli görüş; harem ehlinin Topkapı Sarayı’ndan Üsküdar Sarayı’na

gelip-giderken kullandıkları yol olmasıdır.

Bölgedeki ilk yerleşimler konusunda kaynaklarımız, Bizans döneminde

İmparator Teodoros Laskaris’in (1204-1222) burada yazlık bir sarayının bulunduğu

bildirmektedirler. Zevkine düşkünlüğü ile tanınan imparator, yaz akşamlarının çoğunu

burada Konstantinopolis’i ve güneşin batışını seyrederek geçirmektedir. Sarayın tam

olarak yeri ve özellikleri hakkında hiçbir bilgimiz bulunmamaktadır. Genelde Salacak

dolayları uygun görülür. Osmanlılar’dan önce Arapların İstanbul’u kuşatmaları, 16 Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi XVII. Asırda İstanbul, (Çev:, H.D. Andreasyan, Haz.: Kevork Pamukciyan), Eren Yayıncılık, İstanbul 1988, s. 284; Dünden Bugüne…, C.3, s. 552; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1374; Davut Hut, “Üsküdar’da Yer Adları”, Üsküdar Sempozyumu II, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.168.

9

Türklerin Bizans tekfurlarına yardım etmeleri esnasında bölge, kaynaklarda yer

almamaktadır. İstanbul’un fethinden yaklaşık yüz yıl kadar önce Üsküdar Osmanlılar’ın

eline geçtiği halde, bu dönemdeki fonksiyonu da bundan önceki dönemler gibi

bilinmezliğini korumaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın yazlık bir saray yaptırmasına kadar bu çevrede eski

saraylardan hiçbir iz kalmamıştır. Kanuni sonrasında çeşitli padişahlar tarafından

onarılan ve ilavelerle büyütülen saray, yabancı seyyahların gezip gördüğü ve eserlerinde

yer verdikleri bir mekân olmuştur. Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’un en büyük

sarayı olan Üsküdar Sarayı’nda devlet işlerine yer verilmemiş, sadece dinlenme yeri

olarak kullanılmıştır. Saray ve sarayların yeri, özellikleri, yapılan değişiklikler vb. pek

çok detay ilgili bölümlerde işleneceğinden burada sadece dönemlere göre bölgenin kısa

bir tarihçesinin verilmesi yeterli görülmektedir.

17. yüzyıldan sonra terk edilmeye başlanan saray, Sultan III. Selim tarafından

1794 yılında yıktırılmış ve buradan çıkan mermerlerin bir kısmı Topkapı Sarayı’na

taşınırken bir kısmı da Selimiye Kışlası inşaatında kullanılmıştır. Harem bölgesinin

bundan sonraki gelişimi kışlanın varlığına bağlı olarak sürmüş ve planlarının bizzat III.

Selim tarafından hazırlandığı söylenen Selimiye Mahallesi imar olunarak cami, mektep,

hamam, çeşme gibi pek çok eser askerlerin ve halkın hizmetine sunulmuştur.

Resim 4-5 Denizden ve Karadan Selimiye Kışlası ve Harem Sahili.

1826/1242 yıllarında Defterdar Tahir Mehmet Efendi tarafından bölgeye kendi

ismiyle anılan bir cami, mektep ve iki çeşme kazandırılırken Kırım Savaşı esnasında da

(1853-56) Selimiye Kışlası’nda kalan İngiliz askerleri tarafından kendi ihtiyaçlarını

karşılayabilmek için Harem sahiline bir rıhtım yapılmıştır. Selimiye Kışlası, Selimiye

Camii, Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii ile Harem İskelesi’nin durumu, 1855

yıllarında deniz ve kara tarafından çizilmiş iki farklı gravürde (Resim 4-5)

görülmektedir.

10

1970’lere kadar orta halli ve altı gelir gruplarının, küçük memur ve askerlerin

yaşadığı bir semt olan Harem; bu tarihlerden sonra manzarasının eşsizliği nedeniyle

yüksek gelirli kimseleri kendine çekmeyi başarmış ve çehresi tamamen değişmiştir.

Araba vapuru iskelesi ve otogarın üstündeki setlerde bulunan mütevazı ahşap evler hızla

yenilenerek lüks konutlar haline gelmiştir.

Resim 6 İhsaniye Sahili.

11

3. 16. YÜZYIL VE SONRASI ESERLERİ

Üsküdar Sarayı’nın yapıldığı 1551 tarihi ile başlayan bölüm, Sultan III. Selim’in

tahta çıktığı 1789 yılı ile tamamlanmaktadır. Yani Üsküdar Sarayı’nın yapılmasından

zamanla terk edilip yıkılmasına kadar geçen yaklaşık 250 yıllık bir dönem

incelenmektedir. Saray bahçesi bu süreç içerisinde farklı yapı tipleri ile donatılmıştır.

Üç alt başlık halinde incelediğimiz eserler; saray, köşk, cami, Mescid ve çeşmelerden

oluşmaktadır. Bu bölümdeki tüm eserler aşağıdaki tabloda genel hatları ile

örülmektedir. g

  Tablo 3.1 16. Yüzyıl ve Sonrası Eserleri.

  Yapının Adı  Banisi  Tarihi  Hali 1  Kavak Sarayı Mescidi  ­  K i anûnî Dönem Yıkıldı 2  Tazıcılar Ocağı Mescidi  ‐  K i anûnî Dönem Yıkıldı 3  Harap Mescid  El‐hac İbrahim Ağa  1639 / 1040  Yıkıldı 4  Kavak İskelesi Mescidi  Lala Beşir Ağa  1666 / 1077  Yıkıldı 5  İhsaniye Camii  III. Osman  1  756 /  1169 Mamur 6  Küçük İhsaniye Camii   III. Osman  1  75 696 /  11 Mamur 7  Salih Efendi Türbesi  Salih Efendi  1757‐1772  Mamur 8  Haydarpaşa Camii  Mehmed Efendi  1780  Yıkıldı 9  Tazıcılar Ocağı ve Çeşmesi  ‐  K i anûnî Dönem Yıkıldı 10  Müsahip Ali Ağa Namazgâhı Müsahip Ali Ağa  1654 / 1064  Yıkıldı 11  Tunusbağı Menzil Çeşmesi  ‐  1681/1092  Mamur 12  Müsahip Ali Ağa Çeşmesi  Müsahip Ali Ağa  1654 / 1064  Mamur 13  Ayşe Hanım Namazgâhı  Silahşör Ahmed By  1  767 / 1181 Mamur 14  Hatice Sultan Çeşmesi  Hatice Sultan  1  764  1178/  Mamur 15  Üsküdar Sarayı  Kanûnî S. Süleymn  1551/958  Yıkıldı 16  Mehmed Paşa Sarayı  Mehmed Paşa  ‐  Yıkıldı 17  Hatice Sultan Sarayı  Hatice Sultan  ‐  Yıkıldı 18  Dürrizâdeler Konağı  Dürri Mehmed Efn  1719‐20/1132  Yıkıldı 

3.1. DİNİ YAPILAR

Sarayla birlikte görevlilerin ibadetlerini yapabilmeleri için saray çevresinde dört

adet Mescid yapıldığı görülmektedir. Farklı dönemlerde tamir gören bu mabetlerden ilki

sarayla birlikte yapıldığı düşünülen Kavak Sarayı Mescidi’dir. Dördüncüsü ise

1666/1077 yılında yaptırılan Kavak İskelesi Mescidi’dir. İhsaniye Mahallesi’nin

kurulmasıyla 1755/1169 tarihinde bir cami ve bir Mescid daha yapılmıştır ki bugün her

ikisi de cami olarak hizmet vermektedir. Ayrıca bölgede iki tane de namazgâh

bulunmaktadır.

Kavak Sarayı Mescidi; Harem İskelesi ile Haydarpaşa Lisesi arasındaki sahilde

eski kavak (gümrük) bölgesi içindedir. Genelde Mescid olarak17 karşımıza çıkan

mabedin, cami olarak18 da ele alındığı görülmektedir. Kavak Sarayı’nın Kanuni Sultan

Süleyman tarafından yapıldığına dikkat çekilerek bu Mescidin de ahşap olarak bu

sıralarda inşa edilmiş olabileceği ihtimali düşünülmektedir. Sultan I. Ahmed (1603-

1617) tarafından da tahminen 1614 yıllarında kârgir olarak ihya edilmiştir.19 Vakfı,

sultanın kendi büyük camiine (Sultanahmet Camii) bağlıdır.20 Mescidin yerini ve birkaç

özelliğini Evliya Çelebi’nin Sultan Ahmed Camii başlığı altında yer verdiği “Hünkâr

Bahçesi yakınında Tazıcılar içindedir. Bir minareli ve eski tarz bir camidir.”

ifadelerinden öğrenmekteyiz.21 18 metrelik Üsküdar Suyolları Haritası’nda Kavak

Sarayı ile birlikte bu Mescidin resimleri de görülmektedir. Haritadaki bir ve iki katlı

ahşap yapıların sağ tarafındaki tek kubbeli ve minareli mabet, Kavak Sarayı

Mescidi’dir.

Resim 7 Kavak Sarayı Gravürü. Resim 8 Üsküdar Suyolu Haritası.

1700 tarihlerinde harap olan Mescid, Sultan III. Selim döneminde yıktırılmış;

Kavak Sarayı ve bu Mescidin bulunduğu yeri de kaplayan geniş bir alana Selimiye

Kışlası yaptırılmıştır.22

Tazıcılar Ocağı Mescidi; Tıbbiye Caddesi ile Çeşme-i Kebir Sokağı’nın

birleştiği yerde ve sokağın sol köşesinde idi. Karşısında ve kapısının mukabilinde bir

namazgâh çeşmesi olan ve esası çok eski olan Hasip Paşa Çeşmesi, sol tarafında Sultan

II. Abdülhamid tarafından yaptırılan ve bu ocağın atlarına bakan Baytar Mektebi ve

1812/1227 tarihli Nevnihal Hatun Namazgâhı ve Kavak Deresi yakınlarında ve bu 17 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 18 Evliya Çelebi, a.g.e., C.1, s.473; “Kavak Sarayı Camii”, Dünden Bugüne…, C.8, s.249. 19 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 20 Ayvansarayi, a.g.e. C.2, s.224. 21 Evliya Çelebi, a.g.e., C.1, s.473. 22 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232.

13

Mescidin gerilerinde Zağarcılar Ocağı ve Harap Mescid adıyla anılan mabet

bulunmakta idi.

Tazıcılar Ocağı Mescidi, Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) tarafından

yaptırılmıştır. Fevkânî bir yapıdır. Bostancıbaşı Ömer Ağa (ö. 1730-31/1143) ise

Mescidi yeniden bina ettirmiştir.23

Esb-i Tazı denilen çok süratli koşan atların yetiştirilmesi için kurulan ocağın bu

mabedinden hiçbir iz kalmamıştır. Yalnız ahırların orta yerinde bugün de hala duran

meydan çeşmesi mevcuttur.24

Harap Mescid; Kavak İskelesi yakınında bulunmaktadır. Mescidin banisi,

Darüssaâde Ağası el-hac İbrahim Ağa’dır. Kavak Deresi ile Mescidi ayırmak için

yapılan istinad duvarının üzerindeki düzlükte bulunan Mescid, Tazıcılar Ocağı ile

Zağarcılar Ocağı arasındaki meydanda kalan kapısı üzerindeki kitabenin son iki mısrası

şöyledir (Kitabe 1);

Hâtif-i kudsî didi Cevrî anın tarihini

Mescid-i vâlâ zihi darü’s-sevab-ı abidîn

1639-40 (1049)

Bu kitabede görüldüğü üzere Mescid, 1639-40/1049 yıllarında yapılmıştır.

Mescidin zamanla harap olması ile İbrahim Ağa Mescidi ismi unutulmuş ve Harap

Mescid olarak anılmaya başlanmıştır.

Mescid görevlilerinin maaşları Ayasofya Camii Vakfı tarafından veriliyordu.

Mescide vakıf olması düşüncesiyle Kavak Deresi yanına yedekçiler için Çömlekçiler

işyeri yapılmıştır.25

Harap Mescid, gümrük bölgesinde bulunduğu için gümrük memurlarının ve

gümrükte işi olanların beş vakit namazlarını kılabilmeleri için yapılmıştır.26

Kavak İskelesi Mescidi; 1666/1077 yılında Üsküdar Harem’de Sultan IV.

Mehmed’in hazinedarlarından Lala Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Darüssaade

Ağası ve Şeyhü’l Harem Hacı Beşir Ağa tarafından 1721/1133 tarihinde minber

konularak camiye çevrilmiştir.27 Bu dönemde camideki İmam-hatibe 4, Ser mahfile 2,

23 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224. 24 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.361. 25 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.225. 26 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.207. 27 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224; “Kavak İskelesi Mescidi”, Dünden Bugüne…, C.8, s.249.

14

Devirhan ve na‘than bir kişiye 1, Muarrife 4, Katibe 2, Müezzine 2, Kayyime 1 olmak

üzere sekiz görevliye toplam 17 akçe verildiği görülmektedir.28

Muntazam kesme taştan tuğla hatıllı olarak yaptırılan Mescid, fevkani bir yapı

olduğundan kapı sahanlığına 22 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. İç aydınlık sekiz

pencere ile sağlanmıştır. Minberi ahşap, minaresi Mescid gibi kesme taştandır. Altında

altı dükkân bulunmaktadır.

Resim 9-10 Mekteb-i Tıbbiye ve Kavak İskelesi Mescidi.

1855 yılında Kırım Savaşı esnasında Selimiye Kışlası’nda bulunan İngiliz

askerlerine depo olarak verilen Mescid, kasıtlı bir şekilde yakılmıştır. “Altında dükkân

ve hademe odası olmak üzere” 1895/1313 tarihinde yeniden yapılmıştır.29

Kavak İskelesi Mescidi, (Resim 9-10) Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin hemen

önünde yer almaktadır. Diğer fotoğraf ise Mescidin detayları hakkında birkaç ipucu

vermektedir. Denize sıfır bulunan Mescidin batı cephesi, minaresi ve çatısı

görülmektedir. İki katlı olan Mescidin alt katında dükkânlardan birine ait olduğu

düşünülen bir kapı yer almaktadır. Üst katta ise, güney batıdaki ağaç nedeniyle bir

tanesi tam olarak görünmese de üç adet pencere bulunmaktadır. Sekiz pencere ile

aydınlandığı dikkate alındığında üç tane doğu cepheye ve mihrabın sağ ve solunda

olmak üzere iki tane de güney cepheye pencere bırakıldığında kuzey cephede pencere

bulunmamaktadır. Kuzey batıda bulunan minare Mescidden fazlaca yüksek değildir.

Minarenin şerefesi ile çatı aynı hizadadır. Minarenin alemi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane

üzerindeki alemlere benzemektedir.

28 Mustafa Güler, Gülay Karadağ, “Dârüssâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayrâtı”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.231. 29 “Kavak İskelesi Mescidi”, a.g.e., C.8, s.249; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232.

15

Kavak İskelesi Mescidi, 1959 yılında Harem İskelesi’nin yapımı sırasında

yıktırılmış ve arsası yola katılmıştır.30

İhsaniye Camii; İhsaniye Mahallesi’nde, Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı ile

Neyzenbaşı Halil Can Sokağı arasındadır. Cami, Sultan III. Osman (1754-1757)

tarafından 1755/1169 yılında yapılmıştır.31

Resm-i Osmanî ile tarih yazdı kilk-i dil

Hak için Sultan Osman yapdı İhsaniyye’yi 1755 (1169)

Camiye ait kitabeden (Kitabe 2) anlaşıldığı üzere İhsaniye Mahallesi’ni kuran

Sultan III. Osman, tahta çıktığında dükkânlarla birlikte bu camiyi de yaptırmıştır.

Cümle kapısı üzerindeki dört satır halindeki sekiz mısralı kitabeye göre (Kitabe 3);

Senih ihyasına tekbir ile tarih ider inşâd

Metin oldu yine âlâ yapıldı bu ibadetgâh”

1287

Resim 11 İhsaniye Cami Kitabesi.

Resim 12 İhsaniye Camii'nin dıştan görünüşü. Resim 13 İhsaniye Camii'nin içten görünüşü.

Daha sonra da onarımlar gören cami, iki katlı olup harimi kare planlıdır. İç

aydınlığı alt ve üst pencereler tarafından sağlanmaktadır. Batı ve doğu cephelerinde

üçer, kuzey ve güney cephelerinde ikişer pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin üst

hizasına kadar çini döşenmiş olan caminin tavanı beton olup orta kısmı kubbelidir.

Mihrabı mermer ve hafif dışa baskındır. Çatısı kiremit örtülü olan caminin minaresi

30 “Kavak İskelesi Mescidi”, a.g.e., C.8, s.249; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 31 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.228.

16

orjinalliğini korumaktadır. Kare bir kaide üzerinde kısa ve silindirik olan minarenin

şerefesi üzerinde kabartma çiçek motifleri bulunmakta ve yivli bir külahla

sonuçlanmaktadır.

Caminin güney doğusunda bulunan hazirede, Sultan III. Mustafa’nın

ikballerinden Habibe Hatun (öl. 1783/1197) ile ceyb-i hümâyun hazinedarı Hacı Ahmed

Efendi (öl. 1880/1297)’nin mezarları vardır. 32

Küçük İhsaniye Camii; İhsaniye Mahallesi’nde İhsaniye İskele Sokağı ile

İhsaniye Camii Sokağı’nın birleştiği yerde ve İhsaniye Camii Sokağı’nın sağ tarafında

bulunmaktadır. Üsküdar Sarayı bahçesine Sultan III. Osman tarafından cami ile birlikte

1755/1169 yılında Mescid olarak yaptırılmıştır. III. Osman eseri olduklarından her iki

mabedin görevlileri, Nuruosmaniye Camii’nden tayin edilmiştir.33

Ahşap olarak yapılan Mescid; günümüze kadar ancak farklı dönemlerde

geçirdiği tamiratlarla gelebilmiştir. İlkin Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından

1765-66/1179’da tamir görmüştür. Tamir kitabesi bugün İhsaniye Camii’nin kadınlar

bölümünde minareye açılan kapı üzerinde bulunmaktadır (Kitabe 4).

Resim 14 Küçük İhsaniye Camii Kitabesi.

Bu mahalde sâhibu’l-hayre du’a tarihidir

Cami’in tamiri oldu cümleye ihsan-ı Mescid” 1179

Mescid; Derviş Ahmet Efendi’nin minber koymasıyla cami haline gelmiş ve

kendisine 5 Eylül 1803/18 Cemaziyelahir 1218 tarihli vakıf tahsis edilmiştir. İlk

tamiratından yaklaşık 128 yıl sonra, 1892-93/1308 yılındaki tamirinde ise girişin sol

tarafına tuğla bir minare ilave edilmiştir. 1935’de mevcut olduğu bazı haritalarda

görülen cami, seksenli yılların sonuna kadar sadece minare kaidesinin durduğu bir arsa

haline dönüşmüştür. Emin Türkeli’nin girişimleri ve Remzi Kökler (Resim 17)’in

32 “İhsaniye Camii”, Dünden Bugüne…, C.8, s.215; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.218. 33 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.228.

17

annesi Elmas Hanım hayrına yapmış olduğu maddi katkılarla 1988 yılında caminin

yeniden yapımına başlanmış ve 1989 yılında tamamlanarak ibadete açılmıştır.

Cami, meyilli bir arazide

bulunduğundan, fevkânidir. Alt ve

üst pencereli olup alttakiler ahşap,

üsttekiler vitraylıdır. Alt

pencerelerin üstüne kadar çinilerle

kaplı olan camide kalem işleri ve

hat gibi tezyini unsurlarla

mükemmel bir atmosfer

oluşturulmuştur. Mihrabın içi ve

çevresi çinilerle süslenmiş iken

minber ve kürsü tamamen ahşaptır.

Minaresi sağda olan caminin bir lojmanı, şadırvanı, tuvaleti ve aynı sokakta bir de

arsası vardır. Camide hazire bulunmamaktadır.34

Resim 15 Küçük İhsaniye Camii.

Salih Efendi

Türbesi, Mustafa Nevzat

Eczacılık Tıp ve Kültür

Evi’nin altında, Köprülü

Konak olarak bilinen

Mabeyinci Hafız Mehmet

Bey Konağı’nın karşısında,

Bestekar Selahattin Pınar

Sokağı ile Hafız Mehmet

Bey Sokağı’nın birleştiği

köşede bulunmaktadır. Üzeri

açık olan türbe içerisinde biri Salih Efendi’ye diğeri Hafız İbrahim Efendi’ye ait o

Resim 16 Salih Efendi Türbesi.

lmak

üzere iki lahit yer almaktadır.

El-Abbasî, el-Kureyşî, El-Merakeşî ve el-Mağribî olarak adlandırılan Salih

Efendi’nin türbenin bulunduğu İhsaniye Mahallesi’ne gelişi Sultan III. Mustafa (1757-

1774) dönemine rastlamaktadır. Üsküdar’a gelmeden yapmış olduğu uzun yolculuk

34 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.219.

18

esnasında Şazeliye, Bayramiyye-i Nakşibendiye gibi tarikatlardan ve pek çok Allah

dostundan istifade etmiştir. Üsküdar’a geldiğinde Sultan III. Mustafa kendisine türbenin

bulunduğu yeri ikram etmek istese de kabul etmemiş, satın alarak zaviye olmak şartıyla

vakfetmiştir.35

-Allahu Bi-lûtfihi. Sene sitte ve semanîn ve mie ve elf Şaban 10”

yazmaktadır.

e

Şam Kadısı iken 1797/1212’de vefat

türbedar meşrutası bulunmaktadır. Türbe

a

harap haldeydi. 2007 y

7’de Tekke’nin bugünkü şeyhi Bedrettin Efendi ve Küçük İhsaniye

Camii’

vezir Haydarpaşa’nın

tasarruf

yıktırılmıştır.37 Yıktırılan Haydarpaşa Camii’ne karşılık 1995 tarihinde demiryolunun

6 Kasım 1772/10 Şaban 1186 tarihinde vefat eden Salih Efendi’nin şahidesi

üzerinde; “Kad intekale min dâri’l-fenâ İlâ dâri’l-beka. Âlim el-merhum el-mağfur El-

Merakeşî eş-şeyh Salih ibn-i Yahya bin Yusuf el-Abbasî el-Kureyşî El-Merakeşî el-

mağribî ahsen

Salih Efendi’nin yan tarafında is

eden Hafız İbrahim Efendi

bulunmaktadır.

Türbe bahçesi içerisinde iki katlı ahşap

ve meşruta, ilk gördüğüm 2006 yılınd

ılında türbe ve

meşruta yeniden düzenlendi.

Resim 1

Resim 17 Şeyh Bedrettin Efendi ve Remzi Kökler.

ni son haliyle yaptıran Remzi Kökler görünmektedir.

Haydarpaşa Camii; İngiliz Mezarlığı ile Haydarpaşa Garı arasında

bulunuyordu. Mehmet Efendi tarafından Sultan III. Mustafa dönemi Cebehane Ocağı

memurlarından olan babası Ömer Efendi’nin ruhu için 1780 yılında yaptırılmıştır.

Bulunduğu yer aslında sultan bahçelerinden biri olduğu halde

una geçmiş ve camii de vezirin ismiyle anılır olmuştur.36

Cami, 1873 tarihinde Haydarpaşa-İzmit tren hattının yapımı sırasında

35 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.381. 36 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.241. 37 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.162.

19

diğer tarafına yeni bir cami yaptırılmıştır. Haydarpaşa Camii, Manisa’nın meşhur

Karaosmanoğulları ailesinden Hacı Eyüp Ağa tarafından tecdiden tamir edilmiştir.38

Musahip Ali Ağa Namazgâhı; Osmanlı mimarisinde bulunan farklı bir yapı

tipinin en güzel örneklerinden biridir. 1654/1064 yılında yaptırılan çeşme ile namazgâh

aynı yapıda bir araya gelmişlerdir. Çeşmenin yüksek alınlığı mihrab vazifesi görüyordu.

Çeşme, Selimiye Kışlası’nın nizamiye kapısının iç tarafında bulunmaktadır. Çeşme

arkasında kare planlı geniş bir podyum olarak düzenlenen namazgâh ise bugün mevcut

değildir.39

Ayşe Hanım Namazgâhı; Çiçekçi semtinde, Tıbbiye Caddesi ile Harem

İskelesi Sokağı’nın birleştiği yerde ve sokağın sağ köşesindeki 336 Ada 4 parsel sayılı

namazgâhtır. Karşısında Sultan III. Selim’in 1802/1217 tarihinde yaptırmış olduğu

büyük çeşme, sol tarafında meşhur Çiçekçi Kahvesi ve arka tarafında ise Karacaahmet

Mezarlığı’nın bir parçası bulunmaktadır.

Kabartma nakışlı zarif Namazgâh taşından 1767/1181 yılında yapıldığını

öğrenmekteyiz. Bu namazgâh taşının ön yüzünde;

Resim 18 Ayşe Veliyye Hanım Namazgâhı ön Resim 19 Namazgâhın diğer yüzü. yüzü ve arkada III. Selim Çeşmesi.

“Bismillahirrahmanirrahim

Küllema dehale aleyha Zekeriyyâ’l-mihrab”

38 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.210. 39 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.1008; İsmail Orman, “Osmanlı Çeşme Mimarisinde Namazgâhlı Çeşmeler ve Üsküdar’daki Örnekler”, Üsküdar Sempozyumu II, C.2, s.396.

20

yazarken arka yüzünde ise hayrat sahibinin kim olduğu bildirilmektedir:

“Sâhibu’l-hayrat Merhume Veliyyetu Ayişe Hanım rûh-ı Şerifi mukaddes ola amin”

Kitabesinde Ayşe Hanım’a ait olduğunu gördüğümüz namazgâh, kaynaklarda

“Silahşör Ahmed Bey ve Veliye Ayşe Hanım Namazgâhı” ismiyle de karşımıza

çıkmaktadır. 1766/1180 yılında vefat ettiği dikkate alındığında namazgâhın ölümünden

bir yıl sonra yapıldığı görülmektedir. Namazgâh, Ayşe Hanım’ın ölümünden sonra

kayın biraderi Silahşör Ahmed Bey tarafından yengesi adına yaptırılmıştır.

Namazgâh taşı ve seti, 1974’lere kadar etrafı demir parmaklıklarla çevrilerek

korunurken bu tarihlerden sonra sökülmüş ve yerine fıskıye yapılmıştır. Bugün İhsaniye

Muhtarlığı’nın tam önünde bulunan namazgâh, 2007 yılında Üsküdar Belediyesi

tarafından düzenlenmiş ve çevresi yeşillendirilmiştir.40

Saray çevresinde yapılmış olan Mescidlerden bugün hiçbir şey kalmamıştır.

Harem İskelesi’nin yapımı sırasında 1959 yılında yıktırılan Kavak İskelesi Mescidi’nin

arsası yola katılmıştır. Böylece bu dört Mescidin kaybolması üzerinden yarım asır

geçmiş olmaktadır. İhsaniye Mahallesi’nde yapılan İhsaniye ve Küçük İhsaniye

camileri ise tamirler sayesinde varlıklarını devam ettirmektedirler. Küçük İhsaniye

Camii, 1990 yılında yapıldığından yeri ve adı dışında eskiye ait hiçbir şey

bulunmamaktadır. Ayşe Hanım Namazgâhı, Üsküdar Belediyesi tarafından yeniden

düzenlenerek kaybolmaktan kurtulmuştur.

17. yüzyılda çeşme ile birlikte yapılan Musahip Ali Ağa Namazgâhı, dönemin

özelliklerini yansıtmaktadır. Ankara Asfaltı yapılırken yeri değiştirildiği için bugün

sadece çeşmesi durmaktadır. Ayşe Hanım Namazgâhı ise yukarıda belirtildiği gibi

belediye tarafından düzenlenerek belirgin hale getirilmiştir.

3.2. KAMU YAPILARI Bu bölümde kamu yapıları adı altında çeşmeler önemli yer tutmaktadır. İlki

Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait olup ismini taşıdığı ocakla birlikte

incelenmektedir. 17. yüzyıla ait olan çeşme bir namazgâh çeşmesidir. 18. yüzyıla ait

40 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.998; Mustafa Özdamar, “Üsküdar Namazgâhları”, Üsküdar Sempozyumu I, s.103-104.

21

olan iki çeşmeden biri mahalle, diğeri ise şadırvan çeşmesidir. Çeşmelerden sonra

bölgede sahil boyunca yerleştirilmiş iskeleler ele alınmaktadır.

Tazıcılar Ocağı; Esb-i Tazı denilen cins atlar yetiştirmek için Kanunî Sultan

Süleyman (1520-66) devrinde kurulmuş bir ocaktır. Tazıcılar Ahırı da denmektedir.

Dönemin mimarı Mimar Sinan’ın eseri olmalıdır.

Mimar Kasım Ağa tarafından 3050 kuruş harcanarak tamir edilen ahırlar,

zamanla harap olduğu için 1843/1259’de Sultan Abdülmecit (1839-61) ve 1891-

92/1309’da Sultan II. Abdülhamit (1879/1908) tarafından da tamir ettirilmiştir. Son iki

tamire ait kitabeler mevcuttur. Ahır kapısı üzerinde bulunan bu kitabeler, ahırın

yıkılması esnasında 1950 tarihinde ocağa ait çeşme üzerine alt alta yerleştirilmişlerdir.

Sultan Abdülmecit (1839-61)’in tuğrası da sonradan kazınmıştır.41

Manzumesi Şair Lebib Mehmet Efendi’ye, hattı Yesarîzâde Mustafa İzzet

Efendi’ye ait üç satır halindeki oniki mısralı Sultan Abdülmecit Han (1839-61) dönemi

tamir kitabesi (Kitabe 5)’nde şu tarih bulunmaktadır;

Bu târîhi Lebibâ askeriye eyledim müjde

Bu ıstabl-i metîni yapdı Şah Abdülmecîd ala

1259

Bu kitabe altında ise Sultan II. Abdülhamit (1879-1908)’in 1891-92/1309’da

yaptırdığı tamir kitabesi (Kitabe 6)’nin son iki mısrası ise şöyledir;

Temâşâ eyleyüb tarihini yazdı kulu Muhtar

Bu ıstablı Hamid Han eyledi i’mar ü esb-âbâd

1309

Tazıcılar Ahırı’nın 1891 tarihindeki

durumu hakkında Haskan; “Tazıcılar ahırına,

Hasip Paşa Çeşmesi karşısındaki ahşap büyük

kapıdan geniş bir avluyla giriliyordu. Dört

tarafında, önünde ahşap sütunlu bir revakın

bulunduğu ahırlar vardı. Çatısı kiremit döşeli

olup ahşaptı.” bilgilerini vermektedir.42

Harita 1 Kavak Deresi Köprüsü.

41 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1174. 42 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1175.

22

Tazıcılar Ocağı avlusunda; ocak ve ocağa ait Mescid ile birlikte yaptırılan bir de

çeşme bulunmaktadır.43 Ahırların ortasında kalan bu meydan çeşmesi, kesme taştan

yapılmıştır. Tonoz çatılı olan çeşmede şekilli olmayan bir silme saçak vazifesi

görmektedir. Dört tarafını çeviren mermer yalaklar günümüze gelememiştir. Çeşmenin

üç yüzünde birer lüle yeri görülmektedir.

Tazıcılar ahırının sağ tarafından Kavak Deresi akmaktaydı. İki yanı bostan olan

bu derenin üzerinde bostanlara geçişi sağlayan bir de köprü vardı. Zamanla yok olan,

dere, köprü ve bostanlardan geriye bugün sadece Kavak Deresi Caddesi ismi kalmıştır.

Müsahip Ali Ağa Çeşmesi; Müsahip ve darüssaade ağası Ali Ağa tafafından

1654/1064 yılında klasik üslupta inşa ettirilmiş tek yüzlü bir duvar çeşmesidir.

Kitabeler, ayna taşı, yalaklar ve set taşları mermer iken çeşmenin cephesi ve duvarları

kesme taştır. Sivri kemerli bir niş, iki yandan sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Çeşmenin

inşa kitabesi bu kemerin üstündedir. İki satır ve üç sütun halinde düzenlenen bu

kitabenin araları rumi ve palmet istifleri ile doldurulmuştur. Ayrıca çeşmede bir tamir

kitabesi ile yapraklarla süslenmiş yarım daire şeklinde bir de tuğralık bulunmaktadır.

Çeşmenin yalak kısmı üç bölümden oluşmaktadır. Suyun kendisine aktığı orta

yalak, set taşları ile diğer iki yalaktan ayrılmakta ve aralarındaki su geçişi set

taşlarındaki kanallar tarafından sağlanmaktadır. Bu yalaklar hayvanların sulanabilmesi

için düzenlenmiştir.

Çeşmenin inşa kitabesi (Kitabe 7):

Kerbela cengin anub Hâtif dedi ançün tarih

Daima suyun içen içsun İmameyn aşkına”

1064

Tamir kitabesine (Kitabe 8) göre çeşme;

Nazifâ tarihin gördükde Şat çekdi ayağın

Yed-i pakiyle buldı şem’-i Nur mâ-i hayatı” Resim 20 Müsahip Ali Ağa Çeşmesi.

1262 (1846)

Sultan Abdülmecid’in eşi Şeminur Kadın tarafından 1846/1262 tarihinde onarım

geçirmiştir. Çeşmeler üzerine hazırlanan bir eserde Şeminur Kadın Abdülhamid’in eşi

43 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1174.

23

olarak gösterilmiştir.44 Çeşmenin yalağı ve set taşları bu tamiratta yenilenmiştir. 1895

yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası’nın inşası sırasında çeşmenin kaynağı ve

suyolu tahrip olmuş ve çeşme susuz kalmıştır. Ankara Asfaltı’nın açılışı esnasında

Haydarpaşa Lisesi ile Selimiye Kışlası arasında Kavak İskelesi’ne inen vadinin

ortasında bulunan çeşme yerinden sökülerek, Selimiye Kışlası yanından Harem’e inen

yolun bitimine taşınmıştır. Üzerine çıkmak için eskiden var olan merdiven bugün

yoktur.

1943 yılında yayınlanan bir eserde; çatısız olan çeşmenin kenarlarının kornişle

çevrelendiğini ve bu kornişlerin kısmen döküldüğünü, teknenin yere gömülü olduğunu

ve musluğunun koparıldığını hem okumakta hem de yer verilen fotoğraftan

görmekteyiz. 1970’li yıllardaki durumu ise onarım yeni yapıldığını söylemektedir.45

Tunusbağı Menzil Çeşmesi; Ethem Paşa Sokağı’nın Tunusbağı Caddesi ile

birleştiği köşede bulunmaktadır. Çeşmenin hemen ilerisinde Tıbbiye Caddesi’ne

geçilmektedir. 1681/1092 yılında yapılan çeşme tamamen kesme taştandır. Ayna taşı ise

mermerdendir. Çeşme üzerinde iki tane kitabe bulunmaktadır. Asıl kitabe Ethem Paşa

Sokağı’na bakan cephede iken tamir kitabesi caddeye bakan cephededir. Kemeri

üzerinde bulunan tamir kitabesinin iki tane rozet arasına yerleştirildiği görülmektedir.

1681/1092 tarihinde yapılan bu çeşmenin banisi bilinmemektedir fakat kitabede

geçen “sâhibetü’l hayrat” ifadesinden bir hanıma ait olduğu anlaşılmaktadır. Kitabenin

(Kitabe 9) son iki mısrası şöyledir:

Görecek dedim anın tarihin

Çeşme-i âb-ı hayat-ı ra’nâ

1092 (1681)

Çeşme yapımından 226 yıl sonra Hacı Faik Bey tarafından 1907/1325 tarihinde

tamir edilmiştir. Bu tamir sırasında çeşmenin asıl kitabesi ön cepheden alınarak bugün

bulunduğu yere konulmuştur.46 Tamir kitabesinin (Kitabe 10) son mısrası aşağıdadır.

44 “Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.8, s. 319; Nuran Kara Pilehvarian, vd., Osmanlı Başkenti İstanbul’da Çeşmeler, Yem-yayın, İstanbul 2000, s.54. 45 İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul çeşmeleri : Beyoğlu ve Üsküdar Cihetleri, Maarif Vekaleti, Ankara 1945, C.2, s.270; “Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.8, s. 319; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1124; İsmail Orman, a.g.m., C.2, s. 396; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54. 46 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1181-82.

24

Resim 21 İnşa Kitabesi Resim 22 Tamir Kitabesi

Def’a-i sâniye olarak ihya eylediği çeşmedir. Fî gurre-i Ramazan-ı şerif, sene

1325

Resim 23 Tunusbağı Menzil Çeşmesi.

Hafız İsa Ağa Çeşmeleri; Sultan III. Osman (1754-57) tarafından İhsaniye

Mahallesi ile beraber 1755/1169 tarihinde yaptırılan Büyük İhsaniye Camii’nin batı

tarafındadır. Hafız İsa Ağa tarafından 1824/1240 yılında şadırvan olarak inşa edilmiştir.

Her gören der barekallah görmedik

Böyle zîba çeşme-i Kevser-nişan

1240 (Kitabe 11)

Büyük bir meydan çeşmesi gibi yapılan bu çeşme, büyük bir hazneye sahiptir.

Kuzey cephesinde beş, batı cephesinde dört musluk vardır. Her birinin de mermer ayna

taşı bulunmaktadır fakat bugün sadece kuzey cephesindeki çeşmeler hizmet

25

vermektedir. Batı cephesindekiler ise körlenmiş bir halde cami görevlilerinin lojman

girişleri içerisinde kalmaktadır.

Çeşme, 1883/1301’te Serasker Namık Paşa’nın oğlu Cemil Paşa tarafından tamir

edilen çeşmeye mermer abdest teknesi ile birlikte saçak da yapılmıştır. İnşa kitabesi

altında bulunan tarihsiz kitabe ise bu tamire aittir. 47

“Ferikandan müteveffa Cemil Paşa hazretlerinin hayratıdır.

Hatice Sultan Çeşmesi, İhsaniye Mahallesi’nde Bestekâr Selahattin Pınar

Sokağı’nda bulunmaktadır. Çeşme, 1764/1178 yılında Sultan IV. Mehmed’in

1743/1156 yılında vefat eden kızı Hatice Sultan adına yaptırılmıştır. Tek yüzlü bir

duvar çeşmesidir. Kesme taştan yapılan çeşmenin ayna taşı mermerdendir. Ayna taşı

üzerinde biri ilk inşa diğeri ise tamir olmak üzere iki kitabe bulunmaktadır.

Çeşme üzerindeki inşa ve tamir kitabeleri:

“Sahibü’l hayrat ve’l hasenat merhume ve mağfurün leha

Cennet mekân Şrdevs-aşiyan Hatice Sultan Bintü’s-Sultan

Mehmed Han aleyhimer’-rahmeti ve’l-ğufran

1764/1178

Muvaffak oldu tamir-i çeşmeye İffet Nihal

Haznedar usta-i devlet pür kerem Şevk-ı Nihal”

1258/1842 Ketebehu Mehmed Tahir Resim 24 Hatice Sultan Çeşmesi.

İlk tamirini 1842/1258 yılında gördüğü üzerindeki kitabeden anlaşılan çeşme

son tamirini ise 2007 yılında görmüştür.48

Ele aldığımız üç çeşme de bugün varlıklarını devam ettirmektedirler. Hatice

Sultan Çeşmesi ile aynı tarihlerde bu bölgede bir çeşmenin daha yapıldığı söylense de

günümüze gelememiştir. Bu çeşmeye yakın ve deniz tarafında olduğu düşünülse de tam

olarak yeri de bilinmemektedir.

47 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.270, s. 418; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1076. 48 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54.

26

İskeleler: Üsküdar Harem Bölgesi’nde dört önemli iskele bulunmaktadır.

Bunlardan üç tanesi Bizans dönemine tarihlenmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın

yazlık saray yaptırmasıyla tekrar

işlerlik kazanmışlardır. Kuzeyden

güneye doğru sırasıyla; Üsküdar

Sarayı İskelesi veya İhsaniye

İskelesi, Harem İskelesi, Kavak

İskelesi ve Haydarpaşa

İskelesi’dir.

Kanunî döneminde yapılan

Üsküdar Sarayı İskelesi,

İhsaniye İskelesi olarak da

bilinmektedir. İskelenin üst

tarafında yer alan Hatice Sultan

Sarayı, Üsküdar Sarayı olarak da

anılmaktaydı.49 Sultan III. Osman

döneminde sarayın yıktırılıp yerine

İhsaniye Mahallesi’nin

kurulmasıyla iskeleye İhsaniye

İskelesi denmeye başlanmıştır.

1802 tarihli İstanbul Kayıkçı

Esnafı Sayım Defterlerine göre bu

iskelede 16 kayık hepsi müslüman

olan 23 kayıkçı bulunmaktaydı.

Harita 2 İhsaniye ve Harem İskeleleri.

50 Harita 3 Kavak ve Haydarpaşa İskeleleri.

İskele ile saray bağlantısını sağlayan yol, bugün merdiven halindedir. Yakın

zamana kadar kalıntıları duran iskele bugün mevcut değildir. Çocukluğundan bu yana

mahallede yaşayan yaşlı sakinler, merdivenlerden inerek iskele yerinde yüzdüklerini

anlatmaktadırlar.

Harem İskelesi, bölgenin isimlendirilme sebeplerinden biri olan Heraeum

Sarayı iskelesiydi. Sultan III. Selim tarafından onarılan iskelenin eski yeri Harem

49 Bkz. Üsküdar Sarayı. 50 Mehmet Mazak, “1802 Tarihli Üsküdar İskeleleri ve Üsküdar Kayıkçılarının Demografik Yapısı”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.66.

27

Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii’nin hemen önünde idi. Kırım Savaşı esnasında

İngiliz askerleri tarafından yenilendiği bilinen iskele, 1956-58 yıllarında doldurularak

bugünkü halini almıştır.51 Hatta bölgede bulunan Kavak İskelesi Mescidi, Harem

İskelesi’nin yapımı sırasında yıktırılmıştır.52

Osmanlı Devleti hükümdarlarından Orhan Gazi (1326-1359)’nin Bizans

İmparatoru ile bu iki iskeleden birinde görüştüğü rivayet edilmektedir.53

Üsküdar Sarayı’nın Kavak Sarayı olarak isimlendirilmesine sebep olan Kavak

İskelesi, bir gümrük iskelesidir. Yapımı kesin olarak bilinmemekle beraber Kanuni

Sultan Süleyman döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir.54

Bölgemizde bulunan bir diğer iskele ise Haydarpaşa İskelesi’dir. Özellikle

ordunun kullandığı bu iskele, Roma ve Bizans dönemlerinde de bulunmaktaydı. Gar ve

liman yapımları esnasında denizin dolmasıyla yeri değişen iskele, aynı isimle bugün de

hizmet vermektedir.

3.3. SİVİL MİMARİ Harem bölgesinin ve hatta Üsküdar’ın yıldızını parlatan meşhur Üsküdar/Kavak

Sarayı ve diğer saraylar ele alınmaktadır. Sarayların banileri, yapılış tarihleri, zaman

içerisinde uğradıkları değişiklikler, son durumları vb. konular ulaşılan bilgiler ışığında

açıklanmaktadır. Sarayların sultanlar tarafından kullanılma şekilleri ve saraylarda

meydana gelen önemli hadiselere de değinilmektedir. Ayrıca 18. yüzyılın ilk yarısında

yapıldığı düşünülen ve 1922 yılında yanan özel bir konak da incelenen eserler

arasındadır. Başlık numarası verilmeyen konak, kalın karakterlerle belirgin hale

getirilmiştir.

Üsküdar Sarayı; ismiyle anılan saray veya saraylar topluluğu, Üsküdar

tarihinin en tartışmalı konularından biridir. Ne acıdır ki İstanbul’un üçüncü büyük

sarayı olarak zikredilen bir yapının günümüze gelmesi bir yana kaynaklarımızda bile

yeterince yer almamaktadır. Havasının ve manzarasının güzel olması sebebiyle bu

bölge; Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de değerlendirilmiştir.

Buraya ilk Osmanlı izlerini, bir döneme haklı olarak damgasını vuran Mimar Sinan

eliyle, Kanuni Sultan Süleyman bırakmıştır. Kanuni döneminde yapılması ve Mimar

51 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1492. 52 Bkz. Kavak İskelesi Mescidi. 53 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1492. 54 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1493.

28

Sinan’ın eseri olmasına rağmen ilk

saray hakkında yeterince bilgi

sahibi olamadığımız gibi bundan

sonrasını da tüm detaylarıyla

bilmemekteyiz.

Araştırmacılarımız yerli ve

yabancı kaynaklar içerisinden

adeta cımbızla cümle, hatta kelime

seçerek konuyu aydınlatmaya

çalışmaktadırlar. Seçilen bu cümle ve kelimeler ise kaçınılmaz olarak sarayın adı ve

yeri gibi konularda farklı tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

Haydarpaşa İskelesi ile Salacak arasındaki bölgede pek çok saray, köşk ve

kasrın bulunduğu bilinen bir gerçektir. Üsküdar ve Kavak Sarayı, üzerinde çalıştığımız

bölgede bulunan iki önemli saray ismidir. Her iki saray ismi ile de aslında aynı yapı

kastedilmektedir.55 Konu ile ilgili az sayıda arşiv belgesi, kısa seyyah notları, birkaç

tasvir ve tarihi bazı kayıtların bulunması saray hakkında sağlıklı bir değerlendirme

yapılması için yetmemektedir. Bu durum sarayları inceleyen bütün kaynaklarımızın,

haklı olarak bir şikayet konusudur ve bölgenin araştırılmaya muhtaç olduğunun da

önemli bir kanıtıdır.

Kaynaklarımızda; Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı ilk

saray, ne zaman yapıldığı bilinmeyen İhsaniye İskele Sokağı’ndaki Hatice Sultan Sarayı

ve Has Bahçe içerisinde sonradan yapılan eklerle meydana gelen “saray kompleksi”56

Üsküdar Sarayı olarak isimlendirilirken, aynı zamanda yine ilk yapılan saray, Mehmed

Paşa Kasrı ve saray kompleksine Kavak Sarayı ismi verildiği de görülmektedir. Eski

Saray ve Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’daki üçüncü büyük hanedan sarayı olan

Üsküdar Sarayı, ilk yapılan saray ve dolayısıyla Has Bahçe içerisinde sonradan yapılan

kasır ve köşklerden oluşan kompleksin genel adıdır. Hatice Sultan Sarayı ve Mehmed

Paşa Kasrı kompleksin birer parçasıdır. Kavak Sarayı ise, bölgedeki değişiklikler

nedeniyle zaman zaman Üsküdar Sarayı yerine kullanılan bir isimdir.57

55 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, a.g.e., s.34; Tülay Artan, K. Neumann Christoph, “Kavak Sarayı”, Dünden Bugüne…, C.4, s.494; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1445; İ. Aydın Yüksel , Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 2004, C.II, s. 495. 56 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s. 494. 57 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445.

29

Bazı kaynaklarda sarayın yapım tarihi olarak 1555 tarihi58 verilse de “Saray-ı

Üsküdar, ahd-ı Süleyman Han’da bina olunmuştur. Fî sene 958” ifadesinden anlaşıldığı

üzere Osmanlı Devleti döneminde bölgeye ilk saray, Kanûni Sultan Süleyman (1520-

1566) tarafından 1551 tarihinde yapılmıştır. Dönemin mimarı Mimar Sinan olduğu için

saray hakkında Tezkiretü’l Ebniye’de “Saray-ı Üsküdar müceddeden binâ olındı.”

denmektedir.59

Mimar Sinan’a kârgir olarak yaptırılan bu saray devrinin en güzel çinileriyle

süslenmiştir.60 Taştan yapılmış bir göçebe karargahı manzarası gösteren Topkapı

Sarayı, sağlam, rasyonel ve mütevazi ölçüleri dikkate alındığında çağının herhangi bir

Avrupa senyörünün şatosu yanında gösterişsiz kalmaktadır. Enlemesine, yatık, toprağa

yakın planlanan bu saray,61 sayfiye olarak kullanılan Üsküdar Sarayı’nın devrinin en

güzel çinileriyle süslenmesine rağmen basit yapılardan oluştuğunu göstermektedir.

Saray bahçesinin sınırları oldukça geniş olup, bugünkü Selimiye ve İhsaniye

mahalleleri içinde kalıyordu. Etrafı duvarlarla çevrili olan bahçenin dışa açılan dört

kapısı vardır. Yapıldığı yıllarda Salacak’ın merkeze yakın bir köy olduğu düşünülürse

saray, Üsküdar’ın epey dışında kalmaktadır. Kadıköy ile arasında ise Haydarpaşa

Bahçesi ve Kasrı vardır. Yaklaşık olarak 90.000 metre karelik bir alanı kaplamaktadır.

Sultan II. Selim (1566-1574) döneminde bir köşk ilave edilirken, Sultan III.

Murad (1574-1595) döneminde de saray ciddi bir tamirat geçirmiş ve bazı eklemeler

yapılmıştır. Sultan Selim Köşkü ile tamirat esnasında yapılan yapılan Sultan Murad

Köşkü de Mimar Sinan’ın eserlerindendir. Ayrıca sarayın ilk yıllarında yapılan Mimar

Sinan’a ait üç tane hamam bulunmaktadır.62

58 Kömürciyan, a.g.e., s.300. 59Sai Mustafa Çelebi, Yapılar Kitabı: Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye, (Tıpkıbasım-Çeviriyazı-Eleştirel Basım: Hayati Develi), Koçbank, İstanbul 2002, s.184. 60 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, a.g.e., s.31. 61 Selçuk Mülayim, Ters Lale Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2001, s.89. 62 Aptullah Kuran, “Tezkerelere Göre Mimar Sinan’ın Eserleri”, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri,”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988, C.1, s.164.

30

Sultan I. Ahmed (1603-1617) döneminde saraya bir cami eklendiği

görülmektedir.63 Sultan IV. Murad (1623-1640) tarafından 1636’da Revan Köşkü ve

1639’da Bağdat Kasrı yapılmıştır. Bu dönemde gerçekleştirilen onarım ve eklemelerle

saray, padişahların daha uzun süre burada kalmalarına imkân vermeye başlamıştır. Bu

devirde Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi burada da bir Revan Köşkü yapılması, ahırlar

inşası ve burada sürekli nöbetçi olarak kalan teberdaran dairelerinin onarımı 17.

yüzyılda sarayın önemsendiğine ve sık sık kullanıldığına işaret etmektedir. “1704’te

Sultan III. Ahmed (1703/1730) tarafından yaptırılan onarımlar öncesinde hazırlanan bir

keşif defterinden burada Mehmed Paşa Kasrı, deryaya nazır ve deniz kenarında bulunan

münhedim kasırlar, haremde hasoda, büyük şadırvanlı, dehlizli ve direkhaneli bir

divanhane, camekânlı bir hamam, Revan Köşkü, bir bülbül kasrı, Sultan Ahmed Odası,

valide sultana ait bir kış odası ve kaşili bir oda, dehlizli bir soba odası, denize karşı

çinili bir şahnişin odası ve efendilere, horendelere ve darüssaade ağasına ait çeşitli

odalar ile, kafesli bir köşk ve yakınında bir havuz, bahçe kenarında da bir hasoda

bulunduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen mahallerden mekân organizasyonu tam olarak

anlaşılamasa da Kavak Sarayı’nın tam teşkilatlı bir Osmanlı sarayı olduğu

görülmektedir.”64

Resim 26 Kavak Sarayı.

63 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1447. 64 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s.494.

31

1721-29 yıllarında mimar Kayserili Mehmed Ağa tarafından Valide Sultan

Dairesi’nin kârgir duvarı ile Sultan Süleyman, Revan ve Servi Kasırları onarılmıştır.65

Sultan III. Osman (1754-1757) dönemine gelindiğinde Has Bahçe içinde yer

alan Hatice Sultan Sarayı yıktırılmış ve arazisi halka dağıtılmıştır. Bu süreçte bölge,

halka açılmış ve “İhsaniye” ismini almıştır. Sultan III. Osman tarafından yaptırılan cami

ile Mescid tamiratlarla bugüne dek ayakta kalmayı başarmışlardır.

Üsküdar Sarayı, hangi tarihten itibaren Kavak Sarayı ismiyle anılmaya başlandı

belli değildir. Yakınına bir Gümrük Teşkilatı’nın kurulmasından sonra Kavak Sarayı

isminin kullanıldığı söylenmekte fakat bu teşkilatın ne zaman kurulduğu

bilinmemektedir. Sultan III. Ahmed

(1703-1730) döneminde hazırlanan

Üsküdar Su Yolu Haritası’nda geçen

“Şevketlü efendimizin Kavak’ta vaki’

saray-ı Hümayunudur” ifadeleri Üsküdar

Sarayı yerine Kavak Sarayı isminin ne

zaman kullanıldığına dair yaklaşık bir

tarih vermektedir. En azından 18. yy.

başlarına kadar indirilmektedir. Resim 27 Üsküdar Suyolu Haritası.

Kanuni sultan Süleyman döneminde yapılan sarayın çeşitli bölümlerinde 18.

yüzyıl boyunca onarımlar sürdürülmüşse de, bu dönemde saray genel olarak ihmal

edilmiş, bazı köşkler tamamen bakımsız bırakılmıştı. 18. yüzyılda Osmanlı padişahları,

hanedan ve devlet ricali Boğaziçi’nin Avrupa sahiline ilgi göstermiş, burada hızla yeni

sahil saraylar, köşkler ve biniş kasırları inşa edilirken Anadolu sahilindeki hasbahçeler

ve köşkler bir ölçüde terk edilmişti. Boğaziçi kıyılarının rağbet görmesiyle saray

terkedilmiş ve 18. yüzyıl sonlarında harap bir durumda iken Sultan III. Selim (1789-

1807) tarafından Nizam-ı Cedit kışlalarının yapımı için yıktırılmıştır.

Padişahlar ve saray halkı yaz aylarında bu saraya göç ederek İstanbul’un boğucu

havasından uzaklaşırlardı. Dinlenmenin de ötesinde Sultan I. Ahmed, divanın bu

sarayda toplanmasını, devlet işlerinin buradan yürütülmesini teklif etmiş fakat;

“Padişahım, ecdad-ı a’zamınız zamanında olmuş değildir. Divan yine İstanbul’da

65 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1447.

32

olsun.” denilerek kabul edilmemiştir. Yine aynı padişah döneminde Felemenk elçisinin

bu sarayda kabul edildiği görülmektedir.66

Sultan IV. Murad’ın Revan Seferi’ne gidiş ve dönüşünde (10 Mart 1635- 27

Aralık 1635) Üsküdar Sarayı kullanılmıştır. Sefer öncesinde padişahın tuğu Üsküdar

Bahçesi’ne çıkarılmıştır. Sefer dönüşünde ise İzmit’ten kadırgaya binen padişah,

Üsküdar Sarayı İskelesi’ne gelerek saraya girmiş ve tebrikleri burada kabul etmiştir. Bu

seferin hatırası olarak da 1636 yılında Revan Köşkü yapılmıştır. Ayrıca IV. Murad,

Beykoz taraflarında av yaparken hastalanmış, bu saraya gelerek on gün kadar istirahat

etmiştir.

Üsküdar Sarayı’nın, 1649’da Gürcü Nebi ve 1658’de Abaza Hasan Paşa

isyanlarında heyecanlı ve korkulu günlere tanık olduğu da bilinmektedir.

1704’te Sultan III. Ahmed tarafından yaptırılan onarımlar öncesinde hazırlanan

bir keşif defterinden burada Mehmed Paşa Kasrı, deryaya nazır ve deniz kenarında

bulunan münhedim kasırlar, harem hasoda; büyük şadırvanlı, dehlizli ve direkhaneli bir

divanhane, camekânlı bir hamam, Revan Köşkü, bir Bülbül Kasrı, Sultan Ahmed Odası,

valide sultana ait bir kış odası ve kaşili bir oda, dehlizli bir soba odası, denize karşı

çinili bir şahnişin odası ve efendilere, horendelere ve darüssaade ağasına ait çeşitli

odalar ile kafesli bir köşk ve yakınında bir havuz, bahçe kenarında bir hasoda

bulunduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen mahallerden mekân organizasyonu tam olarak

anlaşılamasa da Kavak Sarayı’nın tam teşkilatlı bir Osmanlı sarayı olduğu

görülmektedir. 1732’de Kavak Sarayı bahçesinde düzenlenen bir arz merasimi, buranın

İstanbul sarayları içinde ne ölçekte kullanılmış olduğuna dair son bir ipucu

olmaktadır.67

Mehmet Paşa Kasrı, Selimiye Kışlası’nın arkasında Talimhane Meydanı adı

verilen, Kavak İskelesi ile Harem İskelesi arasında kalan bir tepe üzerinde bulunuyordu.

Denize bakan tarafı dik bir yar idi ve deniz, yakın bir tarihe kadar bu tepenin eteğine

kadar sokuluyordu.68

Mehmet Paşa Sarayı/Kasrı/Köşkü isimleri Üsküdar Bahçesi içinde yer alan aynı

yapı için kullanılmaktadır. Üsküdar Sarayı’nın bir ünitesi olan ve zaman zaman Kavak

Sarayı olarak da anılan yapıyı Mehmet Paşa Kasrı ismiyle incelemek uygun

66 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1446. 67 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s.494; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445. 68 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445 .

33

görülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) döneminde Mimar Sinan tarafından

yapılan bu kasrın hangi tarihten sonra Kavak Sarayı ismiyle anılmaya başlandığı ise

bilinmemektedir.

Suyolları ile birlikte 1733/1146 yılında Kayserili Mehmet Ağa tarafından tamir

edilen Mehmet Paşa Kasrı, Sultan III. Mustafa (1757-1774) döneminde tamir

ettirilmiştir. Bu tamirattan sonra sultanın ara sıra gelip dinlendiği ve huzur bulduğu bir

yer olmuştur.69

Sultan III. Selim’in sır kâtibi Ahmet Efendi tarafından tutulan ‘Ruzname’,

“…Kavak Sarayı’nda Mehmed Paşa Kasrı’na teşrif buyurdular. Üsküdar’da Kavak

Sarayı’nda vaki’ Mehmed Paşa Kasrı…” vb. ifadelerle kasrın Kavak Sarayı içerisinde

bir ünite olduğunu göstermektedir. Sultan III. Selim, çok beğendiği bu sarayı istirahat

etmek ve kışladaki askerin talimini görmek için yıktırmamış ve her gelişinde güreş

tutturmakla birlikte tüfek ve ok yarışları da yaptırmıştır.70 Selimiye Kışlası yapılırken

yıktırılmayan, Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında yanmaktan kurtulan kasır, Sultan

Abdülmecid (1839-1861) devrinin sonlarına gelindiğinde yıkılmıştır.71

Hatice Sultan Sarayı; İhsaniye İskele Sokağı üzerinde bulunan sarayın tam

olarak kaç yılında yapıldığı meçhul olan bir saraydır. Patrona Halil İsyanı (1730)

esnasında Sultan III. Ahmed ve Damat İbrahim Paşa’nın bu sarayda bulundukları, bütün

devlet erkânının toplanarak durumun müzakere edildiği bilinmektedir. Genelde Mehmet

Paşa Kasrı, Kavak Sarayı ismiyle anıldığı gibi Hatice Sultan Sarayı da Üsküdar Sarayı

olarak anılmıştır. Üsküdar Sarayı bahçesinde bulunan saray, saraylar topluluğunun bir

parçasıdır.

Sultan III. Osman döneminde (1754-57) Hatice Sultan’ın vefatından yaklaşık 14

yıl sonra yıktırılmıştır. Bu sarayın yıktırılarak arsasının halka ihsan edilmesiyle ilgili

olarak kaynaklarımızda farklı bilgiler bulunmaktadır. Bugünkü İhsaniye Mahallesi’ni

Sultan III. Osman veya Sultan III. Mustafa’nın eseri olarak gösterenler yanında Sultan

III. Selim’e atfedenler de bulunmaktadır.72

69 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1375. 70 Ahmed Efendi, Ruzname, (Haz.: V. Sema Arıkan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993, s.89,127,165,335. 71 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1376. 72 P.Ğ İncicyan, İstanbul Tarihi, (Terc.: Hrand Andreasyon), s.136; Sarkis Sarraf Hauhannesyan, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi, s.68; İ. Aydın Yüksel, a.g.e., C.II, s.495; Semiha Ayverdi, a.g.e., s.396; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1448.

34

Dürrizâdeler Konağı; Üsküdar’ın en büyük ve en meşhur ahşap konaklarından

biridir. Dürrî Mehmet Efendi tarafından İstanbul kadısı bulunduğu (1719-20/1132)

yıllarda yaptırıldığı düşünülmektedir. Paşakapısı mevkiinde ve Üsküdar Paşakapısı

Ceza Evi, Üsküdar Adliyesi, Paşakapısı Orta Okulu ve Üsküdar Burhan Felek

Lisesi’nin üzerinde bulunduğu geniş alanı kaplıyordu. Harem ve selâmlık kısımlarından

oluşan bu konağın çok güzel bir manzarası vardı.

Şeyhülislâm Arif Efendi’nin oğlu Abdullah Efendi 1822/1238 tarihinde vefat

etmesinden bir müddet sonra konaklar istimlâk edilerek, 25 Haziran1832/26 Muharrem

1248 yılında kabul edilen Müşirlik Dairesi kurulmuş ve 1835/1251’te de burada

“Anadolu Redifi Ser Askerliği” tesis edilerek ‘Bab-ı Ser-askeri-i Anadolu’ adı

verilmişti.

Mutasarrıflığın tesis edilmesiyle de bu konaklardan biri mutasarrıfa, diğeri de

Şer’iye Mahkemesi’ne verildi. 1847/1263 tarihinde Mutasarrıflık binasının yerine

Paşakapısı Mektebi Rüşdiyesi’nin yaptırılması üzerine Mutasarrıflık, Doğancılar Parkı

karşısında bugün SSK Dispanseri’nin bulunduğu yerdeki büyük ahşap konağa

taşınmıştır. Şer’i Mahkeme olarak kullanılan ahşap yapı, şimdiki Üsküdar Adliyesi’nin

bulunduğu yerde idi. 1930’lardan bir müddet sonra yanan binanın yerine bugün mevcut

olan Adliye binası yapılmıştır. Binanın yapılması sırasında Adliye, Tosun Paşa Konağı

yerine yapılan III. Selim İlkokulu binasında vazife görmüştür. Adliye binası yanındaki

bina ise tamamen kârgir olup 1916 yılında hapishane olarak yaptırılmıştır. Mimar

Kemaleddin Bey’in eseri olup klâsik görünümlüdür. Cepheleri yer yer çinilerle

bezenmiştir. İçinde ayrıca bir de camii vardır.

Üsküdar İdadisi veya diğer adıyla Üsküdar Mülkiye İdadisi, 1847 tarihinde

kurulan Üsküdar Rüşdiyesi’nden sonra 1893/1309 yılında tesis olunmuştu. Okul,

Dürrizâdeler Konağı’nın harem kısmının tadil edilmiş şekli idi. İki katlı binanın altında

hamamı ve kârgir tonoz mahzenleri vardı.

16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un işgali sırasında, tamamen ahşap olan

Jandarma Kumandanlığı binası ve yanındaki sonradan ilkokul olarak kullanılan bina

İngiliz askerleri tarafından işgal edilmiş ve 1922 tarihinde de yanmıştır. Bir müddet

sonra yanan bu binaların yerine şimdiki kârgir bina yapılmıştır.73

73Reşat Ekrem Koçu, “Dürrizadeliler Konağı”, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Ansikolopedisi Neşriyat, İstanbul 1968, C.9, s.4831; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1448.

35

Çiçekçi Kahvehanesi; Tıbbiye Caddesi ile Harem İskelesi Sokağı’nın birleştiği

yerde, Ayşe Veliyye Hatun namazgâhı yanında ve Sultan III. Selim Çeşmesi’nin

(1802/1217) tam karşısında bulunmaktadır. İsmini bulunduğu semtten almakta olup ne

zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bir rivayete göre Sultan III. Osman

(1754-57)’ın ara sıra tebdil-i kıyafetle bu kahveye gelmesi,74 kahvehanenin yapım

tarihini İhsaniye Mahallesi’nin kuruluş tarihi olan 1756/1169’a kadar götürmeye olanak

vermektedir.

Burhan Felek kahvehane hakkında şu bilgileri vermektedir: “Çiçekçi

Kahvehanesi köşede seddin üstünde bir küçük ahşap kahvehane idi. 3-4 ayak

merdivenle çıkılan ve şimal tarafı mezarlığa bakan set üzerinde idi. Yazın seddin üstü

serin olurdu. Kışın ise basık tavanı sebebiyle kahvenin içi iyi ısınırdı. Bu kahve Üsküdar

semtinin en meşhur kahvelerinden, adeta sosyal bir kulüp vasfında bir yerdi. Sonradan

hacca gittiği için Hacı denilen Ahmet isminde birisi tarafından işletilirdi. Ahmet, hem

kahveci, hem berberdi. Kapıdan içeri girilince solunda bir ayna ve birde berberkoltuğu

vardı. Tavana yakın bir yerde pirinç gerdan leğenleri asılı idi. Tâ delikanlığıma kadar

saçımı hep Hacı Ahmet kesmiştir. Koltuğunun yanında da kahve ocağı bulunuyordu.

(Hacı Ahmet’in çocukları iyi yetiştiler, yüksek mühendis oldular.) Kahve iki kısımdı.

Birisi 80-90 santim yüksek iç kısım. Burası çepeçevre peykelerle çevrilmiş ortada da bir

iki sandalye ve masa bulunanyüksek mahfildi. Burada mahallenin muteberanı otururdu.

Alt kısma da gene mahallenin esnaf tabakaları gelirdi. Bunlar üst kısımda konuşulanları

ibretle dinlerlerdi…”75

Çiçekçi Kahvehanesi, ilim, sanat, edebiyat ve marifet ehli kimselerin devam

ettiği, dedikodunun yapılmadığı önemli bir sohbet merkezidir. Üsküdarlı Ressam Hoca

Ali Rıza, Üsküdarlı Şair Talât Bey (öl. 1926), Muallim Naci(öl. 1893), Hattat İlmi

Efendi (öl. 1923), Mehmed Akif, Hattat Hakkı Bey (öl. 1946) ve Hattat Necmeddin

(Okyay) Efendi kahvehanenin müşterilerinden sadece birkaçıdır.

Meşrutiyetin ilanıyla birlikte başlayan İttihatçılık ve İtilafçılık akımları, samimi

dostları birbirine küstürmüştür. Zamanla kahvedeki sohbetler de ihmal edilince Çiçekçi

74 R.Ekrem Koçu, “Çiçekçi Kahvehanesi”, a.g.e., C.7, s.3960. 75 Burhan Felek, Yaşadığımız Günler, Milliyet Gazetesi, İstanbul 1974, s.82-83.

36

Kahvesi 1937-38 yıllarında kapanmıştır. Bir müddet sonra yıktırılarak yeni bir bina

yaptırılmıştır.76

76 Naciye Turgut, “Bir Zamanlar Üsküdar’dan Tarihe Düşen Notlar: Çiçekçi Kahvehanesi”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.87.

37

4. 19. YÜZYIL ESERLERİ Kanuni Sultan Selim ile başlayıp iki asırdan uzun bir süre devam eden saray ve

kasır gibi yapıların yerini, kışla merkezli ve çeşitli bir yapılaşma almaktadır. Bölüm

başlığı ‘19. yüzyıl’ eserleri olsa da başlangıç tarihi olarak Sultan III. Selim’in tahta

çıktığı 1789 yılı dikkate alınmakta ve Üsküdar-Harem bölgesinde Sultan III. Selim ile

birlikte başlayıp günümüzde de etkisini sürdüren yeni bir dönem anlatılmaktadır. Yüzyıl

içerisinde bölgede yapılan tüm eserler hakkında bilgi verilmektedir. Eserlerin bölgenin

şehirleşmesine olan katkısı bir sonraki bölümde incelendiğinden burada sadece mimari

özellikleri üzerinde durulmaktadır.

4.1. DİNİ YAPILAR Selimiye Kışlası’na ait bir cami olarak yaptırılan Selimiye Cami başta olmak

üzere Çiçekçi ve Defterdar Mehmed Tahir Efendi camileri ile bölgede bulunan

namazgâhlar bu bölümde incelenmektedir. Cami ve namazgâhların banileri, yapım

tarihi ve bulundukları yer, geçirdiği tamiratlar ve bugünkü durumları ele alınmaktadır.

u bölümde ele alınan yapılar ve genel durumları (Tablo 4.1)’de görülmektedir. B

  Tablo 4.1 19. Yüzyıl Dini Yapıları.

  Yapının Adı  Banisi  Tarihi  Hali 1  Selimiye Camii  Sultan III. Selim  1804‐5 / 1219  Mamur 2  Selimiye  Tekkesi (Çiçekçi Camii)  Sultan III. Selim  1804‐5  121 / 9  Mamur 3  Defterdar M. Tahir Efendi Camii  M. Tahir Efendi  1826 / 1242  Mamur 4  Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı  Çeşmi Afet Kadın  ‐  Yok 5  Nevnihal Hatun Namazgâhı  Nevnihal Hatun  1812 /1227  Mamur 6  Sultan III. Selim Namazgâhı  Sultan III. Selim  ‐  Park 7  Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı  Hacı Mustafa Ağa  1824 / 239  1 Park 8  Harem Ağası Ahmet Ağa Namazgâhı  Ahmet Ağa  ‐  Yok 

Selimiye Camii; Selimiye Camii Sokağı, Şerif Kuyusu Sokağı, Selimiye Kışla

Caddesi ve Çeşme-i Kebir Sokağı arasında, dört tarafında birer girişi olan, geniş,

dikdörtgen bir avlu içinde yer almaktadır. Caminin görkemli ve som mermerden

yapılmış cümle kapısı üzerindeki Sultan III. Selim (1789-1807)’in, barok çerçeveli

tuğrası altında bulunan sekiz satırlık mermer kitabeden caminin, Sultan III. Selim’e ait

olduğu ve 1804-5/1219 yılında yapıldığı görülmektedir (Kitabe 12) .

Yapdı ‘âlâ tarh ile câmii imâmü’l-müttakîn

1219

Bir mücessem nûrdur bu ma’bed-i Sultan Selim

1219

Resim 28 Selimiye Camii Kitabesi.

Hadîkatü’l-Cevâmi’de cami inşaatına 1801-02/1216 yılında başlanıp 5 Nisan

1805/5 Muharrem 1220 tarihinde tamamlandığı söylense de buradaki 5 Nisan 1805

tarihi, Sultan Selim’in selâmlık77 tarihi olarak yorumlanmıştır.78 Yeniçelerin karşı

koyması nedeniyle yapımı tamamlanan Selimiye Camii, bir süre ibadete açılamamıştır.

Merasimin gecikmesi olayını Cevdet Paşa şu şekilde anlatmaktadır:

“Üsküdar’da yapımı biten Selimiye Camii’nin

açılışı için ilk cumasında Sultan Selim’in oraya

gitmesi gerekiyordu. Merasim için her türlü

hazırlık yapılmıştı. Bu sırada halk arasında

merasim esnasında yeniçeriler yerine Nizâm-ı

Cedid askerinin hazır bulunacağı sözleri

yayıldı. Bunun üzerine yeniçeriler hemen

silâhlanıp devlet adamlarını öldürmek ve

Nizâm-ı Cedid askerlerini ateşe tutmak için

Üsküdar’da hazırlandılar. Bu haberi alan devlet

idarecileri merasimden vaz geçtiler. Bir kaç

hafta sonra, merasim sırasında yeniçerilerin

hazır bulunacağı ve Nizâm-ı Cedid

askerlerinin kışlalardan dışarı çıkmayacağı

bildirildi. Bu şekilde bir defaya mahsus olarak Cuma merasim

Resim 29 Selimiye Camii.

i yapıldı.”79

77 Padişahların cuma namazlarına gidişlerinde yapılan merasim. (Mehmet Doğan, a.g.e., s.966.). 78 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.; Selçuk Batur, “Selimiye Camii”, Dünden Bugüne…, C.6, s.512; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.323. 79 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Sad.: Tevfik Temelkuran), Üçdal Neşriyat, İstanbul 1966, C.8, s.91.

39

Caminin mimar veya mimarları bilinmemekle birlikte İstanbul ve Marmara’ya

hakim bir tepe üzerine barok üslupta, kışla camii olarak Ahmed Nureddin Efendi’nin

baş mimar olduğu dönemde yaptırıldığı genel kabul gibi görülmektedir.80 Fakat

Haskan’ın, dönemin baş mimarları hakkında verdiği bilgiler cami mimarının bilinmeme

nedenine bir cevap niteliğindedir.

“Selimiye Camii’nin mimarının adı hiç bir eserde geçmemektedir. Camiin

yapımına başlandığı sırada, yani 1801/1216 senesinde Hassa Mimar Başısı Ahmet

Nureddin Ağa idi. Plânlar, bu zat tarafından yapılmış olabilir. Ahmet Nureddin Ağa, bir

sene sonra bu görevden ayrılmış ve yerine 1802/1217 tarihinde İbrahim Kâmil Ağa

mimar başı olmuş ve bir sene sonra 1803/1218 tarihinde ayrılmıştır. Yerine Kasım Ağa

getirilmişse de çok kısa zamanda işten el çektirilmiş ve Mimar Halifesi Musa Ağa

Mimar Başı olmuştur. Musa Ağa, bu görevi 1805/1220 senesine kadar yürütmüş ve

mabet onun zamanında bitirilerek ibadete açılmıştır.”81 Ayrıca Foti kalfa ve oğulları,

inşaat boyunca hizmette bulundukları için rüsum ve vergilerden muaf tutularak gemi, at

ve kayıklarına dokunulmayacağı da padişahın emri olarak duyurulmuştur.82 Eyüp

Camii’nin tamirinde bina eminliği yapan Uzun Hüseyin Efendi’nin Selimiye Camii’nin

yapımında da bina eminliği yaptığı görülmektedir. Tahsin Öz, bina emini olarak Uzun

Yusuf Efendi ismini vermektedir. Yararlanmış olduğu Hadîkatü’l-Cevâmi’den yanlış

aktarmış olmalıdır. Aşağıda bilgisi verilecek olan minarelerin yıkılış tarihini de 1822

olarak göstermektedir.83

Kışla yanına yapılan caminin etrafı muvakkithane, şadırvan, sıbyan mektebi,

tekke, hamam, çeşme, sebil, ihtiyaca cevap verebilecek sayıda dükkânların bulunduğu

çarşı ve görevlilere ait meşrutalar ile bir külliye gibi donatılmıştır.

Kışlayı tamamlayan yapılardan olmasına rağmen 1803 tarihli bir belgede cami

inşaat giderlerinin ceb-i hümâyundan karşılanması nedeniyle Selimiye Camii’nin ismi

geçmemektedir. Diğer yapı ve tesislerin giderleri hazineden karşılanırken cami vakfa

bağlanmış hayrat bir eserdir. Osmanlı klasik yönetim ve hukuk sistemine göre hayrat

80 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.140; Selçuk Batur, a.g.e., C.6, s.512. 81 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.328. 82 Selçuk Mülayim, a.g.e.,, C.1, s.140; Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512. 83 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.194.

40

eserlerin inşa masrafları o eseri yaptıranın özel kaynaklarından karşılanması

gerekmektedir.84

Cümle kapısı Selimiye Camii Sokağı’na açılan mabedin diğer sokaklara da

açılan birer kapısı bulunmaktadır. Kuzey girişi olan cümle kapısına sokak kotu aşağıda

kaldığı için bir taraftan merdiven diğer taraftan ise rampa ile çıkılmaktadır. Şerif

Kuyusu Sokağı’na açılan takkapıdan avluya girmeden sağ ve sol tarafta tuvaletler yer

almaktadır. Avlu içerisinde kapının sağında muvakkithane ve şadırvan, solunda ise

dershane, meşruta ve bugün çocuk kütüphanesi olarak kullanılan sıbyan mektebi

bulunmaktadır. Şadırvan ile cümle kapısı arasında küçük bir havuzun yer aldığı

görülmektedir. Selimiye Kışla Caddesi’ne açılan kapının her iki tarafı hazireye ayrılmış

ve bu sokağa bakan avlu duvarında hâcet pencereleri açılmıştır. Çeşme-i Kebir

Sokağı’na açılan kapı ise kışlaya bakmakta ve genelde cami bahçesinde nöbet tutan

askerler tarafından kullanılmaktadır.

Selimiye Camii’nin genel kompozisyonu, başka elemanlarla aynı kütle içinde

eritilen fakat kendilerine ait bağımsız birer örtüsü olacak şekilde özerk bir kütlesel

bütüne sahip birimlerin gruplaşmasından meydana gelmektedir. Elemanların

ölçülendirilmesinde her zaman için hedef uyumlu bir bütünlüğü oluşturulabilmektir.

“Kare planlı harim

bölümü; kıble cephesinde

harim bölümüne eklenmiş olan

dikdörtgen biçimli mihrap nişi;

harimin doğusunda ve

batısında yer alan içe kapalı,

dışa açık yan galeriler; harimin

kuzeyinde yer alan, içe açık bir

galeri, bu galerinin kuzeyinde

yer alan son cemaat yeri; tüm

bu elemanların meydana

getirdiği gruba kuzey cephesinde Resim 30 Selimiye Camii giriş ve yan galeriler.

84 Mustafa Cezar, Osmanlı Başkenti İstanbul, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor ve Sağlık Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, s.475.

41

eklenen, batıda hünkâr mahfili bölümü ve bunun batı yan galerisi üzerindeki uzantısı,

doğuda konut bölümü; kuzey cephesinde bulunan minareler” Batur tarafından camiyi

oluşturan ana elemanlar olarak sıralanmaktadır. 85

Kare plânlı olan harim bölümü, dört kemer üzerine oturtulmuş 14.60 metre

çapında ve 25.70 metre yüksekliğinde bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, ölçüsünün

büyüklüğü ve tekrarlanmamış olmasıyla kompozisyonun en belirleyici elemanıdır.

Kalemişleri ile dilimlere bölünmüş ve her dilimin arası da süslenmiştir. Kesme küfeki

taşından örgülü duvarlarla kemerler üzerine oturan kubbe, Nuruosmaniye Camii’ni

hatırlatmaktadır.

Harimin güney tarafında, sahnın tam yarısı genişliğinde mihrap nişi

bulunmaktadır. Dışa taşmalı olan mihrap kısmı yarım bir kubbe ile örtülmüştür.

Caminin iki yanında kubbe basıncını azaltmak için kesme taştan yapılmış

galeriler bulunmaktadır. Her galeri kuzeyden güneye doğru genişleyen altı gözden

meydana gelmekte ve güneyde harimin kıble duvarı ile kapanmaktadır. Galerilerin

önünü kapatan bu duvarlarda birer tane mihrap nişi vardır. Son cemaat yerinin bir

uzantısı halindeki bu galerilerin üzerini, altı ince mermer sütunun taşıdığı beş beşik

tonoz örtmektedir. Bu bölümlere cami sahnının beşer penceresi açılmaktadır.

Tabandan başlamak üzere kemerlerin iki başına kadar yükselen ağırlık kuleleri

kare biçiminde ve kubbeciklerle örtülü olup alt kısımlarında barok kıvrımlı konsollor

vardır. Tepelerine alemlerin yerleştirildiği bu kulelerin üst kısımları pencereli oda

görünümündedir.86

Son cemaat yeri olan yapının kuzey tarafındaki ana girişe on basamakla

çıkılmaktadır. Son cemaat yeri, açıklıkları birbirine eşit olmayan beş tekne tonozla

örtülüdür. Bunları taşıyan dört mermer sütun ve köşelerindeki yarım payeler yuvarlak

kemerlerle bağlanmıştır. Girişi belirleyen açıklıktan öne doğru çıkıntı yapan, üç tarafı

basamaklarla çevrili ve üç yanı sonradan demir doğrama ile camekânla kapatılan bir ek

göz bulunmaktadır. Son cemaat yerinin ortasında bulunan üç göz ile harim bölümü

karşılanırken iki yandaki küçük gözle de ibadet mekânının doğu ve batı tarafındaki

galeriler karşılanmaktadır. Yan galeriler ile bağlantı kapılar ile sağlanırken esas girişte

harime bakan ve aralarında mihrap nişi bulunan ikişer pencere görülmektedir.

85 Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.513. 86 Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512-3; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.

42

Son cemaat yerinin iki tarafında bulunan iki katlı hünkâr dairelerine birer

merdivenle çıkılmaktadır. Bunlardan sağdaki namaz kılma, soldaki ise dinlenme yeridir.

Sağ taraftaki hünkâr dairesi bugün; 712 el yazması, 2917 Osmanlıca-Arapça-Farsça

matbu, 4200 Cumhuriyet Dönemi (yaklaşık), 5410 Arşiv belgesi, 1000 mükerrer olmak

üzere toplam 14622 eserle Konyalı İbrahim Hakkı Kütüphanesi olarak hizmet

vermektedir.

Girişin sağına denk gelen, yaldızlı kafesleri kısmen yerinde olan hünkâr mahfili

aynalı tonoz örtülüdür. İki katlı olan mahfilin alt katında bir salon, bir oda ve biri

hazireye diğeri kışlaya bakan iki kapısı vardır. Kışlaya bakan mermer söveli kemerli

kapının önünde dört ince mermer sütunun taşıdığı beşik kubbeli bir revak

bulunmaktadır.

Caminin sol tarafındaki mahfili ise onaltı sütun taşımaktadır. Son cemaat yerine

bakan avluya açılan kapısı önünde altı mermer sütunun taşıdığı bir revak görülmektedir.

Dört mermer sütunun taşıdığı kadınlar mahfiline ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.

Cami kubbesinin dışında bırakıldığından üç kubbe ile örtülüdür. Altında ise beş aynalı

tonozla örtülü olan müezzin mahfili bulunmaktadır. 87

Son cemaat yerinin

iki tarafında bulunan minareler

alemlere kadar kesme taştandır.

Yivli gövdeleri, boğumlu barok

taş külahları ile tek şerefeli iki

minaresi şiddetli lodostan

yıkılmış ve tamir görmüştür.

Minareler yapıldıktan sonra

kalın bulunduğu için dıştan tıraş

edilerek inceltilmiş fakat

şiddetli lodos sebebiyle

03.02.1823 tarihinde biri

dibinden diğeri yarısından

yıkılarak camiye hasar

vermiştir. Minareler cami vakfı Resim 31 Caminin Doğu Cephesi.

87 Oktay Aslanapa, Osmanlı Mimarîsi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1986, s.425-426; Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512-3; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.

43

tarafından öncekilere nazaran daha güzel bir şekilde tamir edilmiştir. Bu dönemde

İstanbul’da on üç cami minaresi daha yıkılmıştır.88

Zengin ve titiz işçilik eseri olan minber, bir külahı andıran vaaz kürsüsü somaki

mermerden yapılmışlardır. Büyük ve ihtişamlı mihrap, duvarlar, pencere söveleri ve

içleri ise mermerdir.

Resim 32 Kürsü. Resim 33 Mihrap. Resim 34 Minber.

Alt pencerelerin üstünden dolanan Besmele ve Fetih Suresi’nin yazılı olduğu

kitabe kuşağı, yeşil zemin üzerine altın yaldızlı kabartmadır. Buradan yukarıya doğru

duvarlar, yaldızlar ve renkli kalemlerle süslüdür. Pandantiflerde yıldız ve yaprak

motifleri, son cemaat yeri ve mahfillerin üzerinde hatayî ve rumîler yanında geometrik

motifler, pencere kenarlarında ise yaprak ve rozetler görülmektedir. Motifler arasında

akant yaprakları dikene benzemektedir. Beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı ve

kirli sarı olarak hep koyu renklidir.89

Kubbe göbeğinde altın yaldızla yazılmış olduğu belirtilen Mülk Sûresi

görülmemektedir.90

Cami pek çok pencereden ışık aldığı için aydınlık ve ferahtır. Harim bölümünün

alt tarafından başlayarak ilk üç sırada beşer, dördüncü sırada üç pencere bulunurken

beşinci sıra olan kubbe kasnağında ise yirmi dört pencere bulunmaktadır. Pencereler,

yedi sıra halinde yer alan silmelerle birlikte harim bölümünün iç ve dış yüzeyinde 88 Ayvansarâyî, a.g.e., C.2, s.194. 89 Oktay Aslanapa, a.g.e., s. 425-426. 90 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.

44

dekoratif amaçlı kullanılan en önemli elemanlardandır. Camideki kandil ve askı tertibatı

ile mihrap önünde bulunan pirinç şamdanlar mekâna farklı bir güzellik katmaktadır.

Avluda bugün kullanılmayan ve kitabesi olmayan büyük bir şadırvan

bulunmaktadır. 4 x 2 adım boyutlarındaki bu şadırvan dikdörtgen tekne biçimindedir.

Üzerini kalın bir kapağın örttüğü bu teknenin dört yüzünde toplam 12 musluk yeri

vardır. Ayrıca yan galerilerin her birinin altında, mermer ayna taşlı 15 musluklu abdest

alma yeri bulunmaktadır.

Ketebesi okunamayan, siyah üzerine sarı talik hat ile ”İnnes-salâte kânet alel

mü’minîne kitâben mevgûtâ” yazılı, hicri 1283 tarihli hat levhası 30.06.2003 tarihinde

çalınmıştır.91

Cami yakınındaki konaklar ve evler, kumaş imalathaneleri ve dükkânlar camiye

akar olarak yapılmıştır. O esnada Galata Sarayı’n kullanılmayan fazla arazisi ziraı elli

kuruşa satılarak caminin vakfına katılmıştır. Başka yerlerde de camiye ait pek çok akar

ayrılmıştır.92

Resim 35 Selimiye Camii.

91 Zübeyde Cihan Özsayıner, “Üsküdar’dan Çalınan Vakıf Eserler”, Üsküdar Sempozyumu IV, İstanbul 2007, s.443. 92 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.194.

45

Küçük Selimiye Camii; Selimiye Hankahı Camii veya bulunduğu semtin ismi

ile Çiçekçi Camii olarak da bilinmektedir. Karacaahmet Mezarlığı’nın tam karşısında

Selimiye Camii Sokağı, Şair Nesimi Sokağı ve Tıbbiye Caddesi’nin kuşattığı arsa

üzerinde yer almaktadır.

Sultan III. Selim tarafından cami ile birlikte inşa ettirilen yapı, 1823’ten sonra

harap olmuş ve Sultan II. Mahmud döneminde 1834-36 yıllarında ihya edilerek

bugünkü halini almıştır.

Tekkenin mimari programı, halen yalnızca cami olarak kullanılan cami-

tevhidhanenin yanı sıra buna bağlı hünkâr kasrı, hazire ve bina emini şair Seyyid

Mehmet Pertev Paşa’nın hayır eseri olan kütüphaneden oluşmaktadır. Tekkede ayrıca

harem, selamlık, derviş hücreleri ve mutfak gibi bölümler de bulunmaktadır.

Tıbbiye Caddesi boyunca uzanan, moloz taş örgülü çevre duvarı üzerinde cümle

kapısı ile hepsi dikdörtgen açıklıklı olan on beş adet pencere sıralanmaktadır. Kapının

solundaki ilk pencere niyaz penceresi ve bundan sonra gelen iki tanesi ise tali niyaz

pencereleri olarak adlandırılmaktadır. Şair Nesimi Sokağı’nda bir kapısı daha bulunan

caminin diğer kenarları duvarlarla çevrilidir.

Resim 36 Küçük Selimiye Cami Kitabesi.

İki mısra ki yazdım dil-güşa beytü’l-kasîd oldu Bu dergâhı mücedded yapdı kutb-ı din Mahmud Han 1250 Bu zîba tekye-i Behcet-fezâ tarh-ı cedîd oldu 1251 Yesârîzâde Mustafa İzzet

Köşeleri kabartma rozetlerle süslü mermer sövelerin kuşattığı cümle kapısının

üzeri manzum metni M. Pertev Paşa’ya, ta’lik hattı ise Yesarîzade Mustafa İzzet

Efendi’ye ait altı satır, dört sütun halinde bir kitabe (Kitabe 13) bulunmaktadır.

Tekkenin Sultan II. Mahmud tarafından onarımı sırasında konmuş olan bu kitabede;

Mevleviliği ve Nakşibendiliği kendisinde toplayan Ali Behçet Efendi’nin ölümünden

46

sonra Sultan III. Selim tarafından yaptırılan bu hankahın harap olması, Sultan II.

Mahmud tarafından genişletilerek ihya edilmesi ile inşaatın başlama ve bitim tarihleri

gibi bilgiler yer almaktadır. Aynı kapının iç tarafında ise tekkenin yapımı sırasında

görülen bir rüyanın anlatıldığı sülüs hatlı, manzum metinli ikinci bir kitabe

bulunmaktadır. Ali Behçet Efendi’nin kabrine açılan niyaz penceresi üzerinde, ismi

geçen şeyhe ithaf edilmiş talik kitabe, yine Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi’ye aittir.

Avluya girildiğinde karşıda; musalla taşları ve cami görülürken sağ ve solda ise

hazireler bulunmaktadır. Girişin hemen solunda Ali Behçet Efendi ve haleflerinin kabri,

caminin güneyinde bugün imam meşrutası olarak kullanılan kütüphane ile sağında

sonradan bu avluya nakli yapılan Bandırmalı Ali Efendi ve yirmi kadar müridinin kabri,

batısında abdesthane ve imam meşrutası, kuzeybatısında okuma salonu, kuzeyinde Şair

Nesimi Sokağı’na açılan kapı ve doğusunda hazireler bulunmaktadır.

Dikdörtgen bir alanı (17.50x12m) kaplayan caminin sıvalı duvarları moloz taş

ve tuğla ile örülmüş, yapı kurşun kaplı kırma bir çatı ile örtülmüştür. Bir bodrum katı

üzerinde yükselen cami, harim ile kapalı bir son cemaat yeri ve ortadan kalkmış olan

hünkâr kasrından meydana gelir. Camiye iki kapıdan girilmektedir. Kuzey cephesindeki

kapı, cami cemaatı ve tekke mensuplarınca kullanıldığı bilinirken, hünkâr kasrının

altında biraz daha küçük olan doğu cephesindeki kapının ise padişah ve maiyeti

tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Son cemeaat yeri ile harimi ayıran duvarın

ortasında dikdörtgen açıklıklı harim girişi ve yanlarda yuvarlak kemerli ikişer pencere

bulunmaktadır. Üst kata, son cemaat yerinin batı duvarındaki merdivenden

çıkılmaktadır.

47Resim 37 Küçük Selimiye Camii.

Simetrik bir düzenlemeye sahip olan harimin güney duvarında dışarı çıkıntı

yapan yarım daire planlı mihrap nişi, yanlarda ikişer pencere, doğu ve batı duvarlarında

ise üçer pencere bulunmaktadır. Mihrabın, son cemaat girişinin ve yan duvarlardaki

üçlü pencere gruplarının ortasındaki pencerenin üzerinde yuvarlak birer tepe penceresi

yer almaktadır. Harim girişinin sağında ve solunda kare planlı birer maksure

bulunmaktadır. Yapının kuzeyinde yer alan asma kat, son cemaat yerinin üzerinde

dikdörtgen planlı bir nevi sofa görünümündedir. Kuzeydoğu köşesindeki hünkâr mahfili

ile kuzeybatı köşesindeki müezzin mahfili ahşap korkuluklarla harimden ayrılan

maksurelerden daire kesitli, kompozit başlıklı ikişer sütun ile desteklenmektedir. Her

iki mahfilin harime bakan yönleri ahşap korkuluk duvarları ile çevrilmiş ve bu

duvarların yüzeyi dikdörtgen göçertmelerle hareketlendirilmiştir. Ahşap bir bölme ile

sofadan ayrılan hünkâr mahfilinin doğu duvarında Sultan III. Selim ve Sultan II.

Mahmud döneminde revaçta olan yarım daire planlı bir niş bulunmaktadır.

Caminin kuzeybatı köşesinde çıkıntı yapan kare planlı kaide üzerinde yükselen

daire kesitli minarenin şerefesi süslemesiz olup konik ahşap külahı kurşun kaplıdır.

1930’lardan sonra ortadan kalkan hünkâr kasrı, caminin kuzeydoğu köşesinde

dışarı taşan yaklaşık 7x5m boyutlarında fevkani bir bölümdü. İnce mermer sütunların

taşıdığı hünkâr kasrı; ahşap duvarları, dikdörtgen pencereleri, doğu cephesindeki üçgen

alınlığı ve kurşun kaplı ahşap çatısı ile yapıya bir sivil mimari çeşnisi katıyordu.

Caminin cephelerindeki II. Mahmud dönemi ampir üslubunun sadeliğine karşılık

iç mekândaki mimari ayrıntılara ve süsleme unsurlarına Osmanlı baroğunun

hareketliliği hakimdir. Minber ve kürsü ahşaptır. Mihrabın içi sadeliği ile dikkat

çekerken alınlıkta iki mermer sütun üzerinde duran ayet-i kerimenin etrafı dönemin

anlayışına göre süslenmiş olup son derece hareketlidir.

Yaklaşık olarak 9x7m boyutlarında, kârgir duvarlı, beşik çatılı mütevazi bir yapı

olan kütüphanenin kitapları bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nde Pertev Paşa

bölümünde yer almaktadır.93

Nakşibendiliğe bağlı olarak faaliyete geçen, 1925 yılında tekkelerin

kapatılmasına kadar bu tarikata hizmet eden bu tekkenin ilk postnişini Kangırlı

(Çankırılı) Şeyh Abdullah Efendi, ikincisi Şeyh el-Hac Nimetullah Buhari ve üçüncüsü

Konyalı Ali Behçet Efendi’dir. Ayin günü Perşembe olan tekkenin postuna A. Behçet

93 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.264.

48

Efendi’den sonra oğlu Şeyh Mehmed Hidayetullah Efendi ile torunu Şeyh Mehmed

Said Efendi geçmişlerdir.

Geç devir Osmanlı mezarları açısından ilginç örnekler barındıran hazirede gerek

tasarımı, gerekse süslemeleri bakımından dikkate değer kabirler bulunmaktadır.

1940’lardan sonra yıktırılan Üsküdar’daki Salı Tekkesi’nin haziresi ve abdest teknesi de

Selimiye Tekkesi’nin avlusuna taşınmıştır.

Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii; Harem Vapur İskelesi’nden

Karacaahmet’e çıkarken Selimiye İskele Caddesi’nin solunda Harem Palas Otel’inin

önünde Defterdar Mehmed Tahir Efendi94 tarafından yapılmıştır. Eskiden vapur iskelesi

caminin hemen önünde bulunduğu için Harem Camii veya İskele Camii olarak da

bilinmektedir.

Resim 38 1860’larda Harem ve Defterdar M. Tahir Efendi Camii.

Defterdar Mehmed Tahir Efendi Camii inşa tarihinin Sultan II. Mehmed (1451-

1481) dönemi olarak gösterilip Sultan II. Mahmud döneminde yenilendiğinin

94 Mehmed Tahir Efendi, Defterdarlık Mektûbi Kalemi’nde hizmete başlayıp, yükselerek Tuğrakeş oldu. 1236/1820 yılında kendisine hocalık verilen Mehmed Tahir Efendi, bir sene sonra Sağ Ulufeciler Kâtibi, 1240/1824 yılında da Şıkk-ı Evvel Defterdarı oldu. 1244/1828 yılında orduya alınarak Sadaret Kethüdalığı, birkaç ay sonra ikinci defa Birinci Şık Derterdarlığı verildi. 1245/ 1829 yılında istifa etti. 1246/1830 yılı Evkaf Nazırlığı, 1247/1831 Şevval’inde ise Tevkıî (Nişancılık) ve Mısır Ordusu Defterdarlığı verildi. 1248 yılı Safer’inin ikisinde Payas’da öldü. Mehmed Tahir Efendi oraya gömüldü. Naaşının İstanbul’a getirilip banisi olduğu cami haziresine defnolunduğunu söyleyenler bulunsa da genel kabul Payas’da defnedildiği ve hazirede kendisine ait bir makam taşı bulunduğudur.( Süreyya Mehmed, Sicill-i Osmanî yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, [Haz.: Aktan Ali, Yuvalı Abdülkadir, Hülagü Metin], Sebil Yayınevi, İstanbul 1996, C.3, s.279).

49

belirtilmesi gerçeği yansıtmamaktadır.95 Camii, 1826/1242 yılında yapılmıştır. İ.Hakkı

Konyalı; “Caminin cadde tarafındaki sol köşesindeki 1248 rakamları ma’bedin 1248 H.

1832 M. yılında yapıldığını gösterir.”96 ifadeleriyle belirttiği tarihi, birkaç satır sonra

Defterdar Mehmed Tahir Efendi’nin ölüm tarihi olarak vermektedir. Doğru olan ölüm

tarihidir. Zira belirttiği köşede 1242 rakamları bulunmaktadır ki bu da miladi olarak

1826 yılına denk düşmektedir. Ayrıca Selimiye Camii’nin 1804-5’te tamamlandığı

dikkate alındığında Konyalı’nın “Bu cami Selimiye’den 22 yıl sonra yapılmıştır.”97

sözleri de yanlışlığı ortaya koymaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde camiye ait “Üsküdar’da Selimiye Vakfı

mülhakatından mûşârun ileyhin arazisind Harem İskelesi mahallesinde kain Defterdar

şıkk-ı evvel esbak merhum es-Seyyid Mehmet Tahir Efendi’nin Camii Şerifi Vakfı”

ismiyle kayıtlı 1243 tarihli bir vakfiye bulunmaktadır.

Bir zamanlar denize oldukça yakın olan cami, denize doğru eğimli bir arazide

halen nakliyat büroları olarak kullanılan bir alt yapı üzerinde fevkani bir yapıdır.

Özellikleri tüm detaylarında fark edilen ampir üslubunda inşa edilmiştir.

Cami, kuzey ve doğu tarafını saran bir

avluya sahiptir. Güney ve batı tarafından olmak

üzere avluya iki kapı açılmaktadır. Çeşitli ağaç,

çiçek, gül ve bodur bitkilerle son derece yeşil

olan avlunun caddeye açılan kapısının üstünde

yuvarlak mermer bir madalyon içinde nefis bir

sülûs ile “Ve hüves-Semîu’l-Alîm” yazılıdır.

Selimiye İskele Caddesine bakmakta olan bu

girişin önünde dört mermer sütunun taşıdığı

üzeri düz sundurma bulunmaktadır. Sivri bir

kemere sahip olan avlu kapısından içeri

girildiğinde; solda cami duvarına paralel bir

hazire, sağda tuvalet ve abdest muslukları ile bunların üzerinde bir teras, karşı köşede

kesme taş ve tuğladan yapılmış büyük bir su haznesi ile avlunun ortasında halen

kullanılmakta olan bir kuyu bulunmaktadır.

Resim 39 Defterdar Harem Camii.

95 Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İstanbul Fetih Derneği, İstanbul 1953, s.28. 96 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.298. 97 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.299.

50

Dörtkenarı yuvarlatılan yapı; kesme taş ve tuğlanın belirli bir sıra ile

dizilmesiyle renk ve hareket kazanmış mükemmel bir işçilik ürünüdür. Caminin

etrafında altlı üstlü otuz üç tane pencere bulunmaktadır. Alt sıradaki pencereler

dikdörtgen olup üzerlerinde tuğladan yapılmış içi doldurulmuş bir bölüm vardır. Üst

sıradaki pencerelerin tepeleri kemer şeklinde olup üzerlerinde ise ayrıca yine tuğladan

kemerler bulunmaktadır. Camide pencerelerin çokluğu iç mekânın son derece aydınlık

olmasını sağlamıştır.

13,95x12,35 boyutlarındaki oldukça ferah bir mekândır. Batı tarzı süslemelerle

taçlandırılan harim kapısının solundaki küçük mekân Mescid haline getirilmiştir. Dört

tane ahşap sütunla enlemesine ayrılan alt kat mahfili üzerindeki geniş ama özelliği

olmayan üst kat mahfiline arz kapısı sağından taş basamakları olan bir merdivenle

çıkılmaktadır. Göbeğe altı kollu yıldız biçimi verilen tavan ahşap olup küçük karelere

ayrılmıştır.98

Zengin süslemeleri

ile ampir üslubunun

özelliklerini kuvvetle

hissettiren mihrap, basit bir

niş halindedir. Mihrabın

içinde asma bir kandil tasviri

bulunmaktadır. Vaaz kürsüsü

gibi minber de ahşaptır.

Oldukça sade ve onbir

basamaklı olan minberin;

kenger yaprakları ile bezeli,

sivriltilmiş külah görünümlü girişinde “Bismillahirrahmanirrahim” yazılı bir tablo

asılıdır. Aynalıkta küçük bir çiçek vardır. Aynalığı çeviren en dış bordürde ise aynı

çiçeğin yarım olarak birkaç yere yerleştiril

Resim 40 Defterdar Tahir Efendi Harem Camii.

diği görülmektedir.

Cami içindeki bütün hat levhaları Mehmet Tahir Efendi’ye aittir.99 Bunlardan

“Ya hazreti Bilal-i Habeşî radıyallahü anh” yazılı ve 1242 tarihli yaklaşık 100x30 cm

ebadındaki talik hat levhası ile 19. yüzyıla ait ahşap üzerine kazıma tekniğinde

98 Enis Karakaya, “Tahir Efendi Camii”, Dünden Bugüne…, C.7, s.190. 99 Enis Karakaya, a.g.m., C.7, s.190.

51

yapılarak yaldız ile boyanmış 75 cm çapındaki 6 adet (Allah, Ebubekir, Osman, Hasan,

Abdurrahman, Ebubeyde) hat levhası 28.02.2005 tarihinde çalınmıştır.100

Caminin kuzey batı tarafına yapılan minare, daha sonra camiye ek yapılmasıyla

batı tarafta kalmıştır. Soğan bir kaide üzerinde taşların düz ve diyagonal yerleştirilmesi

sonucu yükselen minare için de renkli ve hareketli görünümden bahsetmek mümkündür.

Deniz tarafından bakıldığında alt sıradaki pencerelerin hizasından başlayan minarede;

şerefeye kadar beş, şerefeden sonra üç olmak üzere toplam sekiz sıra taş kuşak vardır.

Eski fotoğraflar minare üzerinin sıvalı olduğunu göstermektedir. Tek şerefeli, ince

gövdeli minarenin alemine doğru uç kısmı külaha benzer şekliyle göze çarpmaktadır.

Cami, kiremitle örtülü meyilli bir çatıya sahiptir.

1962 yılına kadar mabed, deposu ve avlusu harap halde idi. Mehmet adlı bir

hayırseverin gayretiyle ve halkın yardımlarıyla cami, minaresi, avlusu tamir edilerek

yenilenmiş, bahçesi düzenlenmiş ve abdesthanesi yapılmıştır.101 Caminin kuzey tarafına

iki katlı bir ek yapılmıştır. Bu ek; üç bölüm olup yanlar kapalı birer son cemaat yeri,

ortadaki alan ise camiye ilk giriştir. Yan bölümlerin üzeri kapalı iken girişin üzeri

açıktır. Girişte hem kadınlar bölümüne çıkan bir merdiven hem de ana mekâna ve yan

odalara birer giriş vardır. Girişin solunda kalan odaya dışarıdan özel bir kapı ile

girilebilmektedir. Vakit dışında gelen cemaatin namazını kılabilmesi için burası sürekli

açıktır. Diğer bölümler ise vakitlere göre açılıp kapatılmaktadır.

Minarenin eski fotoğraflarına baktığımız zaman üzerinde yarı dökülmüş sıvalar

görmekteyiz. Genel tamiratta minare de bugünkü haline getirilmiştir.

Avlu içerisinde sonradan yapılan düzenlemeler ile mükemmel bir atmosfer

oluşturulmuştur. Çiçek, gül ve ağaçlar caminin manevi havasını kuvvetlendirmektedir.

Bugün Vapur İskelesi ile cami arasında Harem Otogarı bulunmaktadır.

Otogardan Selimiye Kışlası’na doğru bakıldığında parktaki ağaçların arkasında

minaresiyle varlığını hissettiren cami etrafında; Harem Otel, harap durumda olan bir

çeşme, cami lojmanı, Mini Harem Otel, Harem Park ve çeşitli dükkânlarla birlikte

apartmanlar bulunmaktadır.

100 Zübeyde Cihan Özsayıner’in verdiği bilgiler cami cemaatinin anlattığı hırsızlığı doğrulamaktadır. Ancak çalınan talik hat levhasını doğru belirtirken özellikleri ve içeriğini (Mehmet Sami ketebeli, H.1307 tarihli, kağıt üzerine yaldız ile “Garik i bahr i isyanem, dehalek ya resul Allah’’) aynen Kaptanpaşa Camii’nden çalınan levhalar için de zikretmektedir.( Zübeyde Cihan Özsayıner, a.g.e., s.443,) 101 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., s.297.

52

Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı; Selimiye Haydarpaşa Caddesi’ndeki

Darüssaade Ağası Namazgâhı ile aynı bölgede bulunmaktadır. Namazgâh hakkında

Özdamar, “benim tahminlerime göre bu caddenin çevresindeki park ve bahçelere

tekabül ediyor.”102 demektedir.

Nevnihal Hatun Namazgâhı; Selimiye’den Haydarpaşa’ya giderken Duvardibi

durağının biraz ötesindeki soldaki köşede, Sultan Selim-i Salis Vakfı’na bağlı 293 ada 8

parsel sayılı namazgâhtır. Bugün ayakta duran namazgâh taşı, halk tarafından kabir taşı

sanıldığı için yeşile boyanmış ve bir de yanına mum yakma yeri oluşturulmuştur.

Kitabesinde: “Küllema dehale aleyha Zekeriyya’l-mihrab şevketlü efendimiz cariyesi

merhum? Ve mağfurun leha saraylı Nevnihal Hatun’un hayratıdır. Ruhu şad olmak içun

rızaen lillah el-Fatiha 1227 H. (1812)” yazmaktadır.103

Sultan III. Selim Namazgâhı; Selimiye Mahallesi Harem İskele Sokağı’nda 12

ada 1 parsel sayılı namazgâhtır. Sultan III. Selim Namazgâhı, şehir imar planında yeşil

alan olarak gözükmektedir.104 Bu namazgâhın yakında çeşmesi bulunan Daya Kadın’a

ait olduğu da söylenmektedir. Önündeki küçük dökme çeşme, sonraları yok olmuştur.

Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı; Selimiye Mahallesi’nde Daye Kadın, Selimiye

Camii ve Selimiye Hamam sokakları ile çevrili bir park içerisindedir. Kıble taşının bir

yüzünde ayeti kerime ve tarih, diğer yüzünde ise üzerinde ise ruhuna istenilen fatiha ile

birlikte banisinin ismi yer almaktadır.

102 Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 103 Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 104 Mustafa, Özdamar,, a.g.m., s.103-104.

Resim 42 Kıble Taşı. Resim 41 Nevnihal Hatun Namazgâhı.

53

“Külle mâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâb”

1239

Sâhibu’l-hayrat merhum el-hac Mustafa Ağa

ruhuna Fatiha.”

Yapıldığında 10.75 metre eninde ve 8

metre boyunda olan bu namazgâhın set duvarları

yıkıldığından park içerisinde sadece halkın yatır

olarak bildiği kıble taşı kalmıştır. Namazgâhın

bulunduğu park yerinde Sultan III. Selim tarafından

Selimiye Camii’ne gelir getirmesi için yaptırılan

kumaş tezgâhları bulunmaktaydı. Yüzden fazla

tezgâhın çalıştığı bu yerde namazgâh bir nevi

yazlık mabed olarak kullanılmaktaydı.105

Resim 43 Mustafa Ağa Namazgâhı.

Namazgâhın sol tarafında parkın köşesinde bir büfe bulunmaktadır. Büfenin

önünde ise namazgâha ait olduğu söylenen kuyu yer almaktadır. Hatta büfe kenarında

bir duvar yükselmekte ve kuyunun namazgâha bakan kısmında beton içerisinde üzeri

kırılmış mermerler görünmektedir. Belediye tarafından Mayıs 2008 tarihi itibariyle park

düzenlemesi yapılmaktadır. Çiçekçi’deki Ayşe Veliye Hanım Namazgâhı’nda olduğu

gibi Mustafa Ağa Namazgâhı’nın da düzenlemesi önemli bir kültür hizmeti olacaktır.

Harem Ağası Ahmed Ağa Namazgâhı; Selimiye Mahallesi Selimiye

Meydanı’ndadır.106

19. yüzyıl dini yapılarından camiler, bulundukları yerlerde hizmet vermeye

devam etmektedirler. Selimiye Camii, kışla cami olarak yapılsa da mahalle sakinlerinin

ibadet ettiği bir mabeddir. Ayrıca asker emeklilerinden vefat edenlerin cenaze namazları

da genelde burada kılınmaktadır. Çiçekçi Cami, Selimiye Tekkesi’nin bazı

değişikliklerle camiye dönüştürülmüş şeklidir. Cami avlusu içerisindeki kütüphane

binası, kitaplar taşındığı için lojman olarak kullanılmaktadır. Ayrıca hazireye sonradan

eklemeler yapılmıştır. Defterdar Mehmed Tahir Efendi Camii ise bölgenin nabzını

tutmaya devam etmektedir. Bölge sakinleri yanında çalışanların ve yolcuların ibadet

mekânıdır. 1960’lı yıllarda geçirdiği tamiratta kuzeybatısına ekleme yapılmıştır.

Namazgâhlara gelince bir kısmı kaybolurken varlığını sürdürenler de yapılış amacına

105 Mehmet Mermi Haskan, a.g.e., C.2, s.1003; Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 106 Mustafa Özdamar, a.g.m., s.103-104.

54

uygun bir şekilde kullanılmamaktadır. Uygunluk olarak düşünülürse mihrab taşını

gören halkın bir kısmı yatır düşüncesiyle fatiha okuyarak geçmektedir.

4.2. KAMU YAPILARI Selimiye Kışlası bölgede yapılan cami, hamam, mektep ve matbaa gibi pek çok

eserin hiç şüphesiz merkezini oluşturmaktadır. Kamu yapıları olarak ele aldığımız bu

yapılar; askeri, eğitim, kültür, sağlık, ulaşım ve su yapıları olarak sınıflandırılmaktadır.

Birkaçı istisna edilirse geneli günümüze gelmiş olan bu yapıların kısa bir şekilde hayat

hikâyeleri irdelenmektedir. Yapının yeri, banisi, biliniyorsa mimarı, mimari özellikleri,

geçirdiği tamiratlar ve yapılan değişiklikler fazla ayrıntıya boğmadan sunulmaya

alışıl aktadır. Bu dönemin eserleri genel hatları ile Tablo 4.2’te belirtilmektedir. ç m

   Tablo 4.2 19. Yüzyıl Kamu Yapıları

  Yapının Adı  Banisi  Tarihi  Hali 1  Selimiye Kışlası  Sultan III. Selim  25.08.1800  Mamur2  Matbaa  Sultan III. Selim  03.05.1803  Yıkıldı 3  Pertev Paşa Kütüphanesi  Pertev Paşa  1836 /1252  Mamur4  Haydarpaşa Askerî Hastanesi   Sultan Abdülmecid  1846  Mamur5  Mekteb‐i Tıbbiye‐i Şahane  S. II.  Abdülhamid  1900‐1 / 1318  Mamur6  Haydarpaşa Numune Hastanesi  S. II.  Abdülhamid  1901  Mamur7  Baytar Mektebi  S. II. Abdülhamid  1894 / 1311  Mamur8  Selimiye Sıbyan Mektebi  Sultan III. Selim  1804‐5 / 1219  Mamur9  Defterdar M. Tahir Efendi Mektebi M. Tahir Efendi  1826 / 1242  Yıkıldı 10  Haydarpaşa Garı  S. II. Abdülhamid  19.08.1 08 9 Mamur11  Haydarpaşa Limanı  S. II. Abdülhamid  1899‐1 03 9 Mamur12  Haydarpaşa İskelesi  ‐  ‐  Mamur

4.2.1 Askeri Yapılar

Toplumsal bozulmaların ıslahına ordudan başlayan Sultan III. Selim döneminde

iki önemli askeri yapı ile karşılaşmaktayız. İlk olarak Haydarpaşa Kışlası yapılır fakat

zamanla ihtiyaca cevap veremez hale gelince bölgenin kaderini değiştirecek Selimiye

Kışlası’nın yapımına başlandığını görmekteyiz. Mimari yapısıyla güçlü bir devlet

görüntüsü verecek olan yeni kışlanın kısaca mimari özellikleri, inşa edildiğinden bu

yana ne gibi değişiklikler geçirdiği ve zaman içinde kullanım şekilleri anlatılmaktadır.

Haydarpaşa Kışlası; Selimiye Kışlası’ndan önce Haydarpaşa Askeri

Hastanesi’nin bulunduğu yerde Sultan III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa

tarafından yaptırılan kışladır. Ahşap ve küçük olduğu bilinen bu kışla, 24 Şubat 1793/13

Recep 1207 tarihinde kurulan Nizam-ı Cedid askerleri için yaptırılmış ilk yapıdır. On

55

yıl içerisinde Selimiye Kışlası’nın da yapılması; beklentilerin ve asker sayısının artması

gibi nedenlere dayanmaktadır. Yarım asırlık bir ömrü olan Haydarpaşa Kışlası’nın

yerine, 1845/1261 tarihinde Sultan Abdülmecit (1839-1861) tarafından yeni bir

hastahane yaptırıldı.107

Selimiye Kışlası; Kavakderesi vadisiyle Harem İskelesi’ne inen vadinin

arasında yükselen bir tepe üzerine yapılan kışla; bugün adıyla anılan mahallenin

Bükücüler Hanı Sokağı, Çeşme-i Kebir Sokağı ve Kavak İskelesi Caddesi ile çevrili çok

geniş bir alanını kaplamaktadır.

Türkler, devlet olmaktan

önce ordu oldukları için bu kurum,

genellikle devlet örgütünün ana

ekseninde yer almıştır. Ordu,

Osmanlı ülkesinin maddi varlığını

ve halkın manevi değerlerini

korumakla yükümlü olduğu için

dönemindeki bütün devletlerde

olduğu gibi silahlı bir güçtür. Bu

yapı, sadece iman gücüyle hareket

eden kuru kalabalıktan ziyade

çağının ileri teknolojisini de kullanan

esnek ve işlevsel bir mekânizmadır. Dünya jeopolitiğinin en hassas bölgelerini elinde

tutmak isteyen bir devletin, mevcut durumunu koruyup sürdürebilmesi için sadece

silahlı gücüne dayanması elbette ki yeterli olmayacaktır. Bunun yanında bütün

kurumlarını da sürekli savaş halindeki bir ordu gibi örgütlemek z

Resim 44 Selimiye Kışlası.

orundadır.108

Osmanlı Devleti’nde ordu ve yönetimin batı örneğine göre yeniden

örgütlenmesi, işlevlerine uygun yeni binalar yapılmasını gerektirmiştir. Selimiye

Kışlası’nın yapılış ve günümüze ulaşan biçimini alış süreci ile modern düzenli ordunun

kuruluş tarihi iç içedir. İlk girişimler Sultan III. Ahmet (1703-1730) döneminde

Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın çabalarıyla başlatılmıştır. Patrona Halil

Ayaklanması ile çalışmalarına son verilen 300 kadar talimli asker, Haydarpaşa Çayırı

olarak bilinen az meyilli arazide çalışıyordu. Burası aslında eski Kavak Sarayı’nın

107 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1361. 108 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.59,67.

56

bahçesidir. Sultan III. Selim (1789-1807) döneminde Nizam-ı Cedid askerinin

oluşturulma girişimleriyle birlikte (1793), bu bölgenin kullanılması tekrar gündeme

gelmiştir.109

Selimiye askeri sitesi; parlak geçmişe sahip bir imparatorluğun, yüzünü Batı’ya

çevirip çağdaşlaşmaya çalışırken, ordu konusunda geniş çaplı ve sağlam bir yapılanma

içinde olduğunu göstermektedir. Bu site, özellikle de ana kışla yapısı, yüzyılların

deneyiminden geçmiş Osmanlı yönetim geleneğinin, çağdaşlaşmak isterken orduyu yine

en büyük umut olarak gördüğünün, onu baş tacı ettiğinin bariz bir işaretidir. Askeri yapı

ve sitelerin; genellikle kare veya dikdörtgen planlı, iki veya üç katlı ve orta avlulu

olarak tasarlanması, yatay bir kütle halinde uzanan cephe düzenlerinin köşelerine birer

kule yerleştirilmesi, yükseltilip genişletilerek köşelere belirginlik kazandırılması,

Osmanlı’daki büyük devlet imajının, adeta binalara yansımış görüntüleridir.110

Selimiye’de ilk kışla 24 Şubat 1793 tarihinde kurulmasına karar verilen Nizam-ı

Cedid askerleri için Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır. (13 Recep 1207) bu kışla

için hazırlanan için hazırlanan kitabe (Kitabe 14), bugün mevcut olmasa da cümle

kapısı üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.111

Aynî fitil mısra’ım dâ’im serîr-efşan olur

Ceyş-i mu’allem kışlası bünyad kıldı Şeh Selim

1215(1800)

Kışlanın tamamlanması üzerine şu tarih düşürülmüştür:

Sürb-i tüfenk-hânedir bil bu tarihte

Cend-i muallem kışlası yabdı yeniden Han-ı Selim

Bodrum ve zemin katları taş, tavanları ahşap malzemeyle yapılan kışla, 1807

Yeniçeri Ayaklanması’nda yandı. Sultan II. Mahmut, en ve boyları ilk kışla ile aynı

olacak şekilde kârgir olarak yeniden yapımını başlattı. Bir cephesi yapıldıktan sonra

Sultan II. Mahmut’un ölmesi sonucu Sultan Abdülmecit tarafından devam ettirilen diğer

üç cephe, ancak uzun bir sürede (1842-1853) tamamlandı.

109 Afife Batur, “Selimiye Kışlası”, Dünden Bugüne…, C.6, s.515. 110 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478; Kıymet Giray, XIX. Yüzyıl Mimarî Arayışlar, Thema Larousse-Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993-4, C.6, s.337. 111 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1259-60.

57

Resim 45 Selimiye Kışlası ve Camii.

Harem’deki Kavak Sarayı arazisi üzerinde 25 Ağustos 1800’de temeli atılarak

inşaatına başlan kışlanın mimarı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bu askeri sitedeki

yapıların planlamasının, Hassa Başmimarlığı’nda bulunmuş iki mimar olan Ahmet

Nurullah ve Mehmet Arif Efendi ile mühendis Abdurrahman Efendi’ye ait olduğu

belirtilmekle birlikte112 Kirkor Balyan’ın eseri olduğu da söylenmektedir. Bu eserlerde

sadece yanan kışlayı Kirkor Balyan’a atfedenler113 olduğu gibi sadece yenilenen

kışlayı114 veya her iki kışlayı (yanan ve yenilenen) da atfedenler vardır.115 Kirkor

Balyan’ın, 1825’te mimarbaşı olup kışlanın planlarını çizen Abdülhalim Efendi

nezaretinde kalfa olarak116 çalıştığı bilgisi ise yenilenen kışlanın mimarının kim

olduğunu ve Kirkor Balyan’ın kışlaların yapımındaki rolünü belirtmeye çalışmaktadır.

1847’de çıkan yangından sonraki tamir ise; İngiliz mimar Simith tarafından

gerçekleştirilmiştir.

Selimiye Kışlası, genellikle portal ve kulelerde belirginlik arz eden eklektisist

anlayışın egemen olduğu döneme ait bir yapıdır. Cephelerde Rönesans, kulelerde Barok

üslubu hâkimdir. Barok öğeler ağırlıkta olmakla birlikte bu gruba girmeyecek

112 Mustafa Cezar, a.g.e., s.474. 113 Oktay Aslanapa, a.g.e., s.426-428. 114 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478. 115 Afife Batur, a.g.m., C 6, s.515. 116 M. Nermi Haskan, a.g.e. C.3, s.1263.

58

süslemeler de bulunmaktadır. Büyük cephe duvarlarının tuğla ve taş sıralardan

oluşması, binaya dekoratif bir görünüm kazandırmıştır.117

Sultan II. Mahmut ve

Sultan Abdülmecid dönemi

eseri olan günümüzdeki

Selimiye Kışlası; katların

hepsi manzaraya açık ahenkli

cepheler halinde, her

cephesinde kat sayısı değişik

olarak İstanbul’a ve

Marmara’ya hâkim, geniş ve

meyilli bir arazi üzerinde

oturmaktadır. Temel duvarının

yüksekliği her tarafta aynı değildir. Kat boyundan yüksek yerler olduğu gibi, yok

denecek kadar sıfırlaşan yerler de vardır. Dikdörtgen biçiminde geniş bir bahçeyi

çevreleyen, dört köşesinde yedi katlı kuleler yükselen kışlanın Marmara cephesi 267 m.

iken, yan cephesi 200 m. uzunluktadır.118

Resim 46 Harem Sahili ve Selimiye Kışlası.

Zemin hariç üç katlı olan kışlada bulunan 228 büyük odadan bir kısmı, son

restore sırasında bölünerek küçültülmüş olsa da; kışla, 3000 pencere ile

aydınlanmaktadır. Cephelerin dikine dilimlere ayrılması, kışlaya sadelik ve resmiyet

görüntüsü vermektedir. Her bir dilimde üçer pencere bulunmaktadır. Oda ve tavan

döşemeleri ahşaptır. Kısmen ahşap olan koridorlar ise sonradan betonarme yapılmıştır.

Pencerelerin çokluğu, koridorların genişliği ve odaların büyüklüğü yapıya ferahlık verir.

Duvarların çok kalın oluşu ise, sıcak ve soğuk havaya karşı koruma sağlamaktadır.

Kışla, kırma çatı ile örtülmüştür.

Kışlanın köşelerinde; ikisi (1827-28) Sultan II. Mahmut, ikisi Sultan

Abdülmecid dönemine ait, alt kat ölçüleri 7,9 x 7,9 m. olan kare planlı, yedişer katlı

dört tane kule bulunmaktadır.119 Beşinci kata kadar aynı genişlikte yükselen kuleler,

altıncı ve yedinci katlarda daralmaktadır. İlk beş katta dikdörtgen üçer pencere

117 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478. 118 Oktay Aslanapa, a.g.e., s.426-428. 119 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1264.

59

bulunurken, altıncı katta iki, yedinci katta ise yuvarlak kemerli bir tane pencere

bulunmaktadır. Dilimli kubbe ile örtülen kulelerin üzerinde alemler vardır.

Kışlanın dört farklı girişi vardır ki bunlardan birincisi doğu tarafındaki 1852

tarihli Nizamiye Kapısı’dır. Üzerinde etrafı şekillerle bezenmiş, Sultan Abdülmecit’in

tuğrası vardır. Ayrıca hattat Ali Haydar Efendi’ye ait on altı mısralık kitabe (Kitabe 15)

ile birlikte “Biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır”. hadisi de bulunmaktadır.

Batıda Talimhane Meydan’ından Marmara Denizi’ne bakan 1827 tarihli (Kitabe 16),

kuzeyde Harem İskelesi’ne bakan 1842 tarihli (Kitabe 17) ve güneyde Kavak İskelesi

Caddesi’ne bakan 1842 tarihli kapılar (Kitabe 18) ise kışlanın diğer üç girişidir.120

Resim 47 Harem Dolmadan Önce Denizden Selimiye Kışlası.

Selimiye Kışlası, 1854-1856 Kırım Savaşı’nda hastane haline getirilmiştir.

İngiliz askerlerine tahsis edilen kışla, savaşın bitiminde harap edilerek bırakıldığı için

yeniden onarılmıştır.121 Son iki dünya savaşında askerlere verilmiş, bir süre tütün

deposu, sonra Askerî Ortaokul olmuş ve 1963’te bu okul lağvedilmiştir. Tekrar restore

edilen yapı, bugün I. Ordu karargâhı olarak kullanılmaktadır.

Nizam-ı Cedit kışlalarının en büyüğü olan Selimiye Kışlası; bir zamanlar sadece

Ortadoğu ve Balkanlar’ın değil dünyanın en büyük yapılarından biri sayılmaktaydı. Yer

aldığı topografyanın büyük yapılarından biri olan Selimiye; ağır, ciddi ve geometrik

kütlesi ile bugün dahi Anadolu yakasının haklı olarak en etkileyici yapısıdır. Üstelik

120 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1266-68. 121 Afife Batur, a.g.m., C.6, s.515.

60

arazi üzerindeki konumu ve kat yükseklikleri sebebiyle insan gözünü rahatsız etmeyen,

kente ve çevreye saygılı bir yapıdır. Çok sayıda koğuş, dershane, toplantı salonları ve

koridorlarıyla sanki taştan yapılmış bir kasabadır.122

4.2.2. Eğitim ve Sağlık Yapıları

Eğitim, kültür ve sağlık yapıları ile bölgede yapılan matbaa, kütüphane, fakülte

ve hastaneler kastedilmektedir. Bu eserleri aktarırken eğitim yapıları, sağlık yapıları

şeklinde gruplandırıp ayrı ayrı ele almak yerine yapım tarihlerine göre karışık olarak

aktardık. Her bir eserin yeri, banisi, mimarı, mimari özellikleri, geçirdiği tamiratlar ve

zaman içinde meydana gelen değişikliklerine yer verdik.

Üsküdar Matbaası; bölge tarihi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Kültür ve

bilginin yayılması noktasında Avrupa’da bir devrim yaratan matbaanın; Osmanlılar

tarafından iki asrı aşkın bir süre gerekli ilgiyi görmeyişi, Avrupa ile Osmanlı

kültürlerinin gelişme hızlarında küçümsenemeyecek bir fark ortaya çıkarmıştır.123

Sultan II. Bayezid (1481-1512)’e ait 1485 tarihli matbaanın kullanımını

yasaklayan bir fermanının bulunması, Osmanlı Türkleri tarafından matbaanın ilk çıktığı

andan itibaren bilindiğini göstermektedir. 1493 yılında İstanbul’da ve birkaç yıl sonra

da Selanik’te Türkçe ve Arapça baskı yapmamaları kaydıyla Yahudi ve Ermenilere

matbaa kurma izni verilirken, Türkçe yayına ancak 5 Temmuz 1727 tarihinde müsade

edilmektedir. Bu tarihte sadaret mektupçusu olan ve daha önce Fransa’ya giderek söz

konusu teknolojiyi görüp hayran kalan Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Efendi ile

basım teknolojisini bilen ve Osmanlı hizmetine girmiş olan Macar asıllı İbrahim

Müteferrika bir matbaa kurmaya

karar verdiler. İbrahim Müteferrika

gerekli izni alabilmek için

matbaanın İslam ülkelerinde

uygulanmamış olmasının zararları,

Müslümanların Avrupalılara

kıyasla geri kalmalarının

sebeplerinden birinin basma

sanatının yokluğu olduğunu ve

Resim 48 Üsküdar Matbaası. 122 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.139. 123 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.103-4.

61

kurulduğunda sağlayacağı faydaları içeren “Vesiletü’t-Tıbaa” isimli bir levha hazırlayıp

Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’ye ve diğer

ilgililere sundu. Matbaanın kurulması için yapılan müracaata şeyhülislamın olumlu

hükmü akabinde 1727 Temmuz’unda Sultan III. Ahmet tarafından gerekli izin verildi.

Bu izinden hemen sonra Viyana’dan araç gereçler getirilerek Ocak 1729’da ilk olarak

iki ciltlik Arapça-Türkçe sözlük olan “Vankulu Lügati”basıldı.

en Üsküdar’a taşındı.124

1745’de İbrahim Müteferrika’nın vefatıyla bir süre durgunluk yaşayan

matbaanın imtiyazı, Sultan I. Mahmud’un Ocak 1747 tarihli fermanıyla Rumeli Kadısı

İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmet Efendi’ye geçti. 1757’de Kadı İbrahim

Efendi’nin vefat etmesi birlikte 1784’e kadar matbaa faaliyetlerine ara verildi. Bu

tarihlerde Fransız elçiliğinin matbaaya ait ne varsa Kadı İbrahim Efendi’nin

terekesinden satın alma girişimi duyulunca Sultan I. Abdülhamid 1784 tarihli ferman ile

Vakanüvis Ahmed Vasıf Efendi ile Beylikçi Raşit Efendi’ye yeni bir matbaacılık

imtiyazı verildi. 1787’de Ahmed Vasıf Efendi’nin İspanya Sefareti’ne atanmasıyla

ortaklık bozulunca yalnız kalan Raşit Efendi, bir süre matbaayı işletti ve sonra süresiz

olarak kapattı.

1795 yılında Hasköy’de kurulan Mühendishane’nin alt katında öğrencilerin

faydalanacakları kitapları basmak

üzere bir matbaa tesis edildi. Raşit

Efendi’nin basmahane takımları ve

basılmış 316 cilt kitap 25 Şubat

1797’de 7.500 kuruşa satın alındı.

Mühendishane Matbaası, kendisine

ayrılan yerin dar gelmesi sebebiyle

öncelikle Sultanahmet’te Öküz

Mehmed Paşa Medresesinin bulunduğu

Kapalı Fırın semtine, buradan da yine

aynı sebeple hiçbir faaliyet

gösteremed

Resim 49 Üsküdar Matbaası.

124 Kemal Beydilli, “Nizâm-ı Cedid Şehri Üsküdar’da Matbaacı Bir İmam:Doğancılar İmamı Hafız Mehmed Emin Efendi”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.555; Abdullah Saydam, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Derya Kitabevi, Trabzon 1999, s.493; Turgut Kut, Yazmadan Basmaya: Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar,Yapı Kredi Bankası, İstanbul 1996 s.10; Toderini Giambatista, (Haz.: Şevket

62

Üsküdar Matbaası; Selimiyye vakfı arazisi üzerinde, Harem İskelesi arkasında,

yeni yapılan büyük ve müstakil bir binadır. 11 Muharrem 1218 (3 Mayıs 1803)’te

“Dârü’t-tıbâ’ati’l-Cedîdetü’l-Ma’mure” ismiyle açılan matbaaya şair Aynî tarafından

(Kitabe 19);

“Musahhih bendesi Aynî dedi tarahi matbû’un

Üçüncü Şeh Selim dâr-ı tıbâ’a eyledi inşâ”

1217 tarihi düşüldü.125

Üsküdar matbaası genel yayınlara ayrılırken Mühendishane Matbaası ders

kitapları basmaya devam etmiştir. Basım tarihi belli birkaç kitap ile basım tarihi belli

olmayan birçok geometri kitabı bu hususu doğrulamaktadır.126

Kabakçı Mustafa İsyanı (25 Mayıs 1807/17 Rebiülevvel 1222) ’ndan sonra

Üsküdar Matbaası’nın çalışmaları aksayınca gizlice faaliyet gösteren azınlık

matbaalarının ustalarla ilgilenmeye ve onları kendilerine çekmeye başladıkları ve bunun

üzerine Üsküdar Matbaası dışında kitap basımının yasaklandığı görülmektedir.

Üsküdar matbaası kâr ve zarar esasına göre çalışması beklenen bir kamu

işletmesidir. Mühendishane Matbaası gibi askerî eğitim sisteminin tamamlayıcı bir

parçası olarak düşünülmemiştir. Piyasaya açık ve askerî eserler dışında diğer konularda

da kitap basan sivil bir kuruluş olarak çalışması ön görülmektedir.

Her türlü eserin basım tekeli bu matbaaya verildiğinden başka yerde eser

basılması yasaklanmıştır. Matbaanın kâra geçmesi halinde; devletin koyduğu sermaye,

masraflar ve maaş giderleri düşüldükten sonra kalan fazla gelir İrad-ı Cedid Hazinesi’ne

aktarılacaktır. Fakat konulan sermayenin azlığı, basılan kitapların taşraya

pazarlanamaması ve elde kalması, mevcut kitapların satışının uzun zaman alması gibi

sebeplerden dolayı hedeflenen başarıya ulaşılamamıştır. 1807 senesi sonlarına doğru

müderris Abdurrahman Efendi tarafından hazırlanan bir raporda bu durum açıkça dile

getirilmiştir. Ancak matbaa “kamu yararı olan” bir kurum olarak görüldüğünden

devletin el uzattığı bir işletme olma vasfını daima korumuştur.127

Rado, Terc.: Rikkat Kunt), İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk matbaacılığı, Yayın-Matbaacılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul 1990, s.125. 125 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.528. 126 Toderini Giambatista, a.g.e., s.125; Turgut Kut, a.g.e., s.10. 127 Kemal Beydilli, “Üsküdar Matbaası ve Burada Basılan Eserler Listesi (1802-1824)”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.58-62.

63

Matbaa, 30 Haziran 1823’te 20.000 kuruşa satın alınan bugünkü İstanbul

Üniversitesi Merkez Kütüphane’sinin yerinde terkedilmiş bir halde bulunan Kaptan

İbrahim Paşa Hamamı’na taşındığında tarih 6 Nisan 1924/7 Şaban 1239’u

göstermektedir. Üsküdar Matbaası’nda 1802-1824 yılları arasında basımı yapılan Din,

Dilbilgisi, Lügat, Hendese, Mantık, İlm-i Belâgat ve inşa/Retorik, Tıp, Tarih, Coğrafya,

Atlas, Fenn-i Harb, Astronomi ve Nizam-ı Cedid Tanıtımı gibi farklı alanlardaki

eserlerin tümü, Beydilli tarafından bir liste haline getirilmiştir.128

Pertev Paşa Kütüphanesi; Tıbbiye Caddesi üzerindeki Çiçekçi Camii’nin

avlusundadır. 1252 (1836) tarihinde, şair ve devlet adamı Pertev Paşa tarafından

yaptırılmıştır. Dikdörtgen şeklinde, yığma taştan inşa edilen bu küçük binanın çatısı

ahşaptır. Bir antre ve bir okuma salonundan ibarettir.

Bugün meşruta olarak

kullanılmaktadır. 665 yazma, 47

adet basma eserden oluşan

kütüphane Cumhuriyet

döneminde öncelikle Ali Emiri

Kütüphanesi (Millet

Kütüphanesi)’ne ve 1963’de de

Süleymaniye Kütüphanesi’ne

nakledilmiştir. Kütüphanenin ilk

müderrisi Vezirköprülü Ali

Cami Efendi’dir. Pertev Paşa,

yaptırmış olduğu bu kütüphane için şu tarihi düşürmüştür:

Resim 50 Pertevpaşa Kütüphanesi.

“Hitamında didiler böyle tarih Kütüphane yapıldı Hamdullah”

1252

Kütüphane ilk olarak 1806/1221’de Sultan III. Selim tarafından cami sahnındaki

dolaplarda tesis edilmiştir. Defter-i Kütüphane-i Selimiye’ye göre 1893/1311 tarihinde

kütüphanede 1320 cilt bulunuyordu. Pertev Paşa’nın 1836 tarihli vakfiyesinden

öğrendiğimize göre, kütüphanenin yüksek maaşlı iki hafız-i kütübü vardı. Bunlar tekke

mensupları arasından seçiliyordu. Ancak, tekke mensupları arasında bu görevi yapacak

dirayetli kimsenin bulunmadığı zaman hariçten emin ve mutemet bir kimsenin tayin

128 Kemal Beydilli, “Üsküdar Matbaası..”, s.58-62.

64

edilmesi şart idi. Birinci hafız-ı kütüplüğe tekkenin şeyhi İbrahim Hayrani Efendi, ikinci

hafız-ı kütüplüğe de Şeyh Ali Behçet Efendi’nin akrabası Hattat İbrahim Efendi

getirilmiştir. Kütüphanenin ayrıca bir de mücellidi vardı.129

Haydarpaşa Askeri Hastanesi; Tıbbiye Caddesi, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane,

Haydarpaşa Garı ve Marmara Denizi arasında bulunan hastane, Sultan Abdülmecid

(1839-1861)’in iradesi üzerine 1844'te Hacı Hüseyin Paşa yönetiminde yapılmaya

başlandı ve 1846'da faaliyete geçti. Yerinde Sultan III. Selim (1789-1807)’in

vezirlerinden Haydar Paşa'ya yaptırdığı Nizam-ı Cedid Kışlası ve bir de kasır vardı.

Sultan II. Mahmut (1808-1839)

döneminde, “Bu kışlanın mevki’ ve

havası gayetle güzel ve bağçeleri

vasi’ olmağla hastahane ittihaz

olunmuştur.”130 ifadelerinden

anlaşıldığı üzere bu kışla, hastane

haline getirilmiştir. Ahşap ve tek katlı

olan yapı, Sultan Abdülmecit (1839-

1861) tarafından yıktırılarak,

bugünkü bina yaptırılmıştır.131

Resim 51 Haydarpaşa Askeri Hastanesi.

Kesme taş ile yapılıp daha

sonra çimento ile sıvanan binanın ön yüzü 200, yan yüzleri ise 165 adımdır. Üzerlerinde

Resim 52 Haydarpaşa Hastanesi’nde bir operasyon.

129 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.948. 130 Mehmed Raif, a.g.e., s.33. 131 Nuran Yıldırım, “Haydarpaşa Askeri Hastanesi”, Dünden Bugüne…, C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1249.

65

kitabe

nenin cümle kapısına gelinmektedir. Hastanenin kitabesi, cümle

kapının

am

n

3, diğer tarafları ise 2 katlı

olarak inşa edildi. Cümle k diğinde; solda "tabib-i evvel", müdür ve

cerrahların

evvel"e ait odalar, eczane, ilaç laboratuarı ve ecza deposu yer almaktaydı. Diğer üç

tarafın ik dalar vardı.132

karantina koğuşu, mutfak, erzak ve yiyecek ambarları ile çamaşırları kurutmaya yönelik

bulunmayan avluya açılan beş, dış bahçeye açılan iki yan kapı, muntazam taştan

Ampir üslûbunda yapılmış olup orijinalliklerini korumaktadırlar.

Tıbbiye Caddesi’ndeki Nizamiye Kapısı’ndan bahçeye girildiğinde yol takip

edildiğinde hasta

sağ tarafındaki Toplantı Salonu’nun duvarında bulunmaktadır. Dört satır

halindeki on altı mısralık kitabe, 1935 yılında yapılan restorede belirtilen yere

taşınmıştır. Son dört mısrası aşağıdaki gibidir (Kitabe 20).

Biri sâde biri cevherle tertîb eyleyüb Safvet

iki tarihe derc itdim şifâyı sadr olur mazmûn

Bu fâhir hastahane oldu seyr it serteser sağl

Cüyûşin kıldı Han Abdülmecid iclâl ile memnû

1261 (1845)

Hastane, arazi meyilli olduğundan deniz tarafı

apısından giril

odaları, elbise ambarı ve hamam, sağ tarafta ise hekimler ile "eczacı-i

Hastanenin batı cephesinde İngiliz Mezarlığı ve bu mezarlığın bitişinde

i katında ise 10'ar koğuş ile subaylar ve bulaşıcı hastalıklara ait o

132 Nuran Yıldırım, a.g.m., C.4, s.29.

Resim 53 Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin Havadan Görünümü.

66

feshane

ğu

için gerektiğinde geniş sahanlıkların da kullanılmasıyla bu sayı artıyordu. 1853-54

Kırım

yılında stajlarını bitiren

hekiml

v 1876'da

eczacı

e malzeme ikmal merkezi olup, birçok sıhhiye bölüğü ve seyyar

hastane

n dikkatini çekmeden

başta m

ve bahçe ortasındaki şadırvanın üzerinde 1930 tarihlerinde yıktırılan küçük bir

cami bulunuyordu. Yine arka bahçede bulunan Mescid de bugün bulunmamaktadır.

Normal zamanlarda 600 yataklı olan hastane, hasta yatırmaya elverişli oldu

Savaşı’nda hasta ve yaralıların hizmetine tahsis edilen hastane, 1877-1878

Osmanlı-Rus Savaşı'nda 3.000 yataklı hastaya hizmet verdi.

1870'te Umur-ı Sıhhiye Nizamnamesi' ne göre Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenler, iki

yıl süre ile istedikleri dalda ihtisas yapmaya başladı. 1872

ere diplomaları verilirken, yapılan yarışma sınavı sonunda yüksek ihtisas yapmak

üzere 18 genç hekim Viyana ve Paris'e gönderildi. Mezuniyet törenlerinden birine

katılan Sultan Abdülaziz, bugün GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı’nda

muhafaza edilen ve ayda bir kurulan altın kaplama bir çalar saat hediye etti.133

Ordunun cerrah ve eczacı ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla Sıhhiye Reisi Nuri

Paşa tarafından “Ameliyat-ı Tıbbiye Mektebi" kurularak 1873'te cerrah e

sınıfı açıldı. Zamanla bozulan eğitimi düzeltmek, askeri hekimlerin daha iyi

yetiştirilmesini sağlamak ve hastaneyi ordu birliklerine gönderilecek hekimler için bir

depo olmaktan kurtarmak amacıyla 1898'de “Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seririyat

Hastanesi” açıldı.

1909'da büyük bir onarım gören hastane, Balkan Savaşı'nda ordu birliklerinin

sağlık personeli v

nin kurulmasını sağlarken I. Dünya Savaşı’nda ise Çanakkale ve Bağdat

cephelerinden gelen hasta ve yaralılarla doldu. O günlerde hastaların bakımları

güçleştiğinden, günde 200'ü aşkın ölüm vakası görülmeye başlandı. Tıp Fakültesi

klinikleri ve Zeynep Kâmil Hastanesi bu hastaneye bağlandı. Barakalardan oluşan 200

yataklı nekahathaneler bu sıralarda yapıldı ve 1930’da yıktırıldı.

Milli Mücadele döneminde de hastanenin önemli hizmetler yürüttüğü

görülmektedir. Hastanenin başhekimi Sadık Nazif Bey, kimseni

ikroskoplar olmak üzere depolarda bulunan tıbbi araç gereç ile temin edilen

bütün sıhhi malzemeyi küçük paketler halinde Anadolu'ya gönderdi. Hastane yine o

günlerde pek çok hekimin Anadolu’ya geçişini sağladı.

133 http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007.

67

1933 yılında tamir gördüğü için Selimiye Kışlası'na taşınan hastane, 1 Nisan

1940'ta kaloriferleri ve bir kısım hizmet tesislerinin tamamlanmasıyla tekrar eski

binasına

na uygun olarak açılan şubeleridir. Bu şubelerden bevliye, göz,

kulak v

Yaver

t afından 1900-1/1318’de yapılan

Mekteb

şlası gibi büyük bir avlu çevresinde,

dikdört

her fırsatta

“Mekte

dönerek faaliyetlerine devam etti. II. Dünya ve Kore savaşlarında da hizmetleri

bulunan hastane, 1985 Ekim’inde, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne bağlanarak

“Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi” adını aldı. Günümüzde

ise akademi öğrencilerinin staj yaptıkları, tam teşekküllü askeri bir hastane olarak

hizmet vermektedir.

Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin vurgulanması gereken önemli bir diğer tarafı

ise günün ihtiyaçları

e hariciye ordumuzda ilk defa kurulmaktadır.

1862'de Dr. Nafilyan Paşa'nın gayretleriyle Üroloji kliniği, 1871'de Paris’te

ihtisas yapmış olan doktor Binbaşı Bahattin Bey tarafından ilk göz servisi, 1912’de Sani

tarafından kulak-burun-boğaz servisi, 1931'de kadın-doğum servisi, 1956'da

çocuk hastalıkları ile Fiziko-terapi servisleri açıldı.134

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane; Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909) isteğiyle

Fransız mimar Vallaury ve Raimonde D’Arenco ar

-i Tıbbiye-i Şahane; Tıbbiye Caddesi, Burhan Felek Caddesi ve Ankara Asfaltı

arasında geniş bir arsa üzerine inşa edilmiştir.

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, hareketli profili ve cephe tasarımındaki ayrıntıları

ile dikkat çekmektedir. “Tıpkı Selimiye Kı

gen planlı yapı; Selçuklu, Osmanlı ve hatta Hint mimarisi dahil pek çok mimari

üslubun özelliklerini çağrıştıran zengin bir fasad mimarisi sunmaktadır.”135

Mesleği ve mahareti sebebiyle sürekli huzura kabul edilen Cemil (Topuzlu)

Paşa, zamanla padişahın nabzına göre nasıl şerbet verileceğini öğrenir ve

b-i Tıbbiye-i Askeriye”nin yetersizlik ve eksikliklerinden bahseder. Bir gün

padişahın yüzündeki tebessümden cesaret alarak “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye”nin

mekân olarak kötü bir yerde bulunduğunu, Gülhane Kışlası’nın darlığını, şimendifer

istasyonuna yakınlığından dolayı gürültünün bitip tükenmediğini, hastanedeki araç-

134 http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007; Nuran Yıldırım, a.g.e., C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e. C.3, s.1249. 135 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.140.

68

gereçlerin çok eksik olduğunu anlatır ve Sultan II. Abdülhamid’den Mekteb-i Tıbbiye

yaptırma sözünü alır.

Sultan II. Abdülhamit, “Binanın denizaşırı bir yerde mümkünse Haydarpaşa

tarafınd

“İnşaat alanı yaklaşık

24.000

dan Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Hastane

Spor K

0m boyutunda dikdörtgen

bir avl

şekilde sıralanmaktadır.

a yapılmasını tercih eyler” ve 450.000 altın karşılığında Mekteb-i Tıbbiye binası

inşa olunur.136

metrekare olan okulun

duvarlarında Hereke ve Bilecek

ocaklarından özel olarak getirilmiş

renkli granitler kullanılmış, harçlar

için Marsilya’dan su kireci

getirilmiştir. Metal kısımlar ise

Belçika’dan alınmış, metal çerçeveli

pencereler ise, Viyana’da

hazırlatılıp getirilmiştir. Okulun

ortasındaki avlu öğrenciler için

bahçe olarak tasarlanmış ve gerekli

bitki ve nadir ağaçlar Fransa’dan

temin edilmiştir.”137

Resim 54 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane

Deniz tarafı daha geniş olduğun

ompleksi olarak kullanılmaktadır. Tam karşısında bulunan Haydarpaşa Hastanesi

ile arasından Tıbbiye Caddesi geçen mektebin yanlarında ise bazı ilâve binalar ve ayrıca

güzel, kubbeli bir hamamı bulunmaktadır. Haskan’ın “Botanik bahçesi, limonluğu ve

bacalı su deposu, Ankara asfaltının diğer tarafında kalmıştır.” ifadeleri mektebe ait bazı

yapıların kışla sınırları içerisinde kaldığını göstermektedir.

Dört katlı ve simetrik olan yapının ortasında 140 x 8

u yer almaktadır. Dörtkenarı koridorlarla çevrili olan bu avlunun güney, batı ve

kuzey kenarlarında sınıflar bulunurken diğer birimler yapının dış yüzeyine gelecek

136 Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, Güven Yayınevi, İstanbul 1951, s.54-56. 137 http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2, 08.06.2007.

69

Payandalı, geniş saçağı ile İstanbul Lisesi’ni andıran binanın üst iki sıra

pencereleri kemerli ve alt iki sıra pencereleri dikdörtgen şeklinde olup alttan üçüncü sıra

pencer

a ve orta sahanlığın

altında

Aşağıdan yukarıya doğru bakıldığında bu

ke şin, çok büyük mermer

kitabe

ltanat-ı uzmâ-i Osmaniye es-Sultan ibnü’s-Sultan (…) el gazi Abdülhamid

Han-ı

elerin kemerleri pembe ve beyaz mermerden yapılmıştır.138

Üç bölümlü olan cümle kapısı Marmara Denizi’ne bakmaktadır. Bu kapıya her

iki taraftan üç sahanlıklı 32 basamaklı merdivenden çıkılmakt

bir kapı daha bulunmaktadır. Cümle kapısının iki yanına odaların daha fazla ışık

alabilmesi düşüncesiyle simetrik olarak üç girinti ve üç çıkıntı yapılmıştır. Girintili

kısımlar koridor olarak iki bölümü

birbirine bağlarken çıkıntıların ise

oda olarak değerlendirildiği

görülmektedir. Cümle kapının iki

yanında dört yüzlü saat kuleleri ve

binanın köşelerinde ise cümle kapısı

modelinde birer kapı bulunmaktadır.

Kuleler arasındaki oymalı

alınlıklarda Sultan II. Abdülhamit’in

birer tuğrası ve bu tuğralar yanında

da Hattat Sami Efendi’nin imzası yer

almaktadır.

cephede sırasıyla üç bölümlü cümle

mer ve korni

Resim 55 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Kitabesi.

kapıları, altı mermer sütun, geniş ve yüksek

ve son olarak da Osmanlı Arması görülmektedir. Saat kuleleri arasında bulunan

üç satır halindeki yaklaşık 14 metrelik kitabe, Sami Efendi (1837-1912)’ye ait olup

1318 tarihlidir.139 Türk İslam Sanatı’na büyük emeği geçmiş ve geçmekte olan değerli

hocam Sayın Uğur Derman’a sorduğumda bu kitabenin Hasan Rıza’ya ait olduğunu

söyledi.

Ziynet Efzâ-i makam-ı kudsiyet ittisam-ı hilafet-i İslamiyye ve revnek efşân-ı

erîke-i sa

Sâni efendimiz hazretlerinin Asr-ı kemalat hasr-ı Hilafetpenahilerinde hizârâ-i

husul bulan meâsir-i fahire-i celîle cümlesinden bulunan işbu Mekteb-i Fünün-u

Tıbbiye-i Askeriye zât-ı hikmet âyat-ı hümâyunlarının yirmibeşinci sene-i mukaddese ve

138 http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2, 08.06.2007. 139 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.915.

70

mübeccelesinde mükemmelen ve müceddeden inşa buyurulmuştur. Cenab-ı hayatbahşâ-

yi kâinat zât-ı meâlî safat-ı Hazret-i Hilafetpenahilerini Kemâl-i Satvet ve mezîd-i

afiyetle Taht-ı Muallayı Hilafet-i Kübrâ da diâm ve mekin ve nice nice mebânî-i cesîme

ve asâr-ı celîle-i Hayriye inşasına muvaffak buyursun âmin. Fi 18 Cemaziyel evvel 1318

“Mukaddes İslam Halifeliği’ne ve Osmanlı Saltanatı’na revnak veren Sultan

oğlu Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın büyük kalkınma devresi eserlerinden olan Askeri

Tıbbiy

k ıdan yapılmaktadır. Yanlardakine oranla ortadaki revakın daha geniş

olduğu

mesafede bulunan klinik

pavyon

e Okulu, kendilerinin padişah olduklarının 25. döneminde yeni ve mükemmel bir

surette yapılmıştır. Tanrı bu yüksek vasıfları ile padişahı şerefle ve uzun ömürle

makamında daim ve nice nice bu gibi büyük ve hayırlı eserler yaptırmaya

eriştirsin.1900”140

Okulun caddeye bakan arka cephesi ön cepheden biraz farklıdır. Bugün okula

giriş çıkışlar bu ap

, kalın ayaklar üzerine oturtulmuş üç tane revak yer almaktadır. Bu revakların

önünde her biri iki mermer sütundan oluşan dört sütun grubu yükselmektedir. İkinci

katta alttaki toplam sekiz sütun üzerine yerleştirilen aynı sayıdaki sütunla cephe farklı

bir hareketlilik kazanmaktadır. Burada sütunlar arası penceredir. Üçüncü kat, ilk iki kata

göre daha alçaktır. Ortada kalan bölüm, alt kattaki revakların maketi şeklinde pencere

olarak düzenlenmiş ve tam ortaya da arma yerleştirilmiştir.

1901 yılında tıbbiye binasının karşısına

yaklaşık 75 metre

larının inşaatına başlandı. Mekteb-i

Tıbbiye’nin yeni binası, Sultan II. Abdülhamit’in

doğum günü olan 6 Kasım 1903/15 Şaban 1321

Cuma günü açılış ve eğitime başlama töreni

yapıldı. 1909 yılına gelindiğinde, askeri ve sivil

tıbbiyeler Haydarpaşa’daki tıbbiye binasında

birleştirilerek Haydarpaşa Tıp Fakültesi adını aldı

ve dekan olarak Cemil Topuzlu Paşa seçildi.

Resim 56 Tıbbiye Caddesi Girişi.

140 Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, İstanbul Matbaası, İstanbul 1976, C.2, s.103.

71

Tıp fakültesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında sıkıntılı dönemler geçirdi. 1913

yılında

9’da okul İngiliz İşgal kuvvetlerinin denetimine girmiş, eğitim sırasında

büyük

formu’nda tıp fakültesi Avrupa yakasına

taşınmış, M

boyunca Haydarpaşa Lisesi olarak

kullanı

118 öğrencinin mezun edilmesinden sonra eğitime ara verildi. 1914 yılında

Yedek Askeri Hastane olarak hizmet veren bina da 1916 yılında öğretime yeniden

başlandı.

191

zorluklar ve baskılar ile karşılaşılmıştır. Ancak tüm bunlara karşın, Mekteb-i

Tıbbiye-i Şahane ve sonraki ismiyle Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nden 1912-1922 yılları

arasında yetişen hekimler, askeri hekimlik ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele

sahalarında başarıyla hizmet vermişlerdir.

1933 yılındaki Üniversite Re

ekteb-i Tıbbiye binası ise Milli Eğitim Bakanlığına bırakılarak Haydarpaşa

Lisesi’nin kullanımına geçmiştir. Okulun klinik pavyonları ise günümüzde halen

Haydarpaşa Hastanesi olarak hizmet vermektedir.

1933–1983 yılları arasındaki 50 yıllık süre

lan Tıbbiye binası ise, 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne verilerek yeniden

bir üniversite bünyesine geçmiştir. Böylece, bir yüzyılı aşkın tarihin tanığı olan bina,

Mekteb-i Tıbbiye ve Haydarpaşa Tıp Fakültesi isimleri altında Türk tıbbına hizmet

verdikten sonra tekrar aynı işlevine kavuşmuş bulunmaktadır. Bu görkemli yapı tarihsel

kimliği ve mirası ile, bugün de Tıp Fakültesi de dahil olmak üzere halen Marmara

Üniversitesi’nin Haydarpaşa Hastanesi ki eğitim kurumlarına ev sahipliği yapmayı

sürdürmektedir.

72

Haydarpaşa Numune Hastanesi;

Mektebi Tıbbiye-i Şahane'nin tam karşısında

bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi,

Rieder

esiyle kurulan Tıp Fakültesi’nin

1933’te İstanbul yakasına taşınmasıyla ana

bina M

irat projeleri uygulamaya konan pavyonlar 1 Şubat 1936’dan

bu yan

da açılan “Hemşire ve Laborant Okulu” 1954'te “Ebe-

Hemşir

Bugün, Sağlık Bakanlığı'na bağlı, tam teşekküllü bir eğitim hastanesi olarak

faaliyetini sürdüren hastanede Türkiye'de ilk kez, 1959 yılında Dr. Cemalettin Öner

tarafından reanimasyon servisi kuruldu. Anesteziyoloji ve reanimasyon servisleri, yeni

binalarında hizmete girdikleri 1969 yılında 30 yatak ile Ortadoğu ve Balkanlar'ın en

büyük kapasitesine sahipti.141

Paşa nezaretinde hassa mimarı

D'Aronco tarafından yapıldı. Tahminen

1901'de inşaatına başlanan beş pavyon,

mektebin hastanesi olarak düşünüldü

“Seririyat Pavyonları” adıyla hizmete

başladı. Askeri ve sivil tıbbiyelerin 1909'da

birleştirilm

Resim 57 Haydarpaşa Numune Hastanesi

illi Eğitim Bakanlığı'na bırakıldı. Bu tarihlerde hastane olarak kullanılan

pavyonlar ise Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na devredildi. Zeynep Kâmil

Hastanesi’nin (Anadolu yakasındaki tek hastane) ihtiyaçlara cevap veremediği

görülünce yeni bir hastanenin açılmasına karar verildi. 1934 yılı Ekim ayında 16 ay

sürecek olan inşaat ve tam

a “Haydarpaşa Numune Hastanesi” adı altında hizmet vermektedir.

Başlangıçta 225 yataklı olan hastanede, zamanla yapılan ek binalarla yatak sayısı

350'ye çıktı. Verem pavyonunun yapımı ile yatak sayısı 500'ü bulurken Dr. Faruk

Ayanoğlu (reanimasyon) ve 50. Yıl pavyonlarının yapımıyla bu sayı 800'e ulaşmıştı.

Hastanede 1 Nisan 1946'

e-Laborant Okulu'na” dönüştürültü fakat öğrenci sayısının artmasıyla 1961'de

Zeynep Kâmil Hastanesi'ne taşındı. 1958'de, anatomi, patoloji laboratuvarı ve ambar

olarak tek katlı inşa edilen binaya 1967'de bir kat daha ilave edilerek hemşire

yatakhanesi yapıldı.

141 http://www.haydarpasanumune.gov.tr/tarihce.html, 08.06.2007; Nuran Yıldırım, a.g.m., C.4, s.32.

73

Baytar Mektebi; Tıbbiye Caddesi üzerinde Selimiye Kışlası karşısındadır.

Sultan II. Abdülhamit tarafından 1894/1311 yılında yaptırılmıştır. Selimiye Kışlası

süvari birliği atlarına veteriner yetiştirmek amacıyla yapılan bina bugün de “Veteriner

Fakültesi ve Hayvan Hastanesi” olarak hizmet vermektedir.

Türkiye'de ilk defa 1889 tarihinde yüksek okul olarak Halkalı'da kurulan

Veterinerlik Fakültesi de, tıp fakültesi gibi yer birkaç yer değiştirmiştir. 1921 yılında

Sultana

Bodrum kat dışında iki kat olan mektebin birinci katına mermer bir merdivenle

çıkılma

ş

ı makam-ı

mu’allayı Hilâfet-i İslâmiye ve erike

piray-ı Saltanat-ı seniyye-i Osmaniye es-Sultan ibni’s-Sultan el Gazi Abdülhamid Han-ı

sâni Hazretleri taraf-ı eşreflerinden işbu ........... (okunamayan 2 kelime) celile-i

Mülûkânelerine ilâveten bin üç yüz on bir sene-i hicriyyesinde bina ve inşa edilmiştir.

18 Şaban 1311/24 Şubat 1894).

hmet’te “Mülkiye Baytar Mektebi Âlisi” ismiyle eğitim veren bina yandığı için

Selimiye’deki Baytar Mektebi’ne yerleşildi. “Yüksek Baytar Mektebi” adını alan okul,

Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde kapatılarak Ankara’da Veteriner Fakültesi olarak

öğretime başladı.

ktadır. Bütün pencereleri

kemerlidir. Caddeye bakan ön

yüzünde tuğralı bir Osmanlı Arması

ve armanın iki yanında iki sıra

şeklinde düzenlenmi dört mısralık

bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe

yüksekte olduğundan ve yer yer

eridiğinden tam olarak

okunamamıştır.142

Ziynet efzâ-y

Resim 58 Baytar Mektebi

142 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.903.

74

Resim 59 Haydarpaşa Numune, Mektebi Tıbbiye ve Selimiye Kışlası.

Selimiye Sıbyan Mektebi; Selimiye Camii’nin avlusunda ve Selimiye Kışlası

Sokağı ile Şerif Kuyusu Sokağı’nın birleştiği köşededir. Fevkâni olan bu yapının alt

katı kesme taş, üst katı ise ahşaptır. Alt katın kapısı Selimiye Kışlası Sokağı’na

açılmaktadır. Meşruta olarak kullanılan esas mektep kısmının kesme taştan yapılmış

kemerli kapısı cami avlusuna bakmaktadır. Her ikisinin de kitabesi yoktur.

Mektep, cami ve diğer

müştemilat ile beraber Sultan III.

Selim tarafından yapılmıştır.

İnşaata 1801-2/1216 tarihinde

başlanmış ve cami kapısının

üzerindeki kitabeden de

anlaşılacağı üzere 1804-5/1219

tarihinde tamamlanmıştır. Bina

takriben 120 yıl mektep olarak

hizmet gördükten sonra 1915

senesinde karakol olmuştur. Bugün

halk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.143 Resim 60 Selimiye Sıbyan Mektebi.

143 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.925.

75

Defterdâr Mehmet Tahir Efendi Mektebi; Harem İskelesi civarında Selimiye

İskele Caddesi ile Kavak Bayırı Sokağı’nın birleştiği köşede, Mehmet Tahir Efendi

Camii’nin doğu tarafında idi. Okulun yapım tarihinin cami ve çeşmelerin yapım tarihi

1826-27/1242 ile aynı olabileceği düşünülmektedir. Selimiye İskele Caddesi’ne açılan

dar, çıkmaz bir aralıktan girilen okul; 1925 tarihlerinde harap bir vaziyette dururken,

1953 yılında yıkılmış ve altında sadece çeşmesi kalmıştır.144

Haydarpaşa Lisesi; Bugün Altunizade, Koşuyolu, Acıbadem ve Çamlıca’nın

kesiştiği noktada bulunmaktadır. Tıp fakültesinin 1933 yılındaki Üniversite

Reformu’yla Avrupa yakasına taşınmasından bir yıl sonra 26 Eylül 1934 yılında

“Haydarpaşa Erkek Lisesi” adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasında eğitim-öğretim

faaliyetine başladı. İki yıl birlikte bulundukları Muallim Mektebi’nin 1936-37 öğretim

yılında Çamlıca’ya taşınmasıyla 1984 yılına kadar binanın kullanımı tamamıyla

Haydarpaşa Lisesi’ne geçti.

Yatılı ve gündüzlü öğrenci ayrımına gitmeyen okulun ilk açıldığındaki mevcudu

1.048 öğrenci idi. Sahip olduğu olanaklara bakıldığında küçük bir kasaba

görünümündeydi. Yemekhane, hamam, Mescid, çamaşırhane, lojman, revir, terzihane,

demirhane ve marangozhane ile öğrencilerinin bütün ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydi.

1948–1956 yılları arasıda Anadolu yakasının kız lisesi ihtiyacını karşılamak

amacıyla karma eğitim yapıldı fakat 1957’den sonra yine sadece erkek öğrenciler alındı.

1979–1980 öğretim yılında yatılı öğretime son verilirken ortaokula da öğrenci alınmadı.

1980–81 yılından itibaren karma eğitim tekrar başladı. Temmuz 1984’te binanın

Marmara Üniversitesi’ne tahsis edilmesiyle Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nin ek

binasına taşınan lise, 1989–1990 öğretim yılında ise bugün bulunduğu Altunizade'deki

yeni binasına yerleşti.145

4.2.3. Su Yapıları

Çeşmelerin çoğunlukta olduğu bu bölümde öncelikle Duvardibi Su Terazisi ve

Selimiye Hamamı hakkında bilgi verilmektedir. Çeşmeler yapım tarihlerine göre ele

alınmaktadır. Mümkün olduğunca çeşmelerin bulunduğu yer, banisi, yapım tarihi,

mimari özellikleri ve son durumları belirtilmektedir.

ǿǿǿ

144 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.906. 145 Turgay Gökçen, “Haydarpaşa Lisesi”, Dünden Bugüne…, C.4, s.32.

76

Tablo 4.3 19. Yüzyıl Su Yapıları

Çeşmenin Adı Banisi Tarihi Hali

1 Selimiye Hamamı Sultan III. Selim 1802 / 1217 Harap 2 Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi Hibetullah Valide Sult. 1791 / 1206 Mamur 3 Selimiye Çeşmesi Şah Sultan 1792 / 1207 Mamur 4 III. Selim Çesmesi Sultan III. Selim 1802 / 1217 Mamur 5 Daya Kadın Çeşmesi Daya Kadın 1805-6 Mamur 6 Hafız İsa Ağa Çeşmesi Hafız İsa Ağa 1822 / 1238 Mamur 7 Hafız İsa Ağa Çeşmeleri Hafız İsa Ağa 1824/1240 Mamur 7 İhsaniye Çeşmesi Hafız İsa Ağa 1844 / 1240 Mamur 8 Defterdar M. Tahir Efendi Çeşmesi M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Mamur 9 Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi Sultan Abdülmecid 1841 / 1257 Mamur 10 Def. M. Tahir Efendi Camii Çeş. M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Yıkıldı 11 Tıflıgül Hanım Çeşmesi Tıflıgül Hanım 10.06.1808 Yıkıldı 12 Abdülmecid Han Çeşmesi Halit Ağa 1839-40 Kayıp 13 Hasip Paşa Çeşmesi Zeki Bey 19.06.1905 Mamur 14 Ahmet Şakir Efendi Çeşmesi Ahmet Şakir Efendi 1907 / 1325 Mamur 15 Hakkı Efendi Çeşmesi Hakkı Efendi 1915 Mamur

Su Terazileri; Haskan, Üsküdar’ın bilinen su terazilerini sayarken konumuz

olan bölgede; kışla içerisinde Selimiye Su Terazisi, aynı adla anılan mevkide Duvardibi

Su Terazisi, Daya Hatun Namazgâhı yakınlarında Harem İskelesi Su Terazisi ve

Neyzenbaşı Halil Can Sokağı üzerinde Hatice Sultan Su Terazisi olmak üzere dört adet

su terazisinin bulunduğunu belirtmektedir.146

Selimiye Hamamı; Selimiye Cami ile aynı tarihlerde 1802/1217 yılında yapılan

Selimiye Hamamı; doğuda Şerif Kuyusu Sokağı, kuzeyde Selimiye Camii Sokağı ve

batıda Selimiye Hamamı Sokağı arasında yer almaktadır. Güney tarafında ise

apartmanlar yükselmektedir. Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid askerlerinin yıkanması

için yaptırdığı hamam, uzun süre sadece Selimiye Kışlası askerlerine açık kalmıştır.147

Selimiye Hamamı, büyük bir bahçe içerisinde sırtını Şerifkuyusu Sokağı’na

verip camiyi seyretmektedir. Bahçeye doğu ve batı yönlerinden iki giriş bırakılmış fakat

doğudaki sonraları kapatılmıştır. Uzun süre kışla askerlerine hizmet verdikten sonra

terkedilen hamamın bahçesinde hala asker nöbet yerleri durmaktadır. Bahçeye cami

karşısındaki batı kapısından girildiğinde bir de kuyu görülmektedir.

Selimiye Hamamı, tek hamamdır. Tavandaki çatı fenerinden ışık alan hamamın

camekân kısmı yeniden yapılmıştır. Burada soyunma odaları vardır. Ilıklıktan esas

146 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1225. 147 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.189.

77

yıkanma mahalline girilir. Burada göbek taşının etrafında dört halvet üç sofa vardır.

Hepsinde ikişer kurna bulunmaktadır. Halvetler küçük, harare ise büyük bir kubbe ile

örtülmüştür. Sofalar üzerinde ise beşik tonoz çatılar vardır.148

Bugün hamam üzerinde görülmeyen ve Aynî’nin tarih düşürdüğü kitabe

şöyledir:

Pak tıynet âb-ı rûy-ı saltanat Sultan Selim

Yapdı İhsaniye’de germâbe kim misli adim

Baksa Aynî bayılur ins ü peri tarihine

Yapdı bu hammamı âb ü tâb virdi şeh Selim

1217

Hamamın bugünkü halini vicdan sahibi hiç kimse görmek istemez. Askerler

tarafından terk edildikten sonra viraneye dönmüştür. Bahçesi çöplük olarak kullanılan

hamamın içerisi çöplükten farksızdır. Hamam 08.03.2008 tarihinde Selimiye Camii’ni

restore eden işçiler tarafından kullanılmakta, burada yatıp kalkmaktadırlar. Bir önceki

gezimde göbek taşı ve çevresinde yığılı

olan tahta ve beşe on gibi ahşap inşaat

malzemeleri hamam dışına

çıkarılmıştır. Hamamın her köşesi pet

şişe, gazete gibi çöplerle dolu.

Hamamda kurnaların kırılması kadar

duvar üstü yeni bir su şebekesinin

döşenmesi de yüreği sızlatmaktadır.

Bunca yıllık hizmetine karşılık terk

edilerek hoyrat ellerin uğrak yeri haline

gelmesine müsaade edilen hamam, içi

kararmış bir halde doktorunu beklemektedir.

Resim 61 Selimiye Hamamı.

148 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.973.

78

Resim 62 Hamam Çeşmesi Resim 63 2007 Yılında Hamamın İçi

Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi;

İhsaniye Mahallesi’nde, Tosun Paşa Sokağı ile Şerif Bey Çeşmesi Sokağı’nın

birleştiği yerde ve Tosun Paşa Sokağı’nın sağ köşesinde bulunmaktadır. Çeşme,

Mihrişah Valide Sultan tarafından genç yaşta ölen kızı Hibetullah Sultan149 adına

1791/1206 yılında yaptırılmıştır.150

149 Hibetullah adında bir Valide Sultan yoktur. Bu çeşmeyi III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan ölen kızı Hibetullah Sultan’ın ruhuna yaptırmıştır. (Mehmed Raif, a.g.e., s.111, dipnot: 238) 150 H. Örcün Barışta, “Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.3, s.70.

Resim 64 Çeşmenin 1964’teki Görünümü Resim 65 2008 Yılında Çeşme

79

Türk baro mimarîsinde yapılan

çeşme som mermerdendir. Ayna taşı bir

çerçeve içinde kalmıştır. Bu çerçevenin

iki yanında içi ve dışı düz bir çerçeve ile

kaplı iki ince sütunçe bulunmaktadır.

Ayna taşı ve sütunlar üzerinde alt ve

üstten iki korniş arasında kalan üçer

mısralı altı satıra hakedilmiş bir kitabe

vardır. Dışbükey hatlarla tasarlanmış taş

blok üzerine yazılmış kitabe, gerek teknik beceri gerekse anlam açısından yapının en

ilginç ünitesi olarak görülmektedir.151

Resim 66 Çeşmeye ait Kitabe.

Ekler bölümünde tamamı verilen

kitabenin (Kitabe 21) son mısraları

şöyledir:

Vehbiyâ ben de ana söyledim iki târîh

Lîk bir tamiye var mısra’-ı sânide ıyân

Çeşme-i Valide Sultan’da ki cûşiş-i cûd

1206

Oldu şâd-âb-ırûh-ı Hibetullah Sultan” 1206

Şair Sünbülzâde Vehbî’ye ait

onsekiz

Resim 67 Selimiye Çeşmesi.

mısralık bu kitabenin iki yanında kabartma yaprak motifleri bulunmaktadır.

Kesmetaş ve tuğla hatıllı büyük bir haznesi olan çeşme 1970 tarihlerinde tamir

edilmiştir.152

Selimiye Çeşmesi; Selimiye Camii Sokağı ile Selimiye Hamam Sokağı’nın

birleştiği yerde ve Hamam Sokağı’nın sol köşesindedir. Sultan III. Selim’in ablası Şah

Sultan tarafından 1792/1207 tarihinde yaptırılan çeşme tamamen mermer kaplı olup

ayna taşında kabartma şekiller bulunmaktadır. Kitabesi olmayan çeşmenin arkasında

oldukça büyük bir haznesi vardır.153

151 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.3, s.71. 152 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.384. 153 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1144.

80

III. Selim Çeşmesi; Üsküdar İlçesi’nde Karacaahmet’te Tıbbıye Caddesi ile

Harem İskele Sokağı’nın köşesinde yer alan tek yüzlü köşe çeşmesidir.

Kitabesinden 1802/1217’de inşa edildiği anlaşılan çeşmenin arkasında oldukça

büyük tutulmuş, dikdörtgene yakın kare

planlı, kesme taş, tuğla ve horasan harçla

örülmüş haznesi vardır. Haznenin duvarları

horasan harcı kullanılarak iki sıra tuğla bir

sıra taş almaşık dizisiyle örülmüş ve sade

bir silmeyle bitirilmiştir. Tıbbıye Caddesi’ne

bakan cephesinde, şuanda işlevi anlaşılmayan bir niş bulunmakta, bu nişin sol üst

köşesinde mermer söveli küçük bir pencere yer almaktadır.

Resim 68 III. Selim Çeşmesi Kitabesi.

Kitabe nin (Kitabe 22) son mısraları şöyledir:

Padişah’a kıl du’a bu çeşmeden âb iç revân 1217

Cûy-bar-ı himmet icrâ eyledi Sultan Selîm 1217

Som mermerden yapılmış olan çeşmenin

üstünde, banisi Sultan III. Selim’in tuğrasının

olduğu bilinmektedir. Ancak çeşme onarım görmüş

ve tuğra yerine yerleştirilmemiştir. Çeşmenin

tabanında dışarıya doğru taşan bir yalağı ve iki

yanında dinlenme taşları bulunmaktadır. Ortasında

bezemeli oval form bulunan ayna taşı, kemerli niş

içindedir. Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi gibi

barok üslubta yapılan çeşme, yol seviyesini altında

kalmaktadır. Plastrlar tarafından taşındığı

görünümü verilen silmenin üzerinde Seyyid İhya

Efendi tarafından yazılmış kitabe panosu yer

almaktadır.154

Resim 69 III. Selim Çeşmesi.

Daya Kadın Çeşmesi; Selimiye Mahallesi’nde Harem İskele Caddesi’ne çıkan

Daya Kadın Sokağı üzerinde bulunmaktadır. Aynı isimle anılan namazgâha çok

yakındır. Banisinin Sultan III. Selim’in süt annesi Daya Kadın olduğu düşünülmektedir.

154 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.134; Aygül Ağır, “Selim III Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.6, s.511; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.

81

Kitabesi olmadığı için yapım tarihi

tam olarak bilinmemekle beraber

Selimiye Mahallesi’nin kurulduğu

1805-6 yıllarında veya daha sonra

yapılmış olabileceği ihtimali

üzerinde durulmaktadır.

Apartmanlar arasında kalan

çeşmenin kesme taştan yapılma

büyük bir haznesi vardır. Hazne

üzerinde saçaklı ahşap bir çatı bulunmaktadır. Eyvan kemer içine yerleştirilen ayna taşı

küçük tutulmuştur. Önünde tekli bir yalak vardır. Çatıya kadar yükselen eyvan çimento

ile sıvanmıştır. Eyvan ile çatının birleştiği sol köşede küçük bir pencere ve bu

pencereden tabana kadar inen oyma şerit görülmektedir.155

Resim 70 Daya Kadın Çeşmesi.

Hafız İsa Çeşmesi’nin batısında İhsaniye İskele Sokak, kuzeyinde İhsaniye

Cami Sokak, doğusunda Küçük İhsaniye Cami ve güneyinde inşaat halinde bir

apartman bulunmaktadır. Banisi, Sultan II. Mahmut döneminde darüssaade ağası olan

Hafız İsa Ağa’dır. 1822/1238 yılında Gazanfer Ağa için yaptırmıştır. Haskan, kızlar

ağası olan Gazanfer Ağa’nın 1603 yılında idam edildiğini belirtirken,156 Çeçen, saray

ağası iken 1687/1099’da idam edildi demektedir.157

Yekpare mermerden yapılan

çeşmenin Hatifî’ye hazırlatılmış

sekiz satır halinde on altı mısralık

kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe

son tamirden önce etrafı dolduğu

için sokakla aynı seviyede

bulunmaktaydı. Ayrıca kitabe

üzerinde bulunan tuğralı taş kayıp

olmuştur.158

Resim 71 Hafız İsa Ağa Çeşmesi

155 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1059. 156 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s. 416. 157 Kazım Çeçen, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, İstanbul, 1991, s.137. 158 Kazım Çeçen, a.g.e., s.136.

82

İki tarafı sütun kabartmalarla süslenen ayna taşının üzerinde bir korniş ve en

üstte bir madalyon yer almaktadır. İçerisinde 1238 tarihi yazılı olan madalyonun

üzerindeki üçgen alınlık kabartma, yaprak motifleriyle çerçevelenmiştir. Önündeki

küçük yalak içinde ve iki tarafındaki beton

saksılarda çiçek yetiştirilmektedir. Mermerin,

kendini bilmezler tarafından slogan tahtası

olarak kullanılması yürek burkan bir gerçektir.

Kitabenin (Kitabe 23) son iki mısrası

aşağıdaki gibidir:

Dall zamle hâtif-i gayb söyledi târîhini Çeşme-i aynü’l-hayâtdan iç suyu eyle 1238 Ra. 10

Resim 72 Kitabe. Çeşmenin haznesi tamamen harap olmuş bugün bodur bitkilerin yetiştiği bir alan halini

almıştır. Kuzeyinde Küçük İhsaniye Cami olduğunu söylesek de aslında yandaki

apartmanın giriş kapısı ile sınırlanmaktadır. Bu caminin 1990 yıllarında yeniden yapımı

esnasında temel kazarken çeşmeye ait su künklerinin çıktığı belirtilmektedir. Apartman

yapılmadan önce çeşmenin arkasında ikindi namazı sonrası cemaatin burada sohbet

ettiği anlatılmaktadır.

Çeşmenin hemen önünden Harem Sahilyolu’na inen 1991 tarihinde beton

olarak yapılan merdiven bulunmaktadır. Sahil yoluna inen bir merdiven ise sokağın

sonunda Abdülbaki Gölpınarlı’ya ait ahşap evin önündedir.

İhsaniye Çeşmesi; İhsaniye Camii’nin

Neyzenbaşı Halil Can Sokağı’na açılan avlu kapısının

sağ tarafındadır. Banisi belli değildir fakat cami

avlusunda bulunan dokuz musluklu çeşme ile aynı

tarihte yapılması (1824/1240) ve suyunu bu çeşme

haznesinden alması nedeniyle Hafız İsa Ağa

tarafından yapıldığı düşünülmektedir.

İki ev arasında kalan haznesi tuğladandır.

İki ince mermer sütun üzerine oturtulmuş tuğladan

yapılmış kemerle resmi bir bina girişini

hatırlatmaktadır. Ayna taşında kırılan kurna üzerinde

Resim 73 İhsaniye Çeşmesi.

83

oval bir kabartma ve etrafında mihraba benzer bir çerçeve görülmektedir. Çerçeve

üzerinde ise “Ve cealnâ min el-mâi külle şey’in hayy 1240” yazılı kitabesi

bulunmaktadır.159

Defterdar Mehmed Tahir Efendi Çeşmesi; Harem İskelesi’nde, eski adı

Mektep Sokak olan şimdiki Kavak Bayırı Sokağı üzerinde ve sokağa ismini veren

Mehmet Tahir Efendi Sıbyan Mektebi’nin altında idi. Mektep sonradan yıkıldığı için

çeşme müstakil bir eser gibi durmaktadır. Tanışık, “Harem İskelesi Çeşmesi” ismiyle

incelemektedir.160 Kesme taş ve tuğla kullanılarak yapılan çeşmenin cami ile birlikte

1826/1242 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Ön yüzü hiç kalmayan çeşmenin ayna taşı

üzerinde bir satır halinde “Ve segâhüm Rabbühüm şerâben tahûrâ” sülüs hattı

bulunmaktadır. Ayetin iki tarafında çiçekler vardır. Komşuların çeşmeyi yıkarak garaj

yapma girişimleri ve yanındaki ev tarafından ardiye olarak kullanılması

kaynaklarımızda yerini alan acı gerçeklerdir.161

Bugün cadde tarafında cami lojmanı, diğer tarafta apartmanlar arasında kalan

çeşme; cami görevlisi ve duyarlı vatandaşların duyarlılığı sayesinde etrafı çevrilerek

daha fazla tahrip olmaktan korunmuştur. Teknesi ve ayna taşı yerinde olmayan

çeşmenin, haznesinin çatısı sökülmüş, üzerinde otlar bitmiş olup içerisi ise araç

tekerleğine kadar pisliklerle doludur.

Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi; Selimiye İskele Caddesi ile Çeşme-i Kebir

Sokak’ın birleştiği köşede bulunan Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi, bugün Selimiye

Kışlası sınırları içerisindedir. Sultan Abdülmecit tarafından 1841 yılında kesme taş ve

tuğla hatıllı olarak yapılmıştır. Kışladaki süvari askerleri beylik atlarının sulanması için

yaptırıldığından Beylik Çeşme ismiyle de anılmaktadır.162

Etrafı fırdolayı mermer yalakla çevirili olup dört cephesinde üçer büyük musluk

bulunan çeşmenin suyu, yokuşun başına yakın bir yerde bulunan bir bahçedeki üzeri

tonoz ile örtülü kuyudan temin edilmiştir. Caddeye bakan yüzünde, içinde Sultan

Abdülmecit’in tuğrası bulunan güneş şualı madalyonun iki yanında ikişer kıta olarak

düzenlenmiş 16 mısralık kitabe bulunmaktadır (Kitabe 24). Çeşmenin 1841/1257

tarihinde yapıldığını gösteren ve Ziver Paşa’ya ait kitabenin son iki mısrası şöyledir:

159 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.418. 160 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.480. 161 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.114; M. Nermi Haskan, a.g.e., s.1114. 162 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.

84

Buldu suyun cevher-i târih-i Ziver hâmeden

İtdi cârî Padişah bu suda nev aynü’l-hayat

1257(1841)

Çok harap bir halde iken 1961-62 tarihlerinde tamir gören çeşmenin çatısı

kiremit örtülü iken daha sonra beton ile sıvanmış ve bir saçak yapılmıştır. Kışla sınırları

içerisine alınmadan önce su ile dolan yalakları hayvanların su ihtiyacını giderirken aynı

zamanda mahalle çocukları için bir oyun alanıydı.163 Cadde ile arasında bir duvar olan

Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi, susuzluk ve terkedilmişlik nedeniyle tanınmayacak

bir haldedir.

Defterdâr Mehmet Tahir Efendi Cami Çeşmesi; Mehmet Tahir Efendi

tarafından 1826-27/1242 yılında yaptırılmış olup Mehmet Tahir Efendi Camii’nin

Selimiye İskele Caddesi’ne bakan cephesinde ve fevkânî olan camiin altındadır. Sağ ve

sol tarafında, camiin üzerlerine oturtulduğu tonoz çatılı dükkânlar bulunmaktadır.

Çeşme, yekpare mermer bir ayna taşından ibaret olup bu taş, kabartma motiflerle

süslenmiştir. İki yanında sütun kabartmaları vardır. Üzerinde celi sülüs hatla:

“ Ve min el-mâi külle şey’in hayy” 1242 (1826-27)

ayet-i kerimesi yazılıdır. Bunun üzerinde Sultan II. Mahmut’un bir tuğrası vardı. Gerek

ayet ve gerekse tuğra II. Mahmut’un tuğrakeşi olan camiin bânisi, Mehmet Tahir Efendi

tarafından yazılmıştır. Harf inkılâbını yanlış anlayanlar tarafından tuğra, hoyratça

kazınmış ve yok edilmiştir.

Çeşmenin suyu, camiin avlusunda ve köşede tuğla ve kesme taştan yaptırılan

kubbeli hazneden temin ediliyordu. Cami tamir edilirken çeşme de esaslı bir şekilde

düzenlenmiştir. 164

Tıflıgül Hanım Çeşmesi; Çiçekçi civarında Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı’nda

bir evin bahçe duvarında bulunmaktadır. 10 Haziran 1808/1223 R. 15 tarihinde yapılan

çeşmenin haznesi yoktur. Kabartma motiflerle süslü mermer ayna taşı üzerinde şu

kitabe bulunmaktadır:

Sultan Selim Efendimiz’in cariyelerinden Sâhibet’ü’l-hayrat merhume Tıflıgül Hanım’ın Ruh-ı şerifi içün Allah rızası içün Fatiha 1223 R. 15

163 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.

164 M. Nermi Haskan, a.g.e., s.1114; İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.113.

85

Haskan’ın, “Dikkatle bakılmazsa fark edilmez.” dediği çeşme, bugün

görülmemektedir.165

Abdülmecid Han Çeşmesi; Tıbbiye Caddesi üzerinde Ticaret Lisesi bahçe

duvarı önündedir. Sultan III. Selim’in Darü’ssade Ağası Halit Ağa tarafından

yaptırılmış fakat ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Haydarpaşa Köprüsü yapılırken

bir kısmı toprak altında kalmıştır. Mermerden yapılan çeşmenin her tarafı barok mimari

üslubunda kabartma şekillerle süslenmiştir. Mermer kemer üzerinde müzik aletine

benzer şekiller arasında kalan on mısralı kitabesi vardır. Ziver Paşa’ya ait olan

kitabenin (Kitabe 25)son iki mısrası aşağıdaki gibidir.

Cevher-i tarih-i Ziver suyunı bulsa sezâ

Kıldı Han Abdülmecid icrâ güzel ayn-ı hayat

1255(1839-40)

Bir menzil çeşmesi olarak yapılan bu çeşme, Sultan Abdülmecit tarafından

1839-40 (1255) tarihinde yenilenmiştir. İlk kitâbesi hakkında bilgi olmadığından Sultan

III. Selim’in Darü’ssade Ağası Halit Ağa, çeşmenin bânisi mi yoksa tamir edeni mi belli

değildir.166

Selimiye Kışla Kuyusu; Kışla çevresinde banisi bilinmeyen dört tane kuyu

bulunmaktadır. Üç tanesi kışla cümle kapısı önündeki meydanda iken diğeri kışla

avlusundadır.167

Hasip Paşa Çeşmesi; Bugün Baytar

Mektebi ile Nevnihal Hatun Namazgâhı karşısında

yer alan Astsubay Misafirhanesi girişinin sağ

tarafında bulunmaktadır. Zeki Bey, 19 Haziran

1905/1323 tarihinde babası Hasip Paşa’nın hayrına

yaptırmıştır. Haskan çeşmenin Hasip Paşa

tarafından yaptırılıp oğlu Zeki Bey tarafından tamir

ettirildiğini söylemektedir.168 Dolayısıyla çeşme

kaynaklarımızda Hasip Paşa Çeşmesi veya Zeki

Bey Çeşmesi olarak da geçmektedir.

Resim 74 Hasip Paşa Çeşmesi.

165 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s 404; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1177. 166 Mehmed Raif, a.g.e., s.34, M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035. 167 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1235. 168 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1079.

86

Kesme taştan yapılan çeşmenin ayna taşı üzerinde ayetle birlikte bulunan

kitabenin (Kitabe 26) son mısraları şöyledir:

Geldi bir ta’mir içün tarih-i hayratü’l-Hasib

Eylesün Hakk ol Zeki Beğ’i cihanda kâmurân

15 Rebîülâhir 1323 (19 Haziran 1905)

Kitabenin üzerinde ise sonradan kazınmış Sultan II. Abdülhamit’in bir tuğrası

vardır. Hasip Paşa Çeşmesi, bir menzil çeşmesi olup önünde hayvanların su içmesi için

yapılan üç yalaktan birisi kırılmıştır.

Ahmed Şakir Efendi Çeşmesi; Neyzenbaşı Halil Can Sokağı üzerinde bulunan

çeşme, Vergi Müdürlüğü’nden emekli A. Şakir Efendi tarafından 1907/1325 tarihinde

yaptırılmıştır. Ayna taşı kabartma motifler dışında tezyinatı olmayan tek yüzlü duvar

çeşmesidir. Yığma taştan yapılma bir haznesi olan çeşmenin yalağı sonradan yok

olmuştur. 169 Mermer kitabesinde şu bilgiler yer almaktadır.

“Ve sekahum Rabbuhum şerâben tahûrâ”

Vergi müdürlüğünden mütekait Ahmet Şakir

Efendi’nin Hayratıdır. 1325 (1907)

Hakkı Efendi Çeşmesi; Selimiye cami avlusunun kışlaya bakan köşesinde

bulunan çeşme, ikiyüzlü duvar çeşmesidir. Çanakkale Savaşı’nda şehit olan mülazım-ı

evvel Hakkı Efendi tarafından yaptırılmıştır.170

4.2.4. Ulaşım Yapıları

Üsküdar-Harem bölgesinde yer alan ulaşım yapıları ve yolları bölgeyi sadece

Üsküdar için değil İstanbul, Marmara hatta tüm Anadolu için önemli kılmaktadır. Bölge

ve İstanbul halkının ulaşımını sağlayan iskeleler 3. bölümde ele alındı. Burada yine

İstanbul içi ulaşıma katkıda bulunan bir iskele anlatılmaktadır. Fakat daha önemlisi yurt

içiyle mal naklini sağlayan liman ile hem ulaşım hem de taşımacılık hizmeti veren gar

binası yer almaktadır. Harem, Anadolu’ya uzanan karayollarının da başlangıç ve bitiş

noktasıdır. Fakat otogar, çok sonraları yapıldığından ayrı bir madde olarak

incelenmemektedir.

169 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035, Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54,199. 170 Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.199.

87

Haydarpaşa Garı; Ayrılık ve

kavuşmaların simgesi olan ve bu yönüyle

bir dönemin film ve edebiyatında sıkça yer

bulan Gar Binası, Anadolu yakasında

Bağdat Demiryolu’nun başlangıcıdır.171

Karayollarının ihtiyaca cevap verecek

durumda olmadığı dönemlerde

İstanbul’dan Anadolu’ya yolcu ve asker

sevkiyatı, memur, devlet ve işadamlarının

Ankara’ya gidiş gelişleri Haydarpaşa

Garı’ndan olurdu.

Anadolu yakasında ilk demiryolu yapımı 22 Eylül 1872’de Haydarpaşa - Pendik

arasında başladı ve Pendik’e ilk tren hareketi 17.1.1873 tarihinde yapıldı. Bir sene sonra

İzmit’e kadar uzatılan hattın işletmesi, 27 Eylül ve 4 Ekim 1888 tarihli iki ferman ile

Deutsche Bank’a verildi. Bankanın İzmit-Ankara hattı inşaat iznini de almasından

sonra, 1892 Aralık ayında Ankara’ya ve 1896 Temmuz ayında Konya’ya tren ulaşmış

oldu.

Resim 75 İnşaat Halinde Gar Binası.

1894 depreminde zarar gören ilk istasyon yenilendiğinde siyah zemin üzerine

dökme pirinç harflerle hak edilen kitabe bugün Ankara Garı’ndaki Demiryolu

Müzesi’nde bulunmaktadır.

“Ziynet efzâyı makâm-ı mu’allâ-yı hilâfet-i islâmiyye ve erîke-pîrâ-yı saltanat-ı

seniyye-i Osmaniyye es-Sultan ibnu’s-Sultan, es-Sultan el-Gazi Abdülhamîd Hân-ı Sâni

hazretlerinin ahd-i hümâyûn-ı me’âlî meşhûn-ı cenâb-ı hilâfet-penâhîlerinde sâhe-ârâ-

yı vücûd olan müessesât-ı nâfia-i meşkûreye bir zamîme-i celîle olmak üzre işbu mevkıf

bin üçyüz oniki sene-i hicriyesinde (1894-95) tecdîden inşa kılınmışdır.”172

Bağdat demiryolu projesi ilk defa 1898’de Alman İmparatoru’nun İstanbul’u

ziyaretinde gündeme getirildi ve hemen çalışmalara başlandı. Pendik hattı ile beraber

171 Anadolu yakasında demiryolu başlangıcının nerede olması gerektiği meselesi, uzun ve ciddi tartışmalara neden oldu. İstasyon binasının Haydarpaşa Çayırı’na yapılması halinde tesislerin çevreyi kirleteceğini düşünenler Beylerbeyi İskelesi’nde yapılmasını isterken; Beylerbeyi’nde olması durumunda esaslı yıkımların olacağı ve gar binasının bölge profilini tamamen değiştireceğini düşünenler de buna karşı çıkıyordu. Gündeme gelen mali, stratejik ve lojistik gerekçeler değerlendirilerek Tıbbiye-i Şahane inşaatı ile Ayrılık Deresi arasındaki araziye yapılması uygun görüldü. (Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda. Üsküdar”, s.140.). 172 Mehmed Raif, a.g.e., s.59

88

yapılan ilk istasyon ihtiyaca cevap veremez hale geldiğinde Sultan II. Abdülhamit

(1876-1909) yeni bir gar binası yapımı kararı alındı.173

Bugün aynı zamanda TCDD Genel Müdürlüğü 1. İşletme Başmüdürlüğü ana

binası olan Haydarpaşa Garı, iki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından

30 Mayıs 1906 yılında başlanıp 19 Ağustos 1908’de tamamlandı. Gar, her biri 21 metre

uzunlukta suya karşı izole edilmiş 1100 tane meşe kazık174 üzerinde yükselmektedir.

Ahşap kazıkların çakılmasıyla yaklaşık 70 hektarlık bir alan elde edilmiş oldu. Bu

kazıklar, 20 metre yüksekliğinden buharlı şahmerdanlarla çakılarak denizle aynı

seviyeye getirildi. Sonra üzerine beton dökülmesiyle düz bir zemin elde edildi ve iki

kolu farklı uzunlukta “U” biçiminde bir plan üzerine beş katlı bina yükseldi. Yapılışında

2550 metrekarelik bir alan kaplayan garın bugünkü ölçüsü kapalı alanlarla birlikte 3836

metrekaredir. Garla birlikte biri 150 ve 300 m. uzunluğunda iki rıhtım ve 200 m.

uzunluğunda bir dalgakıran yapıldı.

Temelinde Hereke’den getirilen pembe granit döşeli olan gar binasının batı

cephesindeki tarihçeye göre inşaatta 2500 metreküp lefke taşı, 13000 metreküp beton,

19000 metreküp sert ağaç, 520 metreküp kereste, 1140 ton demir ve 6200 metrekare

arduvaz çatı kaplama kullanıldı.175

Deniz cephesi neorönesans düzende olan gar binası barok bezemeleriyle 19.

yüzyıl seçmeci üslubunu da yansıtmaktadır.176 Garın tarihçesinde ise “Neo Klasik

Alman Mimarisi” eseri

olarak adlandırılmaktadır.

Aynı dönemin eserlerinden

ayrılan bu devasa taş kütle;

II. Wilhelm’in emellerini

anlatan, emperyalizmin

ülkemizdeki en güçlü ve

saygısız ayak izlerinden

biridir.177 Tavanlar

Resim 76 Gar Binasının 1925’teki Kulesiz Görünümü. 173 Yıldız Salman, “Haydarpaşa Garı”, Dünden Bugüne.., C.4. s.30; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1472; Rauf Mirâl, a.g.e., C.6, s.226. 174 Haskan, kazıkların sayısını 1700 olarak verirken, Miral ise meşe kazıkların 13.00x0.35x0.35 ölçüsünde olduğunu belirtmektedir. (M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1472; Rauf Miral, a.g.e., C.6, s.226). 175 Yıldız Salman, a.g.m., C.4. s.30, M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1473. 176 Yıldız Salman, , a.g.m., C.4. s.30. 177 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.141.

89

tamamıyla kalem işi ile bezenmiş fakat “permi odası” olarak kullanılan odanın tavanları

dışında özgünlüğünü koruyan tavan kalmamıştır.

Güneyinde Kadıköy, kuzeyinde liman ve batısında Marmara olan garın doğu ucu

açıktır. Beş katlı olan yapıda ilk dikkat çeken güneybatı ve kuzeybatı köşelerinde

bulunan kulelerdir. Kuzeydoğu köşesinde Mescid, kuzeyde taksi durağı, batıda meşhur

iskele, büfe, yolcuların oturacağı banklar, Turyol’a ait küçük bir iskele ile tam ortada

etrafı çevrilmiş “23004 numaralı kara tren” ve güneydoğuda bir taksi durağı

bulunmaktadır. “U” biçiminde olan binanın güney kolu kuzeydekinden daha uzundur ve

iki kol arası çelik strüktürle peronlara kadar kapanmıştır. Güneydeki kol öncesinde 6

tane büfe ve bir çeşme yer almaktadır. Yapı içerisindeki birimlerden birkaçını saymak

gerekirse sırasıyla Polis Karakolu, PTT, restaurant, wc, berber, bekleme salonu ve

büfedir. Kuzeydeki kol ise Gar Müdürü gibi idari birimlere ayrılmıştır. İki kol arasında

danışma bulunmaktadır. Buradan üç büyük kapı ile 1. Ordu Ulaştırma Komutanlığı,

çeşitli bankamatikler ve gişelerin bulunduğu salona girilmekte ve aynı büyüklükteki

kapılarla iskele (batı) tarafına çıkılmaktadır.

Haydarpaşa Garı’nın batı cephesine bakıldığında köşelerde yükseldikçe daralan

oval kuleler, on iki basamaklı geniş ve uzun bir merdiven ile üç büyük iki küçük kapı

dikkat çekmektedir. Kapılar arasında Türkçe, İngilizce ve Almanca olmak üzere üç

dilde tarihçe vardır. Tarihçeler üzerinde üçgen birer çerçeve, içerisinde bir çelenk ve

onun da içerisinde bir tuğra bulunmaktadır.

Üst katların pencere dizilişleri alt kattaki kapılara göre farklılık arzetmektedir.

İkinci katta öncelikle beton korkuluklu bir balkon bulunmaktadır. Alttaki küçük kapılar

üzerinde kemerli tek pencere bulunurken büyük kapılar üzerinde üçlü pencere

gruplarına yer verilmektedir. Gruplar ise ortadaki büyük ve yanlarda iki küçük kemerli

pencereden oluşmaktadır. Üzerinde çelenk ve hilalin iç içe geçtiği üçgen bir çerçevenin

bulunduğu ortadaki büyük pencere ile üzerinde korkuluklu küçük bir balkon bulunan

yanlardaki tekli pencerelerin büyüklüğü birbirine eşittir. Üst katlardaki pencere

dizilişleri de tekli-üçlü şeklinde devam etmekte fakat bunlar köşelidir. Ortadaki büyük

kapının üzerine denk gelecek şekilde beşinci katta iki pencere arasında bir saat, onun

üzerinde demiryolları amblemi ve son olarak da hilal görülmektedir.

Haydarpaşa Garı, 1919 tarihinde liman ile birlikte İtilaf Devletleri’nce işgali

dışında iki önemli tehlike atlatmıştır. İlki I. Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken

90

6 Eylül 1917 günü saatlerin 16.30’u

gösterdiği anlarda korkunç bir

patlama yaşandı. Bir hamalın

sırtındaki sandığı yere düşürmesi,

İngiliz savaş uçaklarının

bombalaması, Çanakkale’yi geçmeyi

başaran bir denizaltı tarafından

bombalanması ve limanda vinç

kullanan Ermenilerin cephane

sandıklarını bilinçli olarak yere

atmaları yanında Alman ordusunda

bulunan Fransız ajanı ve yardımcıları bu patlamaya sebep olarak gösterildi. Bölgenin

gördüğü maddi zararlar bir yana resmi olmasa da binden fazla insanın hayatını yitirdiği

bu sabotaj sonucu garın büyük bir bölümü yandı, kuleleri uçtu ve tüm camları kırıldı.

Savaşın da devam etmesi nedeniyle ancak 1933’te eski haline getirilebildi.178

Resim 77 Gar Binası ve Önünde Kara Tren (2002).

Bir diğer önemli olay ise 15 Kasım 1979 yılında Yunan tankeri Evrialy ile

Rumen bandıralı Independenta tankerinin Haydarpaşa açıklarında çarpışmasıdır.

Kadıköy ile Üsküdar’ın Selimiye ve İhsaniye mahallelerinde çok sayıda ev ve iş

yerlerinin camları kırıldı.

İhsaniye Mahallesi’nde patlama ile irkilen ve günlerce süren yangına şahit olan

Şevket Başak ve Turgut Akbaş isimli sakinlerin gözlerinde kaza hala canlılığını

korumaktadır. “Allah’tan lodos değil de poyraz esiyordu yoksa…” deyip sözün gerisini

getirememeleri felaketin büyüklüğünü ifade etmeye yetmektedir.

Bu kazada İndependenta altı hafta kadar yandı ve enkazının kaldırılması yedi yıl

sürdü. 43 kişinin öldüğü bu patlamadan Haydarpaşa Garı da ciddi bir şekilde etkilendi.

Dönemin sayılı vitray ustalarından Linneman'ın kurşun vitraylarının büyük bir bölümü

bu patlamada hasar gördü ve daha sonra yenilendi.

Haydarpaşa Limanı, Harem ile Haydarpaşa Garı arasında bulunan liman

İstanbul’un en büyük ticari limanıdır. 1873 yılında Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının

ulaşıma açılması sonrasında liman yapılması fikri de ortaya çıktı ve Sultan II.

178 Ertan Ünal, “Cephane Nasıl Havaya Uçtu?”, Popüler Tarih, C.2, s.46, Dünya Yayınları, İstanbul, Eylül-2002; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1474.

91

Abdülhamid'in Nisan 1899’daki bir fermanıyla Anadolu Bağdat Demiryolları Şirketi'ne

imtiyaz verildi.179

İnşaatına 1899'da başlanıp 1903' te işletmeye açılan limanın rıhtım uzunluğu 302

m idi. Ayrıca limanın güney ucunda 151 metrelik bir rıhtım kolu daha bulunmaktaydı.

1908 yılında bugünkü Haydarpaşa Garı'nın hizmete girmesinden sonra limanın Anadolu

ile bağlantısı daha da gelişti. 1917'de meydana gelen patlamadan liman da zarar görmüş

ve kısa sürede yenilendi.

Çıkarılan bir kanunla 1927'de “Demiryolu ve Limanları İdare-i Umumiyesi”

kurulmasına rağmen liman ancak 1929'da bu müdürlüğü bağlandı.

1953 yılında başlanan Haydarpaşa Limanı'nın genişletilmesi çalışmalarıyla eski

dalgakıranın 150 metre açığında 760 metre boyunda yeni bir dalgakıran yapıldı hatta

sonraki yıllarda 140 m daha uzatıldı. 302 metre olan rıhtım da bu yenileme çalışmaları

esnasında uzatılarak 650 metreyi buldu.

1967 yılında yapılan geniş kapsamlı genişletme ve modernleştirme

çalışmalarıyla limana 1100 metre uzunluğunda bir mendirek, 2640 metre uzunluğunda

rıhtım tesisleri ile altı büyük hangar kazandırıldı.180

Liman 1903 yılında

işletmeye açıldığında rıhtımda

günde 2400 ton buğday

kaldırabilen bir vinç vardı. 1905

yılında 5000, 1907 ‘de ise

10000 tonluk buğday silosu

hizmete girdi. 1939’da 385.000

ton olan yükleme-boşaltma

kapasitesi 1952'de 608.737 tona

ulaştı.

Resim 78 Denizin Doldurulması.

179 Wolfgang Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, (Çev.: Erol Özbek, Haz.: Ayşe Berktay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s.157. 180 Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.158.

92

1953 yılındaki yenileme

çalışmaları esnasında limana çok

sayıda büyük tonajlı silo ve

vinçler getirildi. Yeni tesisler

kurulurken limana demiryolu

hatları döşendi. 1960'lı yıllara

gelindiğinde kapasite 1.500.000

tona yükselirken, 1990'larda yıllık

kapasitesi 5 milyon ton civarını

buldu.181

TMO'ya ait 34.000 ton

kapasiteli bir hububat silosunun bulunduğu limanda Sirkeci ve Haydarpaşa arasında

kapasiteleri 480 tonu bulan feribotlar çalışmaktadır.

Resim 79 Haydarpaşa Limanı

Limana ait Göztepe’de konteyner içi doldurma boşaltmasının yapıldığı, boş

konteynerlerin istiflendiği ve gümrükleme işlemlerinin yürütüldüğü 55.000 metrekarelik

kara terminali bulunmaktadır.182

Haydarpaşa İskelesi; Haydarpaşa tren garının batı cephesinde bulunan iskele,

milli mimarımız Vedat Tek’e aittir. Güneyinde bir büfe, kuzeyinde gara ait birimler

bulunmaktadır. Yolcuların deniz yolu ile Haydarpaşa Garı’na gelip-gitmeleri bu iskele

tarafından sağlanmaktadır. Çini süslemeleriyle dikkat çeken iskelenin yapım tarihi kesin

olarak belli değildir.

Yığma taş bina olarak inşa edilen iskele, üç bölüm olarak tasarlandı. Kapıları

üzerinde “Birinci Mevki” ve “İkinci Mevki” yazıları bulunan orta bölümde giden

yolcular beklerken, yanlardaki iki bölümden ise gelen yolcular inmektedir. Önünde ise

ahşap sekizgen gişe görülmektedir.

Yapının süslemesinde kullanılan çiniler, Kütahya çiniciliğinin değerli ustası

Mehmet Emin Bey’e aittir. İskelenin gar ve deniz cephelerinin orta bölümünde yeni

alfabe ile “HAYDARPAŞA” ibareli çini pano bulunurken yan bölümlerde aynı ibarenin

eski yazı ile düzenlendiği panolar bulunmaktadır. Denize bakan kapı üzerindeki

panonun alt köşesinde “Mehmed Emin min telamiz Mehmed Hilmi Kütahya Sene

181 “Haydarpaşa Limanı, Dünden Bugüne…, C.4, s.31-32. 182 http://www.tcdd.gov.tr/genel/haydarpasa.htm, 17.02.2008.

93

1334” şeklindeki kitabe, çinilerin 1915 yılında yapıldığı bilgisini verse de kırıldığı için

kaldırılan kitabeli pano şimdi yerinde yoktur.183

Dış cephede tek renkli ve çok

renkli çiniler yanında taş işçiliği ve

vitray çalışmaları da görülmektedir.

“Kapı lentolarının üstü, pencere

üzerindeki kemerler, kemer aynaları

ve alınlıkları, pencere kemer

alınlıklarının yan ve üçgen boşlukları

açık ve kapalı kompozisyonlar dışında

bordur biçiminde tasarlanmış çinilerle

kaplanmıştır. Resim 80 Haydarpaşa İskelesi.

Ön cephede gişe üzerinde şakayık, lale vb gibi çiçekler, yapraklar ve rumîler

serpiştirilmiş beyaz zemin ortasına "Maşallah" ibaresi, iki tarafına ise iki çapa ve ay-

yıldızdan oluşan şimdiki Denizcilik Bankası amblemini içeren rozetler yerleştirilmiştir.

Benzer amblemler yolcu çıkış kapılarını da taçlamaktadır. Gişenin iki tarafında birer

servi ile bezenmiş panolar vardır. Servilerin altı karanfil ve lalelerle

hareketlendirilmiştir. Bu panoların üstünde "Kütahya" ibaresi okunmaktadır.” 184

Çamdan yapılmış gişede kafes işi, oyma tekniği ile süslemeler iskelenin inşası

sırasında iyi bir ağaç işleri atölyesinin de çalıştığına işaret etmektedir.185

4.3. SİVİL MİMARİ

Burada Haydarpaşa Kasrı başta olmak üzere konak ve köşklerden

bahsedilmektedir. Bu yapılar kim tarafından ne zaman yapıldı, kimler tarafından

kullanıldı ve son durumu nedir gibi soruların cevabı yanıtlanmaya çalışıldı. Ayrıca

bölgede yapıldığı bilinen dükkânlar, kumaş tezgâhları, mezbaha ve has fırın gibi yapılar

hakkında da kısa da olsa bilgiler verildi.

Haydarpaşa Kasrı, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin sol tarafında, yüksekçe

bir yar üzerinde ve aynı adla anılan kışlanın hemen yanında bulunmaktaydı. Haydarpaşa

Kışlası ile birlikte yaptırılan kasır, Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde tamir

183 H. Örcün Barışta, “Haydarpaşa İskelesi”, Dünden Bugüne…, C.4. s.30. 184 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.4, s.30. 185 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.4, s.30.

94

edildi. Kırım Savaşı yıllarında kendilerine tahsis edilen hasta ve yaralı İngiliz askerleri

tarafından kasten yakıldı. Ölen askerlerin gömüldüğü kasrın önündeki bahçeye ise

İngiliz Mezarlığı denilmektedir. Kasrın önünde ve mezarlığın girişi yakınlarında bir de

Haydarpaşa Sahilsarayı’nın varlığı bilinmektedir.186

Gazi Osman Paşa Köşkleri; İki tane olan bu ahşap köşkler, aşağı İhsaniye'de,

denize nazır bir mevkide idi. Osman Paşa'nın eşi, Fatma Hanımefendi, 1352 (1933)

tarihinde bu köşklerden birinde vefat etmiş ve Karacaahmet Mezarlığı'nda 8. Ada'ya

gömülmüştür. Etrafı demir parmaklıklı sofası elan mevcuttur. Gazi Osman Paşa'nın bir

köşkü de Göztepe'de idi. Plevne Kahramanı olan Paşa 1900 tarihinde vefat etti. Kabri,

Fatih Camii hazîresindeki türbesindedir.187

Mabeyinci Hafız Mehmet Bey Konağı (Köprülü Konak); Küçük İhsaniye

semtinde, eski adı Çit Sokağı, yeni ismi Neyzenbaşı Halil Can Sokağı ile Hafız Mehmet

Bey Sokağı'nın birleştiği köşede olup kârgir bir konaktır. 19. yüzyıl ikinci yarısında

Sultan Abdülaziz (1861-1876)'in baş mabeyincisi, Hafız Mehmet Bey tarafından

yaptırılmıştır. Hafız Mehmet Bey Sokağı'nın sağ köşesindeki yapı, diğeri gibi üç katlı

olup, Eczacı Mustafa Nevzat Bey'e aittir. Mehmet Bey Konağı'nın yan tarafında ve yol

aşırı yerdeki harem dairesine üst kattan, her tarafı kapalı, iki yan cephesinde pencereleri

bulunan ahşap bir köprü ile bağlandığından, Köprülü Konak ismiyle anılır olmuştur. Bu

köprü, 1940 tarihlerinde yıktırılmıştır.

Köprülü Konak, 19. yüzyıl ikinci yarısında Sultan Abdülaziz (1861-1876)'in baş

mabeyincisi, Hafız Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Rivayete göre, köşklerin

yerinde ahşap bir yapı varmış. Sultan Abdülaziz, bir ziyareti sırasında bu binanın yerine

kârgir bir köşkün yapılmasını ve masrafının da Hazine-i Hümâyun'dan karşılanmasını

irade etmiş. 30 Mayıs 1876 tarihindeki hal sırasında Dolmabahçe Sarayı'nda bulunup

Padişah ile beraber Topkapı Sarayı'na giden Mehmet Bey, bu olayı 'Hakayıku'l-beyan fî

hakkı Cennet-mekân Abdülaziz Han' isimli hatıra kitabında ayrıntılarıyla dile

getirmiştir.188

Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa’nın kızlarından Prenses Nazlı Hanım, bir süre

Köprülü Konak’ta oturduğu bilinmektedir. Yine bu konağın Cumhuriyetin ilk yıllarında

186 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1361. 187 http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789, 09.11.2007. 188 http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=811, 09.11.2007.

95

“Köprülü Konak İlk Mektebi” adıyla özel bir okul olarak hizmet verdiği

görülmektedir.189

Bölgede ismi geçen kasır, köşk ve konak dışında Selimiye'de olduğu tahmin

edilen Celâleddin Ağa (Paşa) Konağı, Haydarpaşa Sahrası civarında bulunan Esirci

Mahmut Ağa Köşkü, İhsaniye’de Kazasker Yesarizade Mustafa İzzet Efendi Köşkü ve

Tosun Paşa Konağı, Selimiye Kışlası civarında Sadrazam Hafız İsmail Paşa Sarayı da

bulunmaktadır.

Selimiye Mahallesi kurulurken Sultan III. Selim’in bizzat kendi mallarıyla 47

adet dükkân yaptırdığı ve bundan yaklaşık beş yıl sonra da öncekilerden farklı olarak 50

adet yaptırdığı kaydedilmektedir. Bunlar arasında dökmeci dükkânı, enfiyeci dükkânı,

çarıkçı dükkânı, kunduracı dükkânı, sağlık ocağı şeklinde düşünülebilecek tabib

dükkânı, kahvehaneler, kerestehane, küphane, mumhane ve bakkal dükkânları

bulunmaktadır.190 Tekstil sektörü ile ilgili bilinen yapılar genel olarak Selimiye kumaş

tezgâhları başlığı altında özetlenmektedir.

Selimiye Kumaş Tezgâhları; bölge için ayrı bir önem taşımaktadır. Sultan III.

Selim’in, 1805/1219 tarihinde yaptırdığı Selimiye Camii çevresini bir tekstil sanayi

haline getirmeye çalıştığı görülmektedir. Yerli kumaş üretimini hem teşvik etmiş hem

de gerekli adımları atmıştır. Sadece kumaş üreten tezgâhlarla yetinmeyip yan sektörler

için de ayrı ticarethaneler yaptırmıştır. Kendi mal varlığıyla bir veya birkaçı Harem

İskelesi’nde olmak üzere Çiçekçi’ye doğru yayılan toplam 341 odalı yedi ayrı sandalcı

(ipekli dokuma) hanı yaptırdığı bilinmektedir. 1826-27/1242 yıllarına gelindiğinde

Selimiye’deki sandalcıların 32 farklı türde ürün imal etmeleri dikkat çekmektedir. Fakat

zamanla üretilen kumaşların gözden düşmesi, hanların yok olma sürecini de

başlatmıştır. 1884 yılında ipekli kumaşlar sanatının ihyası için önlemler alınmaya

çalışılsa da Sandalcı Hanları’nın yok olmasının önüne geçilememiştir. Tam olarak hangi

tarihlerde yok olduğu bilinmemektedir.191

Eski adı Çatmacılar Sokağı olan bugünkü Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı’nda da

Çatmacılar esnafına ait tezgâhların bulunduğu kaynaklarımızda yer almaktadır.

189 Ömer Faruk Şerifoğlu, Hoca Ali Rıza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s.56. 190 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri İçerisinde Selimiye Kışlası ve Yerleşim Alanı, (basılmamış doktora tezi), C.1, s.206-212. 191 M.Gözde Ramazanoğlu, “Üsküdar’da Halıcılık: Selimiye Sandalcı (İpekli Dokuma) Hanları”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.74-77.

96

Tunusbağı Caddesi’nden Harem

İskele Sokağını kadar 100’den

fazla çatma tezgâhının işlediği

belirtilmektedir.192

Selimiye kumaş

tezgâhlarına bükülmüş iplik

temin eden esnaf ise, Selimiye

Kışlası’nın batı yamacında

Bükücüler Hanı Sokağı

üzerindeki handa toplanmıştı.

Sokağın üst başındaki bu iki katlı

ahşap büyük han bugün mevcut

değildir. 1890 tarihlerinde yıkılmıştır. Hanın ortasında genişçe bir avlu bulunuyordu. Bu

hanın az aşağısında bulunan üçer katlı iki ahşap han da 1925 tarihlerinde yıktırıldı.

Resim 81 Kavak Fırınları Ahırının Resmi.

Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı’nın bulunduğu, Selimiye Kışlası Caddesi ile ikiye

ayrılan park üzerinde de kumaş tezgâhlarının varlığı bilinmektedir. 1890’lı yıllarda

mevcut olan bu tezgâhların 1894’teki büyük depremde yıkıldığı sanılmaktadır.193

Selimiye Fırını, Sultan III. Selim tarafından ordunun ve yeni kurulan

mahallenin ekmek ihtiyacını karşılamak için yaptırılmıştır. Bugün sokak isminden yola

çıkarak İhsaniye Mahallesi sınırları içerisinde kalan Nan-ı Aziz Sokağı içerisinde

olabileceği düşünülen bu fırın yanında bir de değirmen olduğu belirtilmektedir.194

Ayrıca Kavak İskelesi civarında da fırınların olduğu özellikle bir fotograf üzerine

düşülen “Selimiye Kışla-i Hümayununa merbud Kavak Fırunları ahurunun resmidir.”

şeklindeki nottan anlaşılmaktadır. Kaç yılında kim tarafından yapıldığı

bilinmemektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’da küçük şehirler etrafında bağlar, bahçeler bulunduğu ve tahıl

depoları ve değirmenlere kolayca ulaşabildiği için beslenme kolay olmakta ve gıda

problemi yaşanmamaktaydı. Fakat uzun süre dünyanın en büyük şehri olma özelliği

taşıyan İstanbul için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Tahıl, un, buğday

192 Ülkü Tokatlı Akça, “Üsküdar Çatma Kadifeleri”, Üsküdar Sempozyumu II, C.2, s.476. 193 M.Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1481. 194 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., C.1, s.222.

97

Dobruca’dan; yağ ve peynir Kırım’dan; et Trakya havzasından gelmektedir.195 Gelen

ürünler, suriçi ve surdışında farklı oranlarda taksim edilmektedir. 1609 yılında

İstanbul’a gelen ürünlerin paylaştırılması suriçi İstanbul’a beşte üç, Galata, Üsküdar ve

Eyüb’e ise beşte iki şeklinde olmuştur.196

Temel gıda maddeleri şehir dışından geldiği için şiddetli kış, deprem, yangın,

kıtlık, göç ve çıkan isyanlar aniden fiyatların artmasına hatta fırınların kapatılmasına

sebep olmaktadır. Şehirdeki hoşnutsuzluğun hatta başkaldırıların temelinde ekmek

kıtlığı olduğu için ekmek, yapımından dağıtımına kadar çok sıkı kontrolden

geçmektedir. Hatta bu kontrol görevini bizzat padişah ve sadrazam yürütmektedir.

Ekmek konusunda son derece hassas davranan Sultan III. Selim’in ekmeksiz kalan

halkın ihtiyacının karşılanması, ekmeklerin standartlarının bozulması durumunda ne

gibi cezalar uygulanacağı gibi hatlarının varlığı bilinmektedir.197

Bölgede zikredilmesi gereken önemli yapılardan biri de mezbahanedir. Selimiye

Kışlası önünde, Harem İskelesi ile Kavak İskelesi arasında bulunan bu yapı başlangıçta

askeri mezbahane olarak kullanılırken sonradan sivil bir hale getirilmiştir. Belediye

Başkanlığı yaptığı dönemlerde genel olarak İstanbul’daki mezbahaneler ve bu

mezbahane hakkında Cemil Topuzlu Paşa şu bilgileri vermektedir: “…gayri sıhhi, pis

mezbahaların hepsini kapattım. İstanbul cihetinde bir tane mezbaha bıraktım. Üsküdar-

Kadıköy taraflarında ise Selimiye Kışlası’nın önünde bulunan ve evvelce askeri

mezbaha olarak kullanılan binayı açtırdım, temizlettim, muvakkaten sıhhi bir mezbaha

haline soktum.

Tekmil Üsküdar-Kadıköy ve

havalisi kasaplarına burada kesilen

koyunları kamyonlarla yolladım. Fakat

etin fiyatı artmasın diye okkada bir

kuruştan fazla resim almadım.”198

Resim 47’de henüz Harem Sahili

doldurulmadan önce Selimiye Kışlası

önünde görülen yapının mezbahane Harita 4 Salhane.

195İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s.80. 196Halil İnalcık, “İaşe”, Dünden Bugüne..., C.4, s.118. 197 Halil İnalcık, a.g.m., C.4, s.118; M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.220. 198 Cemil Topuzlu, a.g.e., s.212.

98

olma ihtimali düşünülmektedir.

Paşa Baba Kahvehanesi; Çiçekçi Kahvehanesi gibi bölgenin önemli

kahvelerindendir. Harem bulunan kahvenin kaç yılında yapıldığı bilinmemektedir.

Utkan, Selimiye ile ilgili hatıralarını anlattığı eserinde bu kahvenin bulunduğu yerde

başka bir kahveciyiyi anlatmaktadır. “Defterdar Tahir Efendi Camii’nin hemen altında

günümüzde küçük bir park olan yerde halen ayakta olan tarihi çınar ağacının altında o

yıllarda eski bir kahvehane vardı. Kahvehaneyi Anastas isimli Rum bir vatandaş

işletirdi. Ayazma’nın suyu kahvehanenin bahçesindeki havuza akardı. Tahir Efendi

Camii’nden sabah namazından çıkan ahali, kahvehanenin bahçesinde sabah çaylarını ve

kahvelerini içerlerken yosun ve iyot kokulu sahilden İstanbul’un o muhteşem

panoramasını seyrederek Harem İskelesi’nden kalkan Kalendar ya da Kabataş vapuru

ile Sirkeci’ye giden veya gelen yolcuları selamlarlardı.”199 Paşa Baba Kahvehanesi’nin

Harem sahiline yapılan dükkanlarla birlikte yapıldığı düşünülecek olursa yaklaşık 150

yıl kadar hizmet verdiği söylenebilir.

199 Ahmet Nadir Utkan, Elveda Üsküdar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008, s.47.

99

Harita 5 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Dini Yapılar.

100

Harita 6 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Kamu Yapıları.

101

Harita 7 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Çeşmeler.

102

5. DEĞERLENDİRME

5.1. YAPI TİPLERİ VE KENTLEŞME Osmanlı mimarisi köy evinden kervansaraya, köprülerden saraylara kadar, farklı

toplum katlarına hizmet veren bir yapı alanı örgütlenmesi halinde çeşitlendirilmiş,

projenin yer alacağı sosyolojik katmana göre detaylandırılmıştır.200

5.1.1. Çeşmeler

Su yapıları olarak araştırmamız içerisinde çeşme, hamam ve iskele olmak üzere

üç yapı tipi karşımıza çıkmaktadır. Çeşme ve hamamlardan önce bu yapı tiplerin su

ihtiyacını karşılayan bölgedeki suyollarına değinmek gerekmektedir.

Roma İmparatorluğu zamanında yapılan büyük ve düzenli su şebekeleri Bizans

döneminde yaşatılamadığından Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un

fethedilmesiyle pek çok alanda olduğu gibi şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere gerekli

çalışmalar hemen başlatılmış ve sonraki dönemlerde hızlanarak devam etmiştir. Su

Nezareti kurulmuş ve şehrin her bir köşesine ulaşan su kanallarının bakımı için ihdas

edilen suyolculuk gibi su nazırından sakalara kadar birçok birim oluşturulmuştur.

Yapımları yıllar alan suyolları yapılarak şehrin her köşesi çeşmelerle donatılmış ve

halkın su ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır.

Üsküdar-Harem Bölgesi’nin su ihtiyacı gerek kuyular gerekse suyolları ile

karşılanmıştır. Bilinen suyolları içerisinde ilk yapılan İbrahim Paşa Suyolu ayrı bir

önem taşımaktadır. Fatma Sultan Suyu veya Üsküdar Suyolu olarak da bilinen bu

suyolu, Sultan III. Ahmet (1703-1730) döneminde 1718 yılında Sadrazam olan İbrahim

Paşa tarafından Şerefâbâd Sarayı’nın su ihtiyacını karşılayabilmek yapılmıştır ve şehrin

çeşmelerine de su verebilmek amacıyla hat genişletilmiştir. İhtiyaç duyulan su,

Kayışdağı’nın 7,5 km kadar kuzeybatısında Apustol Çiftliği denen yerde, Çamlıca

tepesinin 2,5 km güneydoğusundan gelmektedir. Haskan ise suyun kaynağını İçerenköy

taraflarında, Merdiven Köyü ile Karaman Çiftliği civarında akan Sazlıdere yanı olarak

göstermektedir.201

Uzun bir yolculuk sonrasında Nuhkuyusu Caddesi başında ve Kapıağası

mevkiindeki su terazisine ulaşmaktadır. Duvardibi’nde bulunan diğer teraziye aktarılan

200 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.114. 201 Kazım Çeçen, a.g.e., s.80; M. Mermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1199.

su ise buradan Kavak Sarayı ile Üsküdar Sarayı’na ve o çevredeki tesislere

verilmektedir. Üsküdar Suyolu Haritası’nda Kavak Sarayı ismi belirtilmektedir. Bu

teraziden bir başka kol ise Doğancılar Maksemi’nden Şerefâbâd Sarayı’na gitmektedir.

Selimiye Suyolu, Sultan III. Selim (1761-1808) tarafından Selimiye Kışlası,

camii müştemilatı ile bazı çeşmelere su temin etmek amacı ile yaptırılmıştır.

Suyolu’nun III. Selim’in Çiçekçi’deki (Resim 69) 1802/1217 tarihli çeşmesiyle aynı

tarihlerde yapıldığı düşünülmektedir.202

Mihrişah suyu ise, Sarıkaya, Millet Bahçesi, Bağlarbaşı ve tramvay yolunu

takiben Nuhkuyusu ve Çiçekçi Kahvesi karşısında teraziye, oradan İhsaniye

taraflarındaki çeşmelere ve Selimiye’nin bütün müştemilatına su vermektedir. Günlük

debisi 200 metreküptür.203

Teraziden çıkan dağıtım kolu Çiçekçi’de Harem İskelesi Sokağı ile Tıbbiye

Caddesi köşesinde 1802/1217 tarihli, çok büyük hazneli büyük III. Selim Çeşmesi’nin

haznesine bitişmektedir. Bu çeşmeden bir kol Harem İskelesi Sokağı’ndan Daya Kadın

Sokağı’ndaki kitabesiz çeşmeye, diğer bir kol ise Sıtkı Özferendeci Sokağı üzerindeki

İhsaniye Camii’ne su vermektedir.204

Çeşme, su kaynağı manasına Türkçede göz kelimesinin Farsça karşılığı olan

çeşm sözünden alınma bir kelimedir. 205 Çeşmeler, en basit şekli ile kesme taştan inşa

edilen ve sivri kemer içindeki bir nişten ibaret küçük yapılardır. Malzemenin mermer

olması, kemer, ayna taşları, diğer satıhlar, hatta saçağın zengin surette işlenmesi bu

mütevazı şekle görkemli bir hal kazandırmıştır.206

Türk plastik sanatları içinde ayrı bir yeri olan bu yapılar, şehir dokusunun en

elverişli yerinde inşa edilerek hem yararlı olma niteliği dikkate alınmış hem de estetik

değerler sergilenmiştir.207 Eskiden saray, hamam, cami, şadırvan gibi yapılara künklerle

su getirildiği için halk ihtiyacını mahalle çeşmelerinden sağlamak durumundaydı.

Bugünkü anlamda her eve su götürme imkânı yoktu. Ya çeşmelere bizzat gidilecek ya

da sakalara müracaat edilecekti.

202 Kazım Çeçen, a.g.e., s.111. 203 Saadi Nazım Nirven, İstanbul Suları, Halk Basımevi, İstanbul 1946, s.295. 204 Kazım Çeçen, a.g.e., s.114. 205 Celal Esat Arseven, a.g.e., C.1, s.388. 206 H.Örcün Barışta İstanbul Çeşmeleri Bereketzade Çeşmesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, s.V. 207 H.Örcün Barışta, İstanbul Çeşmeleri.., s.V.

104

Çeşmeler, konumlarına göre köşe çeşmesi, çatal çeşme, meydan çeşmesi gibi

farklı isimler almakta ve yapıldıkları döneme göre de klasik, barok gibi farklı üslup

özellikleri yansıtmaktadırlar.

Yüzyıllara göre bakıldığında bölgede 16. yüzyıla ait sadece Tazıcılar Ocağı

Çeşmesi bulunmaktadır. Yalaklarının varlığı nedeniyle ahırda bulunan atlar ile

görevlilerin istifadesi için yapılmış bir yapıdır. 1654/1064 yılında yapılan ve banisinin

ismiyle anılan bir namazgâh çeşmesi olan Müsahip Ali Ağa Çeşmesi de 17. yüzyıla ait

tek çeşmedir (Resim 20). Ankara Asfaltı yapılırken yeri değişen çeşmenin, namazgâhla

birlikte bölgede çalışanlar tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü asfaltın

bulunduğu yerde Kavak Deresi akmakta ve derenin iki tarafında bostanlar

bulunmaktaydı. Kavak İskelesi’ne gelip gidenlerin de istifade ettiği düşünülebilir. Her

iki çeşme de 19. yüzyıla kadar saray sınırları içerisinde kaldığından belirli sayıda

insanın ihtiyacını giderebilmektedir.

18. yüzyılda Sultan III. Osman’ın Hatice Sultan Sarayı’nı yıktırıp yerine

İhsaniye Mahallesi’ni kurması bölgede önemli bir hareketlilik meydana getirmiştir.

İhsaniye Camii 1755/1169 ile birlikte aynı tarihlerde yapıldığı düşünülen Hafız İsa

Çeşmeleri, şehirleşmeye işaret eden ilk su tesislerindendir. Bundan dokuz yıl sonra,

yıktırılan sarayın sahibi Hatice Sultan’ın hayratı olarak kendi isminin verildiği iki

çeşme yaptırılır fakat biri günümüze kadar gelememiştir. Hatice Sultan Çeşmeleri, ilk

mahalle çeşmeleridir (Resim 24). Cami ve Mescid yakınlarında bulunmaktadırlar.

19. yüzyıl İstanbul’unun çeşmeleri; devletin yeniden güçlenme isteğine

temellenen Tanzimat ideolojisini yansıtan, yeni imar düzenlemeleri ve kuralları

çerçevesinde tasarlanan anıtsal yapılardır. Temel işlevleri su gereksinimini karşılamak

olmakla beraber kent dokusuna katkıda bulunan yapı cephesi işlevini de üstlenmiş,

kentsel tasarımda yeri olan, yapı yüzeyinden kopmuş, başlı başına mimari bir anlam

taşıyan neredeyse bağımsız bir yapı konumuna gelmiş yapılardır.208

Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi (Resim 64-65) 1791/1206, Türk barok

mimarîsinde ve som mermerdendir. Yerleşmenin saraya doğru genişlediğine dair bir

işaret midir diye akla gelen soru, 1792/1207 tarihinde Selimiye Hamamı arkasına

yapılan kitabesiz Selimiye Çeşmesi ve bundan on yıl sonra 1217/1802’de yapılan

Çiçekçi’deki III. Selim Çeşmesi ile “Evet” şeklinde cevap bulmaktadır. Hibetullah

208 Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.131.

105

Valide Sultan Çeşmesi ile Selimiye Çeşmesi arasında 1805-6 yılında yapıldığı

düşünülen Daya Kadın Çeşmesi (Resim 71) ise bu cevabı pekiştirmektedir. Kitabesiz

olan bu çeşmenin yapım tarihi Selimiye Mahallesi’nin kurulduğu yıllar olarak

düşünülmektedir. Artık Kavak Sarayı yıkılmış, Selimiye Kışlası, Selimiye Cami ve

etrafındaki pek çok yapı tamamlanmıştır.

Çiçekçi’de III. Selim Çeşmesi yakınlarında yapılan 10 Haziran 1808/1223 R. 15

Tıflıgül Çeşmesi bugün mevcut değildir. 1822/1238 yılında İhsaniye Mahallesi’nde

sahile inen merdiven başında Gazanfer Ağa için yaptırılan Hafız İsa Ağa Çeşmesi

(Resim 72) ile İhsaniye İskelesi’ne inip çıkanların, Küçük İhsaniye Camii önüne oturup

İstanbul’u ve güneşin batışını seyredenlerin ihtiyaçlarını gidermeleri düşünülmüş

olmalıdır. 1824/1240 tarihinde Hafız İsa Ağa tarafından yaptırıldığı düşünülen kitabesiz

İhsaniye Çeşmesi (Resim 73) de görkemli çeşmelerdendir. İsmini zikrettiğimiz

çeşmeler, -Tıflıgül Çeşmesi hariç- arka tarafında büyükçe haznesi bulunan abidevi

yapılardır.

Harem bölgesinin kentleşmesinde büyük katkısı olan Defterdar Mehmet Tahir

Efendi (ö. 1832/1248) yaptırdığı cami ve sıbyan mektebi yanında iki tane de çeşme

yaptırmıştır. Biraz üst tarafta 1841/1257’de yapılan Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi

bulunmaktadır. Selimiye Kışlası sınırları içerisine alınmadan önce halkın ve

hayvanlarının su ihtiyacını karşılıyordu. Aslında yapılış amacı da süvari atlarının

sulanmasıdır.

1905/1323’de yapılan Hasip Paşa Çeşmesi, 1907/1325’de yapılan Ahmet Şakir

Efendi Çeşmesi ve son olarak da Hakkı Efendi Çeşmesi bölgede zikredilmesi gereken

çeşmeler arasındadır. Çeşmeler yanında Selimiye Kışla Kuyusu ve İhsaniye Kuyusu da

önemli su tesislerindendir.

Bölgede yapılan çeşmelerden çoğunluğu muattaldır. Hatice Sultan Çeşmesi ve

Tıflıgül Hanım Çeşmesi kaybolurken Mehmet Tahir Efendi Çeşmesi de yok olmak

üzeredir. Zaten cami altında bulunan çeşme iptal edilmiş üzeri de çimento ile

sıvanmıştır. Bugün sadece İhsaniye Camii avlusunda bulunan Hafız İsa Ağa Çeşmeleri

ile Selimiye Çeşmesi faal durumdadır.

Osmanlı İmparatorluk Dönemi’nde durum bu iken Türkiye Cumhuriyeti

Dönemi’nde teknolojinin su problemini farklı yollarla çözümlemesi sonucu, halkın su

106

ihtiyacını karşılayan çeşmeler giderek önem ve işlevini yitirmiş hatta tarihi eser niteliği

dışında hiçbir özelliği kalmamıştır.209

Çeşmelerin ortadan kaldırılmasına başta vakıf su şebekelerinin kurutulması

olmak üzere, özellikle cadde ve sokakların genişletilmesi ve arsalarından istifade etme

düşüncesi sebep olarak gösterilmektedir. Vakıf sular kesildikten sonra şehrin altındaki

su kanalları kurutulmuş ve büyük inşaatların temel kazılarında da bunlar tahrip

edilmiştir.210 Musahip Ali Ağa Çeşmesi’nin kanallarının Mekteb-i Tıbbiye yapılırken

tahrip olması ve Ankara Asfaltı yapılırken de çeşmenin bugünkü yerine taşınması örnek

olarak gösterilebilir.

Bazı çeşmeler farklı tarihlerde Üsküdar Belediyesi tarafından restore edilmiş

fakat halkın araçlarını yıkaması ve suyu bilinçsiz tüketmesi gibi sebeplerle su

verilmemiştir.

Değinilmesi gereken bir diğer su yapısı ise hamamlardır. Türk medeniyetinde

hamamın çok önemli bir yeri vardır. İslamiyet’te beden temizliği ibadetin temel şartı

olduğu için ecdadımız en ufak yerleşim yerlerine varıncaya kadar ülkenin bütün şehir ve

kasabalarında hamamlar inşa etmişlerdir. Genelde hamamlar cami, medrese vb bir

yapıya vakfedilerek elde edilen gelirlerle hem bu eserlerin bakımı sağlanmış hem de

görevlilerin ücretleri ödenmiştir. Dış görünüşüne fazla önem verilmeyen hamamların iç

mekânlarına gerekli özen gösterildiğinden en gösterişli yerleri camekânlardır.

Roma imparatorluğu’nda olduğu gibi hamam sadece bir yıkanma yeri değil,

aynı zamanda kadın ve erkekler için ayrı ayrı bir toplanma yeridir. Çifte hamamları

kadın ve erkekler aynı anda kullanabilirken tek hamamlar şayet kadınlara da açılıyorsa

nöbetleşe kullanılıyordu. Hamamların kullanılış şekline göre farklı isimler aldığı

görülmektedir. Gelin Hamamı, Damat Hamamı, Sünnet Hamamı, Asker Hamamı,

Bayram Hamamı bunlardan bir kaçıdır. Hamamlar, kadınlar için Türk sosyal hayatının

çok önemli bir merkezi olduğundan yıkanma ihtiyacı dışında eğlenme ihtiyacına da

cevap vermişlerdir. İhtiyaçları giderirken dikkat edilmesi gereken; suyu israf etmemek,

209 H.Örcün Barışta, a.g.e., s.V. 210 Semavi Eyice, a.g.e., s.134,136.

107

sıçratmamak, yüksek sesle ve çok konuşmamak, gerektiğinde yıkanma sırasına riayet

etmek, hamamı temiz bırakmak gibi ahlak kuralları vardır.211

Bugün bölgede kaderine terkedilmiş Selimiye Hamamı (Resim 61-3) dışında

hamam bulunmamaktadır. Selimiye Hamamı da kışladaki askerlerin ihtiyaçlarını

gidermek için yapıldığından yakınlara kadar amacına uygun olarak hizmet vermiştir.

Halk tarafından hiç kullanılmamıştır.

Selimiye Hamamı öncesinde Üsküdar Sarayı’na Mimar Sinan tarafından hamam

ya da hamamlar yapıldığı bilinmektedir. Mevcut Tezkire ve Yazmalara dayanılarak

hazırlanan listede sadece bir hamam gösterilirken212 yine tezkerelere göre hazırlanmış

bir başka listede “Üsküdar Sarayı Hamamı I/II/III” şeklinde üç hamam

gösterilmektedir.213 Bu hamamların mimari özellikleri, tezyinat, su tesisatı ve

aydınlatma gibi detaylar hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Ama Mimar Sinan’a ait

özellikleri bilinen hamamlardan elde edilen bilgiler sayesinde Üsküdar Sarayı

hamamları hakkında da bir genelleme yapmak mümkündür.214 İsimlerinden de

anlaşılacağı üzere saraya ait hamamlar olduklarından halka kapalıdırlar. Dolayısıyla

bölgenin şehirleşmesi açısından bir önem atfetmek mümkün görünmemektedir.

5.1.2. Dini Mimari

Yapı tipleri olarak bu bölümde cami, Mescid, namazgâh ve tekkeler ele

alınmaktadır. Kilise ve havra gibi diğer dinlere ait mabed bulunmamaktadır.

Kelime olarak anlamları farklı olsa da genelde içerisinde hatibin hutbe okuması

için minber bulunan ve cuma namazı kılınan mabedler cami olarak adlandırılırken

minberi bulunmayan ve cuma namazı kılınmayan mabedler Mescid olarak

adlandırılmaktadır. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve ilk İslam kaynaklarında cami yerine

Mescid kelimesi kullanıldığı için yukarıdaki ayrımın Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi,

Mescid-i Aksa vb. istisnaları bulunmaktadır.215

211 Semavi Eyice, a.g.e., s.151; M. Nermin Haskan, İstanbul Hamamları, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları, İstanbul 1995, s.6; Tülay Taşçıoğlu, Türk Hamamı, (Haz.: Ali Pasiner), Duran Ofset, İstanbul 1998, s.114. 212 M. Yılmaz Önge, “Anadolu Türk Hamamları…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.406. 213 Aptullah Kuran, “Tezkerelerde Adı Geçen…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.166. 214 Bkz. M. Yılmaz Önge, “Türk Hamamlarının Planlanması…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.407, 413,417. 215 Ahmet Önkal, Nebi Bozkurt, “Cami”, TDV İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1993, C.7, s.46.

108

Yapımı İslam’ın ortaya çıkışıyla başlayan ve yayılışı ile doğru orantılı olarak

artan Mescid/camilerin pek çok fonksiyonu bulunmaktaydı. Yönetimle ilgili meseleler

burada görüşülür ve karara bağlanırdı. İdareciler halkla burada bir araya gelir, hukuki

davalar yine burada görülürdü. Uzun yıllar eğitim ve öğretimin merkezi olan mabedler,

gerektiğinde karargah ve hastane olarak kullanılırdı. Kısaca cami ve Mescidler ibadet

başta olmak üzere hayatın pek çok alanına hizmet vermekteydi. Dolayısıyla fethedilen

veya yeni kurulan şehirlerin planlanmasında dikkate alınan ilk unsur hep camiler

olmuştur.

Kavak Sarayı Mescidi ve Tazıcılar Ocağı Mescidi’nin Üsküdar Sarayı ile

beraber yapıldığı bilinmektedir. Bu Mescidler hakkında Haskan; “özel olup yalnız bağlı

bulunan kimseler namaz kılabilirdi.” 216 demektedir. Fakat Harap Mescid 1639-40/1049

ve Kavak İskelesi Mescidi 1666/1077 (Resim 9-10) özel olmayıp halka açık

mabedlerdi. Halka açık olmaları bugün Tahtakale örneğinde olduğu gibi bölgeye iş

icabı gelenlerin ibadetine açıklığı şeklinde yorumlanmalıdır. Bu dört Mescidten hiçbiri

yerleşim bölgesi içerisinde kalmamıştır. Kavak İskelesi Mescidi’nin ilk üç Mescidten

farkı 1895/1313 yılında tamir edilirken fevkani olduğu için altına dükkânlar

yapılmasıdır. Son dönemlerde iskele ve liman çalışanları yanında muhtemelen Askeri

Hastane, Tıbbiye Mektebi ve Haydarpaşa Lisesi öğrenci, öğretmen, doktor, personel ve

hasta yakınlarının da ibadet mahalli olduğu düşünülen Mescid, 1959 yılında Harem

İskelesi’nin yapımı sırasında yıktırılarak arsası yola katılmıştır.

İsmi geçen Mescidlerden günümüze hiçbiri gelememiştir. Yok olan pek çok

Mescid için sıralanan sebepleri bunlar için de söylemek mümkündür. Deprem, yangın

ve bakımsızlık nedeniyle yok olan Mescidler yanında cadde açmak veya arsasından

istifade etmek için yok edilenler de bulunmaktadır. Her kaybolan Mescid ve cami için

muhakkak bir sebep göstermek mümkün değildir fakat sebeplerin en dikkat çekeni cami

ve Mescidlerin tasnifi hakkında hazırlanan talimatname sonrasında bazı Mescidlerin

kadro dışı bırakılmasıyla alakalıdır. Kadro dışı bırakılan bu Mescidler, zaman zaman

kiraya verildiği hatta satışa çıkarıldığı için yeni sahiplerince yıktırılmıştır. Kaybolan bu

Mescidlerin satış ilanlarını, 1930-50 yılları arasındaki İstanbul gazetelerinde görmenin

mümkün olduğu belirtilmektedir.217

216 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 217 Semavi Eyice, a.g.e., s.123.

109

Sultan III. Osman (1754-57) döneminde 1755/1169 yaptırılan İhsaniye Cami

(Resim 12) ve İhsaniye Mescidi/Küçük İhsaniye Cami (Resim 15), yıktırılan Hatice

Sultan Sarayı arsası üzerine kurulan mahalle cami ve mescididir. Sarayın yıktırılmasıyla

bölge yerleşime açılmış ve hatta arazinin halka dağıtılması nedeniyle bugünde

kullanılagelen “İhsaniye” ismini almıştır. Mahalle kurulurken cami ve Mescid ile

beraber dükkânlar da yapılır fakat bu dükkânların mahiyeti bilinmemektedir. Tunusbağı

Caddesi’nden Haydarpaşa’ya kadar saray bahçesi olarak düşünülürse İhsaniye

Mahallesi yerleşime açılan ilk bölgedir. Cami ve Mescidten sonra yapılan çeşmeler de

şehirleşmeyi ve zaman içerisindeki hareketliliği göstermektedir.

İhsaniye Cami ve Küçük İhsaniye Cami günümüzde de yapılış amacına uygun

olarak hizmet vermektedir. 1970’lere kadar normal bir şekilde devam eden şehirleşme

bu tarihlerden sonra o kadar hızlı gelişmiştir ki, cami ve apartmanlar arasında ancak

birer küçük sokak kalmıştır. Bu durum özellikle Küçük İhsaniye Cami için geçerlidir.

Zamanla camiye ait arazinin satılması veya başka yollarla elden çıkması nedeniyle cami

dar bir alana sıkışmıştır. Cami önünden geçen sokağın karşı ucunda camiye ait bir

arsanın olması, düşüncemizi desteklemektedir.

Sultan III. Selim (1789-1807)’in Kavak Sarayı’nı yıktırmasıyla Üsküdar’da yeni

bir mahalle oluşmaktadır. Bu mahalle kışlası, camisi ve diğer unsurlarıyla “Türkiye’de

barok dönemin başka eşi olmayan bir yerleşme örneği”dir.218 Selimiye Camii 1804-

5/1219, her şeyden önce bir kışla camiidir (Resim 28-35). O dönemde yapılan kışla

camileri, kışlanın orta avlusuna yapılırken Selimiye Camii’nde asker yanında kurulacak

mahalle halkının ibadet ihtiyacını da karşılaması düşüncesiyle avlu dışında bir mekân

seçilmiştir.219

Caminin büyüklülüğü, kullanılan malzemenin çeşitlilik ve kalitesi şehirleşme

açısından dikkate alındığında Selimiye Camii’nin bölgenin gelişmesine sağladığı katkı

ortaya çıkmaktadır.

Üsküdar-Harem Bölgesi’nde önemli ibadet mekânlarından biri de Defterdar

Mehmed Tahir Efendi Camii (1826/1242)’dir (Resim 38-40). Bir sıbyan mektebi ve iki

çeşme ile birlikte yapılmıştır. Yapıldığı yıllarda deniz henüz doldurulmadığından

caminin hemen önünde Harem İskelesi yer almaktadır. Cami ve çevresi kışlanın çok

yakında mahalle ölçeğinde olmayan küçük bir yerleşim alanıdır. Nüfusun artışına bağlı 218 Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, Yem yayın, İstanbul 1998, s.33. 219 Mustafa Cezar, a.g.e., s.475.

110

olarak camilerde ilaveler, değişiklikler yapıldığı gerçeğine göre zamanla bu küçük

yerleşim yerinin de geliştiği söylenebilir.

Cami ve Mescidlerden sonra namazgâhlar da önemli ibadet

mekânlarındandır. Bugün son derece azalan, basit bir alçak duvarla sınırlanmış çimenli

toprak bir sahadan ibaret olan namazgâhlar, genellikle şehrin çevresindeki mesire

yerlerinde ve şehirden çıkan yolların üzerlerinde kurulmuştur.220

Namazgâhlar, halkın abdest alma ve su içme ihtiyacını karşılayabilecek bir kuyu

ya da çeşme başlarında görülmektedir. Kıbleyi gösteren ve mihrap görevi gören bir

namazgâh taşı ve taşın önünde en az bir kişinin namaz kılabileceği kadar bir set

bulunmaktadır. Bu seti kuşatan bir veya birkaç ağacın gölgesinde hem dinlenilmekte

hem de ibadet edilmektedir.221

Musahip Ali Ağa Namazgâhı 1654/1064, Ayşe Hanım Namazgâhı 1767/1181,

Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı, Nevnihal Hatun Namazgâhı 1812/1227, Sultan III.

Selim Namazgâhı, Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı 1824/1239 ve Harem Ağası Ahmed

Ağa Namazgâhı bölgedeki namazgâhlar olarak bilinmektedir. İçlerinde en önemlisi hiç

şüphesiz çeşme ile birlikte yapılan en eski tarihli (1654/1064) Musahip Ali Ağa

Namazgâhı’dır.

Mimari yapı olarak semâhane, çilehane, türbe, derviş odaları, selâmlık, harem,

mutfak ve kiler, kahve ocağı gibi birimlerden oluşan tekkeler, insanlara sundukları

hizmetlerin yanı sıra, dervişlerin devamlı olarak ikamet ettikleri ve tarikata intisâb

edenlerin, zikir ve merasimi toplu olarak yaptıkları yerlerdir.222

Osmanlı'larda, devlet tarafından yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde

kurulan tekkeler; askeri sevk ve idareyi kolaylaştıran, ticarete engel olabilecek eşkıya

vs. gibi kimselere mani olan bir jandarma karakolu vazifesi görmekle beraber kar ve

yağmurlu günlerde yolcular içinde bir sığınak da oluyordu. Duruma göre ruh ve sinir

hastalıkları için tedavi merkezi olan tekkeler, meskun mahallerde ise temel inanç ve

kültürün sağlıklı bir şekilde yayılmasını ve halkın birlik beraberliğini sağlıyordu.

Tekkeler aynı zamanda camilerle birlikte halk arasındaki iletişim ve haberleşme

hizmetini de yürütüyordu.223 1352-1353 tarihlerinde Kadıköy, büyük ölçüde Osmanlı

220 Semavi Eyice, a.g.e., s.124. 221 Mustafa Özdamar, a.g.m., s.97. 222 Celal Esat Arseven, Türk Sanatı, Akşam Matbaası, İstanbul 1928, s.100-101. 223 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2001, s.300.

111

hakimiyetine girince askeri ilerlemeyi pekiştirmek, toplumsal ve kültürel bir taban

oluşturmak amacıyla Geyikli Baba’nın öğrencilerinden Gözcü Baba, Eren Baba, Kartal

Baba ve Sarıgazi gibi savaşçı din adamları ve öğrencilerinin Göztepe Merdivenköy

başta olmak üzere çevrede kurulan tekkelere yerleştirildikleri bilinmektedir.224

İhsaniye Mahallesi’nin kurulmasından hemen sonra Salih Dede’nin halkın birlik

ve beraberliğini sağlamak amacıyla mahalleye yerleştiği düşünülmektedir. Selimiye

Mahallesi’nin kurulmasıyla da hem askerlerin hem de halkın ihtiyaçlarını karşılamak

ümidiyle Selimiye Hankahı kurulmuştur. Özellikle askerlere elde bulunan savaş

aletlerinin nefse uymadan savaş ahlakı içerisinde kullanılmasını öğretmesi ve tatbik

ettirmesi açısından büyük önem arzetmektedir.

5.1.3. Sivil Mimari

Havası ve manzarasının güzel olması sebebiyle gerek Bizans ve gerekse

Osmanlı dönemlerinde en güzel şekilde değerlendirilen Üsküdar-Harem bölgesinde pek

çok saray, köşk ve kasır yapılmış fakat hiçbiri günümüze kadar ulaşamamıştır. Şehrin

poyraz rüzgarına kapalı ve Marmara denizinin boşluğuna bakan Anadolu kıyılarındaki

Bizans imparatorlarının saray kompleksi XI. yüzyılın sonlarına doğru kullanılamaz hale

gelmiş, Sultan Fatih’in İstanbul’u fethettiği 1453’te ise harabeye dönmüştü.225

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan ilk yapılan Osmanlı sarayı,

Mimar Sinan’a aittir. Kanûni Sultan Süleyman dönemindeki bir mimar, belirli bir

yapının mimarı olmaktan öte çevreyi de en güzel şekilde işleyen kişi olduğu için bu

dönem mimarlığını şehir dokusuyla birlikte düşünmek gerekmektedir.226

Haydarpaşa’dan Doğancılar’a kadar çok geniş bir alana sahip olan saray bahçesi, saray

ve bağlı birimlerle tabiata saygılı bir şekilde adeta dokunmuştur denilebilir.

Sarayla aynı tarihlerde aynı mimar tarafından yapıldığını bildiğimiz

Süleymaniye Camii (1557), bütün ihtişamıyla varlığını devam ettirirken saray yok olalı

iki asırdan fazla zaman geçmiştir. Genellikle su manzarasına açık yerlerde yapılan bu

sarayların günümüze kadar ulaşamama sebeplerine bakıldığında ilk olarak dayanıksız

malzemeden yapıldığı görülmektedir. Anıtsallıktan yoksun yani son derece

alçakgönüllü olan Osmanlı sarayları 19. yüzyılın ortalarına kadar ahşap yapılmışlardır.

Sultana ait çok büyük arsalar üzerinde kurulan bu saraylar, her sultanın zevkine göre

224 M.Rıfat Akbulut, “Kadıköy”, Dünden Bugüne…, C.4, s.331. 225 Semavi Eyice, a.g.e., s.49-50. 226 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.80.

112

değiştirip ekler yaptırdığı köşk, kasır ve daireler topluluğu olarak gelişmişlerdir. Sultan

Selim Köşkü, Sultan Murad Köşkü, Revan Köşkü, Bağdat Kasrı, Mehmed Paşa Kasrı

ve Hatice Sultan Sarayı kompleksi oluşturan yapılardan birkaçıdır. Sultan III. Selim ve

Sultan II. Mahmud dönemine gelinceye kadar Osmanlı sultanları saraylarını bina gibi

değil de yerleşim alanı gibi düşündüklerinden başından bütünüyle tasarlanmış kompakt

yapılar söz konusu olmamıştır. Kavak Saray-ı Hümayunu da Kanuni Sultan (1522-

1566) döneminden başlayarak zamanla büyüyen, hemen bütün saray işlevlerini içeren,

pavyon düzeni içinde kurulmuş bir saraydır. Fakat 18. yüzyılda Haliç ve Boğaz

saraylarla donanınca, bu saray yavaş yavaş kullanılamaz olmuş, sonunda III. Selim

döneminde askeri tesislerin inşaat alanı olmuştur.227

Planlarını tam olarak bilmediğimiz bu sarayların kent içinde veya sayfiyelerde

de olsa harem ve selamlık avluları ile büyük bahçeleri mutlaka olmuştur. Türkler doğayı

ağaçlarıyla sevmişler ve ona Avrupa etkileri girmeden önce fazla müdahale

etmemişlerdir. Dolayısıyla bugün Topkapı Sarayı da dahil havuz, şadırvan, selsebil ve

çeşme gibi unsurlarla zenginleştirilmiş ve itina ile planlanmış bir Osmanlı Dönemi

bahçesi bulmak güçtür. Bahçelerin en karakteristik öğeleri topoğrafyanın

özelliklerinden kaynaklanan büyük setler, onları birbirine bağlayan sade merdivenler ve

büyük ağaçlardır.228

İstanbul’da sultanların yaptırdıkları saraylardan sonra en çok saray sultanların

kızları ve kız kardeşleri tarafından yaptırılmıştır.229 Yapım tarihi bilinmeyen ve Sultan

III. Osman (1754-1757) döneminde yıkılan Hatice Sultan Sarayı bunlardan biridir. Has

bahçe içerisinde yıktırılan ve arsası yerleşime açılan ilk saraydır. Sultan III. Osman

tarafından sarayın yıktırılmış ve yerine cami, Mescid, dükkân, konut ve çeşmeleriyle

yeni bir mahalle İhsaniye Mahallesi kurulmuştur. Bölgedeki mabed ve çeşmelerin

konum ve yapılış tarihlerine bakıldığında uzun süre mahalle uzun süre dar bir alanda

kalmıştır.

Sultan III. Selim (1789-1807) döneminde ise Kavak Sarayı’nın yıktırılmasıyla

İhsaniye Mahallesi’yle kıyaslanamayacak kadar planlı, farklı mimari yapılarla

donatılmış Selimiye Mahallesi kurulmuştur. Mahalledeki yapılar topluluğunun merkezi,

227 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, Yapı Endüstri Merkezi, İstanbul 2001, s.10,22,30,38,45,64,65; Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık…, s.33,203; Ara Altun, “Orta Asya Türk Sanatı ile Anadolu’da Selçuklu ve Beylikler Mimarisi”, Mimar Başı Koca Sinan, s.42. 228 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.38,54. 229 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.72.

113

alışılmışın dışında kışladır. Sultanın ismi, yapılar gibi mahallenin de ismi olmuştur.

Saray arsası üzerine bir yandan kışla, cami, tekke, hamam vb. yapılar inşa edilirken bir

yandan da dükkân ve konut yapımına girişilmiştir.

Fetihten sonra 1509’da yaşanan halkın “kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) dediği

ilk büyük depremde yıkılan kârgir evlerin pek çok insanın ölümüne yol açması

nedeniyle şehirdeki ev mimarisi ahşaba dönüşmüştür. Evlerin ahşap olması ise

yangınların artmasına, başlayan bir yangının günlerce sürerek çok geniş alanları yok

etmesine sebep olmuştur. Yeniçeri artıkları ve yenileşme karşıtı grupların kundaklama

ve sabotaj olayları da yangın sebeplerindendir. Ayrıca yangın kadar söndürme

çalışmaları da bir o kadar yıkıcı oluyordu. Kaza sonucu veya kasıtlı çıkarılan yangın

tehlikesine karşılık asırlarca ahşap malzemede ısrar edilmesi, malzemenin kolay

bulunması ve inşaatın kısa sürede bitmesine bağlanmaktadır.230 Yakınlara kadar

İhsaniye ve Selimiye’de de konutların ahşap olduğu görülmektedir. Yangınlardan

kurtularak ayakta kalmayı başaran bu yapılar, betonarme yapılaşmaya karşı fazla

direnememişler ve yok olmuşlardır. Sokak aralarında kalan birkaç ahşap yapı ise

bakımsızlıktan yok olmak üzeredirler.

Türkler hiçbir zaman evlerden saraylara kadar camiler dışında anıtsal boyutlara

özenmemişler, gayet sade ve küçük yapılarla yetinmişlerdir. 19.yüzyıla kadar tarihi

yaşamın her aşamasında Türk evi en fakirinden en zenginine kadar iki katlı bir yapıdır.

Evlerin mekânsal açıklığı da karakteristik özelliklerindendir.231

Yerleşim alanındaki mimari yapıların harcamaları, III. Selim’in kendi mal

varlığı ile devlet tarafından karşılanmıştır. Bu yapılar arasında cami, muvakkithane,

sıbyan mektebi, tekke, hamam, subay konakları, 10 adet kiralık konut, 6 adet cami

lojmanı, 97 adet dükkân, 5 adet boyacı karhanesi, iplik ağartıcılar karhanesi, esnaflara

ait hanlar, değirmen, kerestehane, hastane, matbaa, mumhane, cephane binaları, ahırlar,

su terazisi ve çeşmeleri, iskele ve liman gibi yapılar bulunmaktadır.232

Kabakçı Mustafa ayaklanmasındaki yağma ve yakma olayları sonucu, caminin

cemaatsizlikten kapatılmasına varacak kadar bir sessizliğe bürünen mahalle, II.

Mahmud’un tahta çıkmasıyla tekrar canlanmış ve eski neşesine kavuşmuştur. Zamanla

230 Semavi Eyice, a.g.e., s.67; Selçuk Mülayim, “XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbul’u”, İstanbul: Şehir ve Medeniyet, Klasik Yayınları, İstanbul 2004, s.86. 231 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.60,66. 232 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.179.

114

gelişen mahallede Mehmed Tahir Efendi’nin yapılarıyla yeni bir bölge oluşmuştur. Bir

yandan da İhsaniye Mahallesi ile aradaki boşluğun dolduğu görülmektedir.

1719-20/1132 tarihlerinde yaptırılıp 1922 tarihinde yanan “Dürrizadeliler

Konağı”, kaç tarihinde yapıldığı bilinmeyen fakat 17 Kasım 1808’de yeniçerilerin kışla

ile birlikte mahalleyi de ateşe vermeleriyle yanan “Hafız İsmail Paşa Konağı” ve 19.

yüzyılın ikinci yarısında Hafız Mehmet Bey (ö.3 Ağustos 1925) tarafından yaptırılıp

hala varlığını devam ettiren “Köprülü Konak” zikredilmesi gereken önemli konaklar

arasındadır.

Bahçeler içinde birbirlerinin manzaralarını kapatmayacak bir mimari zihniyetle

inşa edilen ahşap evler zamanla yerini birbirinin manzarasını kesen ve mimari bütünlük

oluşturmayan apartmanlara bırakmıştır.

Mahalle sakinlerinin oturup sohbet ettikleri, gündemle ilgili bilgiler edindikleri

ve yerine göre eğlendikleri mekânlar kahvehanelerdir. Şehir içinde mahalle

çeşmelerinin başlarında genelde gölge veren ağaçların önlerinde bulunurlardı. Yine pek

çok iskelenin yakınında bir veya birkaç kahvehane ya da belirli meslek gruplarına ait

toplanma yeri görmek mümkündü.233 Çiçekçi ve Paşababa kahvehaneleri bölgenin

meşhur kahvehaneleridir.

5.1.4. Eğitim ve Sağlık Yapıları

Osmanlı sultanlarına ait külliyelerde (Fatih Külliyesi, Bayezid Külliyesi) veya

orta büyüklükteki bir cami (Üsküdar Mihrimah Sultan Camii) ekinde eğitim yapısı

olarak genelde medrese ile karşılaşılmaktadır. Herhangi bir camiye bağlı olmaksızın

müstakil medreseler yapıldığı da görülmektedir. Fakat ne İhsaniye’de ne de Selimiye’de

eğitim müessesesi olarak medrese bulunmamaktadır. İlk yapılan eğitim yapısı Selimiye

Camii’nin kuzey doğu köşesindeki sıbyan mektebidir. İhsaniye Mahallesi Sultan III.

Osman döneminde kurulmasına rağmen herhangi bir eğitim yapısının bulunduğuna dair

kaynaklarımızda bilgi bulunmamaktadır. Bu Selimiye Mahallesi’ne göre çok daha

küçük ölçekte bir mahalle olmasına bağlanabilir. Aynı dönemde yapılan cami ve

Mescidin fazla büyük olmaması da buna delil olarak göserilebilir. Ayrıca Çakırcıbaşı

233 Semavi Eyice, a.g.e., s.203; Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.159.

115

Hasan Paşa’nın yaptırdığı mektebin234 yakınlığı da İhsaniye Mahallesi’ne başlangıçta

bir mektep yapılmaması sebepleri arasında zikredilebilir.

İhsaniye Mahallesi sınırları

içerisinde Alman Mavileri adlı eserde

“Mekteb-i Kemalat” isimli bir yapı

gösterilmektedir. Kaynaklarımızda

bilgi edinemediğimiz bu yapı, Köprülü

Konak’ın üzerinde ve III. Selim

İlköğretim Okulu’nun sağında

bulunmaktadır. Belirtilen haritada bu

iki yapının yeri boş olarak

görülmektedir. (Harita üzerinde

1.İhsaniye Camii, 1.Küçük İhsaniye Camii, 3.Mekteb-i Kemalat, 4.Köprülü Konak,

5.III. Selim İlköğretim Okulu’nu göstermektedir.)

Harita 8 Mekteb-i Kemalat

Selimiye Sıbyan Mektebi’nden sonra Defterdar Mehmet Tahir Efendi’nin

1826/1242 tarihinde cami ile birlikte yaptırdığı sıbyan mektebi bulunmaktadır. Her iki

mektep de mahalle çocuklarının temel eğitimi ihtiyacına cevap vermektedir.

Paşakapısı mevkiinde Mülkiye Rüştiyesi ile Askeri Rüştiyesi yapıldığında tarih

1875/1292’i göstermektedir. Bugünkü anlamda ortaokul seviyesinde eğitim veren bu

okullardan Askeri Rüştiye’nin yaklaşık yirmi yıl sonra 1893/1309 Üsküdar İdadîsi

olduğu görülmektedir.235 Gerek İhsaniye Mahallesi’nin gerekse komşu mahallelerin

zamanla gelişmesine bağlı olarak farklı seviyede eğitim kurumları da ortaya çıkmıştır

denilebilir.

Selimiye Mahallesi’ne sağlık açısından bakıldığında kışla ile başlayan bir sağlık

çalışması olduğu görülmektedir. Kışla kapsamında Kavak İskelesi (Doğu) ve Harem

İskelesi (Batı) taraflarında iki hastane ile sonradan bir de hastalar mahalli yapıldığı

bilinmektedir. 1806 tarihinden önce cami ve hamam yakınlarında, bir tür sağlık ocağı

veya doktor muayenesi şeklinde düşünülebilecek bir “tabip dükkânı” bulunmaktadır.236

Cezar, “III. Selim dönemi belgelerinde askeri site yapıları arasında hastanenin de adı

234 Doğancılar Camii olarak da bilinen Çakırcıbaşı Hasan Paşa Cami, 1558/966 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami ile birlikte yaptırılan mektebin yeri ise bugünkü Kaymakamlık Binası’nın yeridir. (M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.904) 235 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.936. 236 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.118, 208.

116

geçer. Hastane konusu Sultan II. Mahmud zamanındaki inşaatlarda da hatırlanmıştır.”

diyerek Haydarpaşa’daki askeri hastane öncesinde bölgede sağlı ünitelerinin varlığını

doğrulamaktadır.237

Sultan II. Mahmut (1808-1839) tarafından “Bu kışlanın mevki’ ve havası gayetle

güzel ve bağçeleri vasi’” denilerek Haydarpaşa Kışlası’nın hastaneye çevrilmesi,

bölgenin “eğitim ve sağlık kompleksi” haline gelmesini sağlayacak ilk adımdır. Sultan

Abdülmecit (1839-1861) döneminde ise; ahşap ve tek katlı olan yapı yıktırılarak

bugünkü bina yaptırılır.238 1870-1286’da “Umur-ı Sıhhiye Nizamnamesi”ne göre

Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenlerin, iki yıl süre ile istedikleri dalda ihtisas yapmaları ise

hastanenin eğitim yönüne de dikkat çekmektedir. 1985 Ekim’inde, Gülhane Askeri Tıp

Akademisi'ne bağlanarak “Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim

Hastanesi” ismini alan hastane, günümüzde de akademi öğrencilerinin staj yaptıkları,

tam teşekküllü askeri bir hastane olarak hizmet vermektedir.239

Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909) isteğiyle 1900-1/1318’de yapılan Mekteb-

i Tıbbiye-i Şahane, sadece Haydarpaşa’da değil Üsküdar’da fakülte düzeyinde yapılan

ilk eğitim kurumudur. “Tıpkı Selimiye Kışlası gibi büyük bir avlu çevresinde,

dikdörtgen planlı yapı; Selçuklu, Osmanlı ve hatta Hint mimarisi dahil pek çok mimari

üslubun özelliklerini çağrıştıran zengin bir fasad mimarisi sunmaktadır.”240

1933–1983 yılları arasındaki 50 yıllık süre boyunca “Haydarpaşa Lisesi” olarak

kullanılan Tıbbiye binası, 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne verilerek yeniden bir

üniversite bünyesine geçmiştir. Böylece, bir yüzyılı aşkın tarihin tanığı olan bina,

Mekteb-i Tıbbiye ve Haydarpaşa Tıp Fakültesi isimleri altında Türk tıbbına hizmet

verdikten sonra tekrar aynı işlevine kavuşmuş bulunmaktadır. Bu görkemli yapı tarihsel

kimliği ve mirası ile, bugün de Tıp Fakültesi de dahil olmak üzere halen Marmara

Üniversitesi’nin Haydarpaşa kampüsündeki eğitim kurumlarına ev sahipliği yapmayı

sürdürmektedir.

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin “seririyat pavyonları” olarak yaptırılan

Haydarpaşa Numune Hastanesi, mektebin Avrupa yakasına taşınmasından bir yıl sonra

bugünkü ismiyle hizmet vermeye başladı. Kışlası karşısında Sultan II. Abdülhamit

tarafından 1894/1311 yılında kışlanın süvari birliği atlarına veteriner yetiştirmek 237 Mustafa Cezar, a.g.e., s.479. 238Mehmed Raif, a.g.e., s. 33; NuranYıldırım, a.g.m., C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1249 239 Bkz. Haydarpaşa Askeri Hastanesi. 240 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.140.

117

amacıyla yaptırılan Baytar Mektebi de eklendiğinde bölge daha 1900’lerde “eğitim ve

sağlık kompleksi” halini almıştır.

5.1.5. Askeri Mimari

Osmanlı Devleti’nde ordu ve yönetimin batı örneğine göre yeniden

örgütlenmesi, işlevlerine uygun yeni binalar yapılmasını gerektirdiğinden, yeniçeri

ocağının kaldırılmasından sonra devri için çok yeni ve ileri sayılabilecek bir

mükemmellikte kışlalar yapılmaya başlanmıştır. Tarihi şehrin dışında yapılan bu

kışlaların en görkemlisi şüphesiz Selimiye Kışlası’dır.

Genelde eski hasbahçe, köşk, kasır ve sarayların arsaları üzerine onların yok

edilmesiyle inşa edilen Selimiye Kışlası’nın da içinde bulunduğu aynı dönemde yapılan

bütün kışlalar, üslup, malzeme ve alışılmamış boyutlarıyla İstanbul peyzajını tamamıyla

değiştirmişlerdir.241

Selimiye askeri sitesi; parlak geçmişe sahip bir imparatorluğun, yüzünü Batı’ya

çevirip çağdaşlaşmaya çalışırken, ordu konusunda geniş çaplı ve sağlam bir yapılanma

içinde olduğunu göstermektedir. Bu site, özellikle de ana kışla yapısı, yüzyılların

deneyiminden geçmiş Osmanlı yönetim geleneğinin, çağdaşlaşmak isterken orduyu yine

en büyük umut olarak gördüğünün, onu baş tacı ettiğinin en açık ifadesidir. Bu askeri

yapı ve siteler, plan ve cephe düzenlemeleriyle Osmanlı’nın büyük devlet imajını

sergileme gayreti içerisindedirler.242 Geçirdiği tamiratlarla bazı değişikliklere uğrasalar

da Osmanlı döneminden zamanımıza ulaşabilmiş pek çok eser, Selimiye sitesine küçük

bir kasaba görünümü kazandırmaktadır.243

Selimiye Kışlası, bölgeye askeri ve stratejik önem kazandırmaktadır.

Yapıldığı döneme kadar alışıla gelen külliye anlayışını yıkan kışla, kendisine bağlı

olarak yapılan birimler ve aynı adla kurulan mahalle ile birlikte yerleşim adına yeni bir

anlayış getirmektedir. Kışlanın varlığı neticesinde Üsküdar, yeni bir yerleşim alanına ve

farklı alanda hizmet veren yapılara kavuşmuştur.

5.1.6. Ulaşım

Karayolu, Osmanlı tarihinin önemli bir kısmında karayollarının inşa ve tamiri

askeri ihtiyaçlar dikkate alınarak yürütülmekteydi. Ticaret kervanları tarafından

241 Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık…, s.33. 242 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478; Kıymet Giray, a.g.m., C.6, s.337. 243 Mustafa Cezar, a.g.e., s. 478.

118

kullanılan bu yolların etrafı, kervansaray, derbend, tekke ve zaviyeler ile donatılarak yol

emniyeti de sağlanmış olmaktaydı. Hatta uygun yerlere bakım ve onarım için vergi

muafiyeti şartıyla köylüler yerleştirilerek yeni yerleşim alanları oluşturulmaktaydı.244

Anadolu ile Üsküdar-İstanbul arasındaki yollar, 19. yüzyılın sonlarında kendi

haline terk edildiğinden bozuktu. Eski sefer yolları ile iç kesimlerde yetiştirilen, üretilen

mallar kıyı kesimlere çok yavaş ve büyük zahmetlerle ulaştırılıyordu. 1860-70’li

yıllarda Anadolu’nun merkezi bir noktasından bir limana ulaşmak için yolların iyi

olduğu yaz aylarında bile yolculuk, 15-20 gün sürebiliyordu. Sert geçen kış aylarında

ise iletişim haftalarca kesiliyordu.245

Şehrin başlıca caddeleri toprak yollar halinde iken geçen yüzyılda Arnavut

kaldırımı denilen şekilde kaba taşlar ile döşenmiş olup pek yakın tarihlere gelinceye

kadar da sadece ana caddeler parke taş döşeli idi.

İstanbul, şehrin engebeli olmasından dolayı, tarihinin hiçbir devrinde muntazam

caddelere ve sokaklara sahip olmamıştır. Şehrin kaldırımların bakımı ve şekli hakkında

1593-94/1002’de kaldırımları bozanların ve üzerlerine pis su dökenlerin engellenmesi,

1594-95/1003’te ihtiyarların yürüyüşünü zorlaştırdığından, merdivenli yaya kaldırımı

yapılmaması ve 1699-1700/1111’de dükkân sahiplerinin önlerindeki yaya kaldırımlarını

tamire mecbur tutulmaları gibi çeşitli hükümler mevcuttur.246

Şehir içi ulaşımı açısından Üsküdar–Kadıköy arasında işleyen tramvay hattı

önemlidir. Üsküdar’dan hareket eden tramvay, Doğancılar, Tunusbağı Caddesi ve

Tıbbiye Caddesi’nden Kadıköy’e ulaşmaktadır.

Karayolu ile şehirlerarası ulaşımın sağlandığı mekânlardan ilk akla geleni hiç

şüphesiz Harem Otagarı’dır. Yıllarca Anadolu ile İstanbul, Asya ile Avrupa arasındaki

ulaşım buradan sağlanmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış müdahale ve pazarlıkların konusu olan

demiryolu inşaatı; iktisadi, mali ve siyasi nedenler dolayısıyla yabancı ülkelerin “ya ben

yaparım ya da hiç yapılmasın” politikaları neticesinde her yönden pahalıya mal

olmuştur.247

244 Abdullah Saydam, a.g.e., s.431. 245 Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.157. 246 Semavi Eyice, a.g.e., s.210. 247 Abdullah Saydam, a.g.e., s.438.

119

İlk defadır ki Yunan muharebesinde 1890’dan sonra gelen demiryolu zenginliği

ile ordumuz Anadolu buğdayı yiyerek savaşabilmiştir. Hiç şüphesiz ki bu gibi modern

ulaşım araçları bizim hayatımızda bir çağdaşlaşma sağlamıştır.248

Anadolu-Bağdat demiryolunun yapılmasıyla Üsküdar, transit ticaret merkezi

olma özelliğini Haydarpaşa İstasyonu’na bırakarak, Anadolu ticaret yolunun varış

noktası olmaktan çıkmıştır.249

Bununla birlikte köylünün ürettiği malı daha rahat ve süratli bir şekilde

pazarlayabilmesi, aldığı kazancın artmasına ve bu şekilde tarım sektöründe bir canlılık

yaşanmasına yol açmış olduğu da inkar edilemez. Öte yandan demiryolu hattının geçtiği

bölgelerde eski yerleşim birimleri hızla büyürken, bunlara yeni yerleşim yerleri de ilave

olundu. Bu vesile ile yeni fikirler daha hızlı yayıldı.250

Ulaşım yapıları arasında bölgede yapılan iskelelerden de bahsetmek

gerekmektedir. Bugünkü haliyle Haydarpaşa İskelesi dışında kalan iskelelerin mimari

özellikleri hakkında herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır. İhsaniye ve Harem

iskeleleri daha çok ulaşım için kullanılırken Kavak İskelesi ticaret ve Haydarpaşa

İskelesi hem ulaşım hem de ticaret için kullanılmıştır. İhsaniye veya diğer adıyla

Üsküdar Sarayı İskelesi, Üsküdar Sarayı da denen Hatice Sultan Sarayı’nın hemen

altında idi. Bu saraya ve sonrasında kurulan İhsaniye Mahallesi’ne ulaşımı sağlıyordu.

Harem İskelesi, Topkapı Sarayı’ndaki harem ehlinin Üsküdar Sarayı’na geçerken

kullandıkları iskele idi. Özellikle Kırım Savaşı yıllarında Selimiye Kışlası’nda kalan

İngiliz askerler tarafından kullanılmıştır. Kavak İskelesi, kavak (gümrük) bölgesinde

bulunmakta ve ismini de buradan almaktadır. Bugün liman sınırları içerisinde kalan

iskelenin yüzyıl başlarında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocaları tarafından kullanıldığı

bilinmektedir. Haydarpaşa İskelesi, bölge içerisindeki iskelelerin en eskisi olmasına

rağmen yer değişikliklerine rağmen mimari özelliğinden bahsedebildiğimiz tek

iskeledir. Vaktiyle orduların, sure-i hümayun ve halkın İstanbul’la ulaşımını sağlayan

iskele, bugün de Haydarpaşa Garı önünde hizmete devam etmektedir.

Deniz taşımacılığı açısından önemli bir noktada bulunan İstanbul, yabancı

ülkelerin modern filolarına karşılık bunlarla rekabet edemeyecek ölçüde küçük çapta

gemicilikle uğraşmaktaydı. Limanlar da çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir

248 İlber Ortaylı, a.g.e., s.82. 249 Deniz Mazlum, “Üsküdar”, Dünden Bugüne…, C.7, s.345. 250 Abdullah Saydam, a.g.e., s.439.

120

durumda değildi. Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren ticaretin genişlemesi, yabancı

tüccarların liman şehirlerinde temsilcilikler açmasıyla gelen talepler, demiryolları

sayesinde iç bölgelerden limanlara gelen malların yoğunluğu ve bunların hızla gemilere

aktarılma mecburiyeti liman ve rıhtım yapma fikrini gündeme getirdi.251 Haydarpaşa

Garı ile birlikte Limanı da yapılmış oldu.

Harem-Haydarpaşa sahil şeridinde üç ulaşım tesisinin yan yana dizildiği

görülmektedir. Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa Limanı ve Harem Otagarı; bölgenin

Üsküdar ve İstanbul için ne kadar önemli olduğunun açık birer ifadesidir.

5.2. KOMŞU YERLEŞMELER

İstanbul’un topografyasındaki büyük değişikliklere, vadilerin yükselmesine, kıyı

girintilerinin dolmasına, şehirde 100-150 yılda bir meydana gelen büyük depremler yol

açmıştır. Bunların yıkıntıları olduğu gibi yerinde bırakılarak üzerlerine yeni binalar

yapılmıştır. İstanbul’un ikinci büyük felaketi tarih boyunca sık sık karşılaşılan büyük

yangınları olmuştur. İstanbul’un topografyasında büyük değişikliklere XIX. yy.’ın

ikinci yarısından itibaren bazı caddelerin açılması ve genişletilmesi de sebep

olmuştur.252

İstanbul’un üçüncü büyük bölgesini teşkil eden Anadolu yakasındaki Üsküdar

ise topografya bakımından zaman içinde pek fazla değişikliğe uğramamış görünüyor.

İstanbul’un fethinden önce Türk idaresine geçmiş olan bu bölgede geniş bir yeşil kuşak

teşkil eden Karacaahmet Mezarlığı ile deniz arasında kalan sahada, arazinin uğradığı en

büyük değişiklik, Ankara yolunun başlangıcı olan yolun, arazinin görünümünü

değiştirecek şekilde bazı yerlerde doldurulması bazı yerlerde oyulması suretiyle

açılmasıdır. İkinci bir değişiklik ise burada evvelce kıyıya dik yamaçlar halinde inen

Salacak kıyılarının çok yakın tarihlerde önlerinin doldurulması suretiyle

topografyasının bütünüyle değiştirilmesidir.253

Şehrin sokak dokusu esasında Bizans devrindekini sürdürmekle beraber binalar

yeni zevke göre ve sanat akımlarına göre yapılmıştı. Ancak fetihten sonra ilk büyük

deprem olan ve halkın “kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) dediği günlerce süren çok

şiddetli depremde (1509) kagir evlerin yıkılmasının büyük insan zayiatına yol açması

251 Abdullah Saydam, a.g.e., s.434. 252 Semavi Eyice, a.g.e., s.15. 253 Semavi Eyice, a.g.e., s.17.

121

yüzünden şehrin ev mimarisi ahşaba dönüşmüştür. Bu da yangınların artmasına ve bir

defa başladığında günlerce sürerek çok geniş alanları yok etmesine yol açmıştır.254

Bu yangınlar halk arasında yaygın olan bir sözün ne derece doğru olduğunu da

açıkça göstermektedir: “İstanbul’un bu yangınları olmasa evlerinin eşikleri altından

olurdu.” Denmiştir. Böylece İstanbul’u zaman zaman tahrip eden yangınların ne kadar

büyük maddi zararlar verdiği de belirtilmiştir.255

16. yüzyılda ekonomik refah, şehre yerleşmeyi, şehirleşmeyi ve şehirlileşmeyi

mümkün kılmış, yükselen uygarlığın göz kamaştıran başarıları, İstanbul başta olmak

üzere şehirlerde yoğunlaşmıştır. Eskiçağ’da Atina ve Roma neyse 16. yüzyılda İstanbul

da odur. Osmanlı kültürünü özetleyen en güçlü eserler burada yaratılmakta;

mühendislik, müzik, mimarlık, nakkaşlık ve edebiyatın genel teması toplumun

yaşantısını ve imparatorluğun ruh halini ifade etmektedir. Bu ortamda çiçek açan

sanatlar ve zenaatlar, dönemin zihniyet ve mantığından doğarken en iyi örnekleri üreten

(numuneleri irtisal eden) payitaht, moda ve üslup belirleyici bir rol üstlenmektedir.256

İstanbul’un Türk ve Müslüman Ahalisi için 19. yüzyıl, yalnız Kırım Harbi ve 93

Harbi değil; yangın, deprem ve kör kazmanın da pekiştirdiği, yoksunluk, eziklik ve

manevi güçsüzlük dönemidir. Bu durum kuşkusuz yönetim ve toplumsal kesimlerin

yılgınlığı ile de bağlantılıdır. Sinsi çekişmeler, azınlıkların yükselen umutları, suikast ve

hal’ olayları, ölümcül veremin kol gezdiği evler, zayıflar için insan öğüten kocaman

makineye dönüşmüş bir kent, tuhaf kıyafetler içinde eğlenceye kaçış.257

5.2.1. Üsküdar

Anadolu yakasında İstanbul’un en önemli ilçelerinden biridir. Kuzeyde Beykoz,

doğuda Ümraniye, güneyde Kadıköy ve Ataşehir ve batıda İstanbul Boğazı ile

çevrilidir.

254 Semavi Eyice, a.g.e., s.67. 255 Semavi Eyice, a.g.e., s.71. 256 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.113. 257 Selçuk Mülayim, “XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbulu”, s.95.

122

Harita 9 Üsküdar'ın Konumu. http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C.

Üsküdar isminin nereden geldiği ile ilgili tartışmalar bir tarafa bırakıldığında; MÖ. 7.

yüzyılda kurulan Halkedon (Kadıköy)’un iskele ve tersanelerinin bulunduğu yer olan

Üsküdar; MÖ. 508’de Pers Kralı Darius’un egemenliğine girmiş, MÖ. 410’da Atinalı

Alkibiades’in yapılan deniz savaşından zaferle ayrılması sonucu el değiştirmiştir. Bu

dönemde kent çevresi sur ile çevrilmiş ve Boğaz’dan geçen gemilerden taşıdıkları

malların değeri oranında geçiş ücreti alınmıştır.258

İstanbul’u fethetme amacıyla karadan ve denizden gelen Müslüman askerlerin

(örn.782’de Harun Reşid) ilk hedefi ve karargahı olan Üsküdar, pek çok ihtilal

girişiminin de (örn. 963’te Nikeforos Fokas) başlangıç noktası olmuştur.2591071’de

Anadolu’ya giren, ağır ama emin adımlarla İstanbul’a doğru ilerleyen Türklerden

Üsküdar’a ayak basmak ve Üsküdar’dan İstanbul’u seyretmek ilk olarak 1080–81

yıllarında Kutalmışoğlu Süleyman Bey’e nasip olmuştur.260

Fetihten önce Bizansla ilişi tamamen kesilen Üsküdar, bir Türk yerleşim yeri

olmasına rağmen bu döneme ait ne yazılı bir kaynak ne de Türk yerleşiminin kalıntısı

sayılabilecek bir iz bulunmaktadır.261

258 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 259 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 260 Semiha Ayverdi, a.g.e., s.380. 261 Semavi Eyice, “Fetihten Önce Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu I, İstanbul 2004, C.1, s.19.

123

Orhan Gazi ile Osmanlılar, 1352’de fethettikleri ilk yer olan Üsküdar’a

Müslüman halkı yerleştirmeye başladı. I. Bayezid (1389-1402) döneminde Türklerin

egemenliğinde bulunan Üsküdar’da Müslüman halkın davalarına bakması için bir kadı

görevlendirildi. Üsküdar, Ankara Savaşı (1402) sonrası elden çıksa da Sultan I. Mehmet

(1413-1421) tarafından tekrar Osmanlı topraklarına katıldı.262

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), Üsküdar’dan

kaçan Rumların yerine Anadolu’dan getirdiği Türkleri yerleştirdi. Galata ve Haslar ile

birlikte “Bilad-ı Selase” adı verilen üç kadılıktan biri olan Üsküdar, 16. yüzyılda şehrin

en önemli semtlerinden biri haline geldi. Birkaç yeni mahalle açılırken pek çok eser

bırakıldı.

Üsküdar, 16. ve17. yüzyıllarda uluslararası bir nitelik taşıyan ticaret kentidir.

Osmanlı tarihi boyunca Doğu ticaretinin kapısı olan Üsküdar, Asya ve Avrupa’dan

gelen tüccarların buluşma yeridir. Haydarpaşa, Anadolu yakasının limanı olmadan önce;

Anadolu’ya, Suriye, Irak, İran ve Mısır’a gidecek ordu, kervan ve surre alaylarının

hareket ve vusul noktasıdır. 263 Yine bu yıllarda Üsküdar; saraylar, camiler, imaretler,

tekkeler, bağ ve bahçeler kentidir.264

Evliya Çelebi, 17. yüzyıl Üsküdar’ında halkın birkaç farklı gruptan meydana

geldiğini; 70 Müslüman, 11 Rum ve Ermeni, 1 Yahudi mahallesinin bulunduğunu ve

hiç Frenk yaşamadığını kaydetmektedir. 265 Bu yapı, İstanbul’daki diğer bölgelerin

aksine Üsküdar’ın etnik ve kültürel homojen bir karakter kazanmasını sağladı.

Üsküdar’ın bir başka farklılığı da Tanzimat sonrası yaşanılan Avrupai değişimin

sosyal hayatta bizzat Avrupalı temsilcileriyle ilk örneklendiği birkaç mekândan biri

olmasıdır. Kırım Savaşı yıllarında Selimiye Kışlası’nın bir bölümü hastaneye

çevrilirken yanındaki Haydarpaşa Hastanesi de İngilizlere tahsis edildi. Yine aynı yerde

bir mezarlık yeri ayrılmıştı. Subayların oturması için bazı aileler evlerinden bile

çıkartılmışlardı. Üsküdar’daki büyük zahire ambarlarından bazıları tamir edilerek

İngilizlerin kullanımına verildi. Kışla yakınında meyhane açılmasına izin verildi.

Üsküdar ve İstanbul halkı ilk defa sigara ile bu sırada tanıştı. Daha önce çubuk

kullanılıyordu. Üsküdar’ın sembolü olan Katibim türküsünün notaları da bu günlerin

262 Semavi Eyice, a.g.e., s.65; Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.344. 263 Semiha Ayverdi, a.g.e., s.380; Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 264 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (Çev., Mehmet Ali Kılıçbay, Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990, C.1, s.79. 265 Evliya Çelebi, a.g.e., s.472.

124

bakiyesidir. İstanbul Şehremaneti içerisinde Üsküdar belediyesi de yeni hüviyetine ilk

defa 1855’te kavuşmuştur. İstanbul tabiatıyla Üsküdar, telgrafla ilk defa bu sırada

tanıştı. Üsküdar’da ilk postane açıldı. Varna üzerinden Balıkova, Kırım’a kadar çekilen

ilk hattın mesajı da “müttefik orduları Sivastopol’e girmişlerdir” şeklinde oldu. 266

Üsküdar, yüzyıllar boyunca imparatorluk payitahtının Anadolu’ya, Ortadoğu’ya

ve Uzakdoğu’ya açılan bir kapısı olmuştur. Bu vasfından dolayı Osmanlı Saray Teşrifatı

içerisinde, Surre-i Humâyûn, Elçi Kabulü ve Biniş-i Humâyûn gibi törenlerde mekân

açısından özel bir konuma sahip olmuş ve bu konumunu yüzyıllarca korumuştur.267

Anadolu-Bağdat demiryolunun yapılmasıyla transit ticaret merkezi olma

özelliğini Haydarpaşa İstasyonu’na bırakan Üsküdar, Anadolu ticaret yolunun varış

noktası olmaktan çıkmıştır.268 Fakat Harem Otagarı, karayolu ile Anadoluya ulaşımın

en önemli başlangıç ve bitiş noktasıdır.

Araştırmamızın konusu olan Harem Semti’nin komşuları Salacak, Doğancılar

Meydanı ve Karacaahmet Mezarlığı’ndan da kısaca bahsetmek gerekmektedir.

Salacak, Üsküdar ile Harem arasında Kız Kulesi’nin hemen karşısında yer

almaktadır. Gerek Bizans ve gerekse Osmanlı dönemlerinde manastır, ayazma ve

saraylar semti olan Salacak, Cumhuriyet Dönemi’nde özellikle 1890’lardan sonra

konumu ve manzarası sebebiyle rağbet edilen bir konut bölgesi haline gelmiştir.

İstanbul’un fethedilmesinden hemen sonra ilk Mescidin (Fatih Salacak Mescidi) burada

yapıldığı bilinmektedir.269 Evliya Çelebi’nin “Bunda dahi cümle dilberân mah-i

temmuzda deryada çimerler.”270 dediği Salacak sahillerinin yakınlara kadar plaj olarak

kullanıldığı bilinmektedir.

İhsaniye Mahallesi’ne komşu olan Doğancılar, Üsküdar-Kadıköy yolu

üzerindedir. Adını padişahların av kuşlarını yetiştiren ve av eğlencelerinde hizmet veren

Doğancılar Bölüğü’nden alan semt, eski yerleşim yerlerinden biridir. Sultan III. Mustafa

döneminde ferman ve mektupların hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlayan piyade ve

ulaklar için önemli bir konaklama yeriydi. 1890 yıllarına kadar pazar yeri olan

266 Azmi Özcan, “Kırım Savaşında Üsküdar ve İngiliz Askerleri”, Üsküdar Sempozyumu I, C.1, s.108-110. 267 Dündar Ali Kılıç, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a Yansıması”, Üsküdar Sempozyumu I, C.1, s.95. 268 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.345 269 “Salacak”, Dünden Bugüne.., C.6, s.421-22. 270 Evliya Çelebi, a.g.e., s.477.

125

Doğancılar Meydanı, 1909’da parka dönüştürülmüştür.271 Üsküdar Kaymakamlığı,

Doğancılar Cami ve Müsahipzade Celal Sahnesi park çevresinde bulunan önemli

yapılardan birkaçıdır.

İçerisinden geçen yollarla birlikte yaklaşık 750 dönümlük bir alanı kaplayan

Karacaahmet Mezarlığı’nın tarihi Üsküdar’ın 1352 yılında fethedilmesine kadar

gitmektedir. 1698-99/1110 yılından itibaren Karacaahmet Mezarlığı olarak anılmaya

başlayan mezarlığın bir diğer ismi de Üsküdar Mekabir-i Müslimin’dir. Üsküdar, Asya

kıtasının bir uzantısı olduğu için peygamber toprağı olarak vasıflandırılmış ve Türkler

tarafından buraya gömülmeyi vasiyet edecek kadar rağbet görmüştür. En eski mezar taşı

1521 tarihiyle hattat Şeyh Hamdullah’a aittir.272 Dürri Mehmet Efendi, Mehmed

Süreyya, Hoca Ali Rıza, İ. Hakkı Konyalı, Burhan Felek ve Mehmet Nermi Haskan;

Karacahmet Mezarlığı’nda medfun olan ünlülerden sadece bir kaçıdır.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre Üsküdar’ın nüfusu 287.012 erkek,

295.654 kadın olmak üzere toplam 582.666 kişidir.273

5.2.2. Kadıköy

İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan Kadıköy, doğuda Ataşehir,

güneydoğuda Maltepe, güneyde Marmara Denizi, batıda Marmara Denizi ve İstanbul

Boğazı ve kuzeyde Üsküdar ile çevrilidir (Harita 8 ).

Marmara Bölgesi’nde tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik köy yaşantısı ilk

olarak M.Ö. 5500 yıllarında Kadıköy yakınlarındaki “Fikirtepe Kültürü” ile

başlamaktadır. Tarih öncesi insanlarının akarsuların geri kısımlarında yerleşmeyi tercih

ettiklerini Fikirtepe buluntusu da desteklemektedir. Bu bölgede daha eski dönemlerden

beri var olan avcı-balıkçı toplulukların, Orta Anadolu’daki çiftçi kültürlerin etkisi ile

Marmara Bölgesi’ne özgü av ve balıkçılık geleneğini, tarım ve hayvancılıkla birleştiren

yeni bir kültür geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Oldukça uzun süren Fikirtepe kültürünün

önemi, besin üretimine dayalı yaşamın, tarım, hayvancılık ve çanak çömlek yapımı gibi

öğelerin kıtalar arası aktarımını belgelemesinden kaynaklanmaktadır. Bir başka tarih

271 Ayşe Hür, “Doğancılar Meydanı”, Dünden Bugüne.., C.3, s.80. 272 H. Necdet İşli, “Karacaahmet Mezarlığı”, Dünden Bugüne.., C.4, s.444-447. 273http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=belediye.RDF&p_il1=34&p_ilce1=426&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv 03.08.2008.

126

öncesi yerleşim yeri de Anadolu yakasında Pendik’te demiryolu kenarında bir yerde

bulunmuştur.274

Harita 10 Kadıköy'ün Konumu. http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C.

M.Ö. 1000 yıllarına gelindiğinde Fenikeliler tarafından Fikirtepe’de Harhadon

isimli bir ticaret kolonisi kurulduğu görülmektedir. M.Ö. 680 yılında Trakya’dan gelen

kolonizatörlerin oluşturduğu yeni yerleşim alanı Halkedon, Fikirtepe’nin tam karşısında

yer almaktadır. Yeni bir yurt aramak üzere Yunanistan Megara’dan ayrılan göçmenlerin

Sarayburnu’na yerleşmeleriyle Halkedon önemini yitirmeye başlamaktadır. Delphoi

kahinleri, Megaralılara yeni yurtlarını ‘körlerin karşısında’ kurmalarını tavsiye

ettiklerinden bu göçmenler kendilerinden kısa sürece önce kurulan Halkedon halkını

körlükle itham etmişlerdir. Zira Byzantion’un yerinin üstünlüklerini görememişlerdir.275

M.Ö. 74 yılında Roma hakimiyetine geçen Halkedon, Bizantion kadar ilgi

görmemektedir. Sürekli değer kaybeden bir yerleşim konumundadır. 17 Eylül 324’te ise

Üsküdar ile Kadıköy arasında yapılan kara ve deniz savaşlarından zaferle ayrılan

Constantinus’un başkenti Bizantion’a taşımasıyla Halkedon çöküş devresine

girmektedir. 608 yılında Sasaniler tarafından başlayan saldırıların farklı etnik gruplar

tarafından 14. yüzyıla kadar devam ettiği görülmektedir. 1352-1353 yıllarına

gelindiğinde Halkedon artık Osmanlı hakimiyetindedir. İstanbul’un fethinden sonra

274 Semavi Eyice, a.g.e., s.19. 275 Semavi Eyice, a.g.e., s.21; M.Rıfat Akbulut, “Kadıköy”, Dünden Bugüne…, C.4, s.329-330.

127

Sultan II. Mehmet’in Halkedon’u ilk İstanbul kadısı Hızır Bey’e vermesiyle isminin de

değişerek ‘Kadıköy’ olduğu bir rivayet olarak zikredilmektedir.276

Evliya Çelebi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra İstanbul

tekfurunun Kadıköy’de bulunan kalesini yıktırarak şehri darüssaade ağalarına

bağışladığını belirtmektedir. Bu dönemde Kadıköy’de yedi Rum ve bir Müslüman

mahallesi, 800 hane ve 600 bağ bulunmaktadır. Çarşıda ise Darüssaade Ağası Osman

Ağa’ya ait bir cami, bir hamam ve 100 adet dükkân yer almaktadır.277

Kadıköy, Roma ve Bizans dönemlerinde olduğu gibi Osmanlı döneminde de

hem önemli bir tarımsal üretim alanı hem de üst düzey yöneticilerin ilgi gösterdiği

gözde bir yazlık ve mesire yeridir. Özellikle Lale devri boyunca Kadıköy ve çevresinin

mesire yeri olarak öneminin arttığı görülmektedir.

18. yüzyıla kadar Türklerin ve Rumların yaşadığı bir semt olan Kadıköy, artık

Ermeniler için de bir yerleşim alanıdır. Fakat bölgede düzenli ve kararlı bir gelişme

ancak 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Bu dönemi Kadıköy için önemli kılan

olaylardan biri 250 kadar yapıyı kül eden yangındır. 1856 veya 1860 yıllarında olduğu

ile ilgili farklı tarihler verilen bu yangın sonrası modern bir kent kurma girişimleri

dikkat çekmektedir. 1857’de başlayan vapur seferleri ile 1873’te hizmete giren

Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattı gibi ulaşım alanındaki yenilikler ise bölgenin

gelişmesinin diğer ayağını oluşturmaktadır. 19. yüzyılın ortalarında 4 olan mahalle

sayısı, 1860’da 7’dir. 1911/1329 yılında Kadıköy’de 12 mahalle, 7822 hane ve 1838

dükkân bulunmaktadır. 18557’si erkek, 17084’ü kadın olmak üzere toplam 35641 kişi

yaşamaktadır.278 Bugünkü mahalle sayısı ise 28’dir.

Cumhuriyet öncesinde yaşanan gelişmelerle İstanbul’un önemli semtlerinden

biri haline gelen Kadıköy, 23 Mart 1930’da ilçe oldu. 1928 yılında Üsküdar-Kısıklı

arasında başlayan tramvay seferleri, zamanla açılan Üsküdar-Haydarpaşa, Haydarpaşa-

Altıyol-Kadıköy gibi hatlarla 1967 yılına kadar genişleyerek devam etmiştir. 1947’den

itibaren tramvaylar, daha etkin ulaşım hizmeti sunulması amacıyla otobüslerle

desteklenmektedir. 1950 yılında Kadıköy’de bir yandan var olan yeni yollar

genişletilirken bir yandan da yeni yollar açılmaktadır.

276 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.4, s.330. 277 Evliya Çelebi, a.g.e., s.470. 278 Celal Esat Arseven, Kadıköy Hakkında Tahkikat-ı Belediye, Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul 1911, s.35.

128

Yakına kadar önemli üretim merkezlerinden biri olan Kadıköy, bugün daha

ziyade ticaret ve hizmet sektörleriyle öne çıkmaktadır. Ulaşım, turizm, finans ve

avukatlık, mimarlık, mühendislik gibi kişisel hizmetler alanında yoğunluk

görülmektedir. Denizden uzaklaşıldıkça farklılık göze çarpsa da genelde Kadıköy’de

orta ve üst gelir gruplarının ikamet ettiği görülmektedir.279

Bugün kırsal nüfusu olmayan Kadıköy’de adrese dayalı nüfus kayıt sistemine

göre 351.342’si erkek, 393.328’i kadın olmak üzere toplam 744.670 kişi

yaşamaktadır.280

279 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.4, s.332-38. 280http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=turkiye_ilce_koy_sehir.RDF&p_il1=34&p_ilce1=416&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv 03.08.2008.

129

6. SONUÇ Üsküdar Harem Semti, her ne kadar Bizans döneminde saray yapılarak

kullanılsa da asıl hareketliliğini Kanuni Sultan Süleyman’ın 1551 yılında Üsküdar

Sarayı’nı yaptırmasıyla kazanır. Konumuzu oluşturan bölgenin “Harem” olarak

isimlendirilmesi de bu saraylardan kaynaklanmaktadır.

Tarihi kaynaklar ile yerli ve yabancı seyyahların eserlerinde nadiren yer alan

bölge; Haydarpaşa ve Salacak arasında gizemli bir kutu gibi kalmıştır. Son dönemlerde

yapılan çalışmalar ise bölgedeki eserleri ansiklopedik bir tarzda incelemektedir.

Üsküdar Sarayı’nın yapılmasından zamanla terk edilip yıkılmasına kadar geçen

yaklaşık 250 yıllık bir dönemden günümüze kalan eserler sayılacak kadar azdır.

19.yüzyıldan önce saray çevresinde yapılan dört adet Mescidten sonuncusu 1959 yılında

yıktırılmıştır. Bu dönemden günümüze iki cami, bir namazgâh, bir türbe ve biri

namazgâh çeşmesi olmak üzere toplam üç adet çeşme ancak gelebilmiştir.

Sultan III. Osman (1754-57) döneminde Hatice Sultan Sarayı yıktırılarak yerine

kurulan mahalle İhsaniye adını almıştır. İhsaniye Mahallesi bölgedeki geniş çaplı ilk

şehirleşme hamlesi olarak dikkat çekmektedir. Mahalle ile birlikte yapılan bir cami ve

bir Mescid, geçirdikleri tamiratlarla günümüze ulaşmayı başarmışlardır.

Kanuni Sultan Selim ile başlayıp iki asırdan uzun bir süre devam eden saray ve

kasır gibi yapıların yerini, 19. yüzyılda kışla merkezli ve çeşitli bir yapılaşma almıştır.

Yüzyıl başlarında yapılan Selimiye Kışlası ve Selimiye Camii; sadece harem bölgesinin

değil Üsküdar, İstanbul hatta Türkiye’nin önemli yapıları arasında yer almaktadır.

Askerlerin ihtiyaçlarını giderebilmesi için cami ile birlikte yapılan hamam, aynı

dönemde yapılan eserlere kıyasla çok kötü bir durumdadır. 19.yüzyılda yapılan on dört

adet çeşmeden üçü hariç tamamı günümüzde varlıklarını sürdürmektedirler.

Gerekli izinlerin alınmasıyla 1727’de kurulan matbaa, uzun yıllar yer sıkıntısı

çektiğinden farklı yerlerde hizmet vermiştir. Hizmet verdiği yerlerden biri de Harem

bölgesidir. Sultan III. Selim döneminde matbaanın Selimiye Kışlası’nın hemen yanına

getirilmesi yenileşme hareketi içerisinde bölgeye verilen önemi göstermektedir. Fakat

burada da çeşitli sebeplerden dolayı istenileni veremeyen matbaa, tekrar Avrupa

yakasına taşınmıştır.

130

Sultan III. Selim başlattığı bölgedeki yapılaşmaya bakıldığında klasik manada

külliye anlayışının değiştiği de görülmektedir. Önceleri külliyenin merkezini bir cami

oluştururken Selimiye’de kışla merkezdedir. Yeni bir mahallenin kurulması

planlandığından caminin kışla sınırları dışına yapılması dikkat çekmektedir. Caminin

hem kışla mensuplarına hem de mahalle sakinlerine hizmet vermesi düşünülmüştür.

Saray bahçesi sınırları içerisinde kalan bu geniş alanda yerleşimin olmadığı tek

yer Haydarpaşa’dır. Bugün de eğitim, sağlık ve ulaşım kompleksi gibidir. Mekteb-i

Tıbbiye-i Şahane, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, Haydarpaşa Numune Hastanesi,

Haydarpaşa Garı ve Limanı bölgedeki önemli eğitim, sağlık ve ulaşım yapılarıdır.

Has bahçe içerisinde başta Üsküdar Sarayı olmak üzere pek çok kasır, köşk ve

konak yapıldığı bilinmektedir. Ahşap malzeme kullanılarak yapıldıkları için günümüze

kadar gelememişlerdir. Evler için de aynı şey söz konusudur.

İhsaniye ve Selimiye mahalleleri kurulurken halkın ihtiyaçlarına cevap

verebilecek dükkânların da yapıldığı dikkat çekmektedir. Selimiye’de kumaş tezgâhları

gibi üretim yapan dükkânlar da bulunmaktadır.

Bölgede yapılan Mescid ve camilerin bir kısmının sur içindeki camilere bağlı

olduklarını görmekteyiz. Kavak Sarayı Mescidi Sultan Ahmet Camii’ne, İhsaniye ve

Küçük İhsaniye camileri Nuruosmaniye Camii’ne ve Harap Mescid Ayasofya Camii’ne

bağlıdır. Görevliler ve görevli maaşları bağlı oldukları cami ve cami vakıflarından

karşılanmıştır.

Üsküdar-Harem arasına yol yapılarak ulaşımın sağlanması, otogar ve iskelenin

denizin doldurulmasıyla yapılması, Ankara Asfaltı’nın yapımı topografyadaki önemli

değişiklikler arasındadır.

Çeşme ve namazgâhların son yıllarda Üsküdar Belediyesi tarafından tamir

ediliyor olması sevindirici bir gelişmedir. Fakat sakıncaları dikkate alınarak çeşmelerin

susuz bırakılması, çeşme ayna taşlarının kendini bilmezler tarafından yazı tahtası gibi

kullanılması da bir o kadar üzücüdür.

131

7.EKLER

7.1. KİTABELER

Kitabe 1: Harap Mescid Kitabesi

Sâhibu’l-hayr mu’alla rütbe İbrahim Ağa

Hars-ı Darü’saâde ol keremkâr-ı güzîn

Bu ibadetgâhı bünyad eyledi Allah içün

Es-salâ vaktinde gelsünler salâvate ehl-i dîn

Hâtif-i kudsî didi Cevrî anın tarihini

Mescid-i vâlâ zihi darü’s-sevab-ı abidîn

1049 (1639-40)

Kitabe 2: İhsaniye Camii Kitabesi

Hazreti Sultan deryadil rüsûm-ı Osmaniyân

Kıldı çün teşrif baht-ı taht-ı Osmaniyye’yi

Kıbleye itdi teveccüh arz-ı Kudse ibtida

Eyledi izhar bu esrar-ı insaniyyeyi

Yapdı bir nev belde-i ma’mur ihsan eyleyüb

Kalbi oldu reşha-paş asâr-ı Rabbaniyye’yi

Bir eserdir ta kıyamet hayr-ı cari bunda kim

Hiç kapatmaz defter-i amâl-i Rahmaniyye’yi

Oldu cem’iyyet dekakin ile gûnagûn renk

Kıldı cümle gıbta kâr-esvâk mercaniyyeyi

Hakk-teâlâ zâhir ve bâtında ma’mur eylesin

Ağdırır bu hayrı heb şahan-ı Osmaniyye’yi

Resm-i Osmanî ile tarih yazdı kilk-i dil

132

Hak için Sultan Osman yapdı İhsaniyye’yi

1169 (1755)

Kitabe 3: İhsaniye Camii Cümle Kapısı Üzerindeki Kitabe

“Kılub Sultan Osman Han-ı salis ibtida inşa

Bu cami oldu bir hayli zaman yahu ibadetgâh

Tamamiyle olub on yıl mukaddem muhterik nâgâh

Cema’ati gezerdi arayub her su ibadetgâh

Bu kerre akçeler sarŞyle evkâf-ı Hümâyundan

Mücedded kârgir inşâ olundu şu ibadetgâh

Senih ihyasına tekbir ile tarih ider inşâd

Metin oldu yine âlâ yapıldı bu ibadetgâh”

1287

Kitabe 4: Küçük İhsaniye Camii Kitabesi

“Sâhibu’l-hayrat Osman Han’ın âsârı olub

Yapdı İhsaniye namıyla mahallat-ı cedid

Mescid ile cami’ye bi’r-i mahsus yapdılar

Fî-sebîlillâh câri mai lezzat birr-yer

Çün mürûr-ı zaman ile tamire muhtaç olmağın

Bildi Sultan Mustafa Han itdi ihya-i cedid

Bu mahalde sâhibu’l-hayre du’a tarihidir

Cami’in tamiri oldu cümleye ihsan-ı Mescid”

1179

Kitabe 5: Tazıcılar Ocağı Sultan Abdülmecit Han (1839-61) Dönemi Tamir

Kitabesi

Semenderân-ı himmet-i nusret olsun ömr-i sermedle

Cihânın şâhı Han Abdülmecîd ma’delet-pîrâ

133

Suriydi esb-i tazı-i sahasın hâtime elbet

Olub ahurına sâyis iderdi çuldan istignâ

Na’l-ber dizgin itdirüb bu esb-i tünd-gerdûne

Hârûnlukdan anide kurtarub râm eyledi hâlâ

Bu nev-ahûrı inşâ itdi fermân-ı Hümâyûnı

Süvârî-i hassa-i şâhânesi esbanına vâlâ

Mahallinde yapıldı hem becaya hem dil-fezâ oldu

Bu müstahkem bina bu şekl-i dilkeş tarz-ı müstesnâ

Bu târîhi Lebibâ askeriye eyledim müjde

Bu ıstabl-i metîni yapdı Şah Abdülmecîd ala

1259

Kitabe 6: Tazıcılar Ocağı’nda Sultan II. Abdülhamit’in 1891-92/1309’da

Yaptırdığı Tamir Kitabesi

Bu ıstablı zemân-ı şevketinde eyledi te’sîs

Harâb olmuşdu tecdid itdi Hakan-ı kerem mu’tad

Anane-tab-feza-yı feyz-i rahmet-hane-i Cennet

Mukaddes valid Sultan Hamid Padişah-ı ecdâd

Temâşâ eyleyüb tarihini yazdı kulu Muhtar

Bu ıstablı Hamid Han eyledi i’mar ü esb-âbâd

1309

Kitabe 7: Musahip Ali Ağa Çeşmesi inşa Kitabesi:

“Barekallah ol Âli Ağa müsahib-i haznedar

Bu makama etti hayrat ehl-i atşan zevkine

Selsebilin aynıdır güya ki yapdırmış heman

Çeşme-i âb-ı zülali teşne diller şevkine

Kerbela cengin anub Hâtif dedi ançün tarih

134

Daima suyun içen içsun İmameyn aşkına”

1064

Kitabe 8: Musahip Ali Ağa Çeşmesi Tamir Kitabesi:

“Melek-siyret şehinşah-ı güzîn Abdülmecid Han

Hayat-ı Lutfu ile kıldı sirab-ı ka’inat

Harem-i saray-ı pâkinden bu aynı kıldı ta’mir

İbaret şem’-i Nur’un mâ-i Zemzem’den sıfat

Nazifâ tarihin gördükde Şat çekdi ayağın

Yed-i pakiyle buldı şem’-i Nur mâ-i hayatı”

1262 (1846)

Kitabe 9: Hafız İsa Ağa Çeşmeleri Kitabesi

Hâliyâ Darü’s-saâde Ağası

Namı Hafız İsa nef’-i cihân

Eyledi bu çeşmenin bünyadını

Hasbeten-lillah içsün râh-ı revân

Her gören der barekallah görmedik

Böyle zîba çeşme-i Kevser-nişan

1240

Kitabe 10: Selimiye Camii Kitabesi

Ziver-i tâc-ı hilâfet şâh-ı âlî-menkabet

Muktedâ-yi ehl-i sünnet sâye-i Rabb-ı rahîm

Camiü’l-hayrât şahenşah-ı kerrubi nihâd

Eyledi bu ma’bedi âbâd çün kasr-ı na’îm

Üsküdar’ı kıldı ihyâ çünki hüsn-ü himmeti

İki nev tarihle zeyn oldu bu beyt-i nâzım

Yapdı ‘âlâ tarh ile câmii imâmü’l-müttakîn

135

1219

Bir mücessem nûrdur bu ma’bed-i Sultan Selim

1219

Kitabe 11: Küçük Selimiye Camii Kitabesi

İdüb bu hankâhı ibtida Sultan Selim inşa

Binası muhtasar mebnası gayetle müfîd oldu

Ali Behcet Efendi şeyhi irşad oldular bunda

Mürid-i feyz olanlar hazretinden müstefid oldu

Cemâl-i Mevlevî mücellâ-yı sırrından olup zâhir

Kemâl-i Nakşibend icmâl halinden bedîd oldu

Göçüb anlar geçüb demler harab olmuşdu bu yerler

İmarından sanursun sakinânı nâ-ümîd aldu

Bu kerre kıldı ihya Hazreti Sultan Mahmûd Han

Yapıldı vüs’at üzere her yeri tarz-ı cedîd oldu

Zehi kutb-ı hilâfet şems-i kudret âsmân-rif’at

Serâpâ-yı cihâna sâye-i lûtf-ı medîd oldu

Zehi İskender mu’ciz eserdir durdu¤u yerden

Bir ednâ himmeti bin fitneye sedd-i sedîd oldu

Tuta âfâkı sayt ü şevketi tâ ki bu ma’bedde

Sadâ-yı zikr-i Hakk peyveste-i arş-ı mecîd oldu

Buyurdu hidmet-i inşâya Pertev bendesin me’mûr

Ne devlet böyle kemter öyle Sultana übeyd oldu

Biri bida ve biri itmâmına tarihdir el-hakk

İki mısra ki yazdım dil-güşa beytü’l-kasîd oldu

Bu dergâhı mücedded yapdı kutb-ı din Mahmud Han

1250

Bu zîba tekye-i Behcet-fezâ tarh-ı cedîd oldu

1251

Yesârîzâde Mustafa İzzet

Kitabe 12: Selimiye Kışlası Cümle Kapısı Kitabesi

Hakka mu’allem-i askere yapıldı bu nusret-meab

Etraf-ı dâr-ı Üsküdar oldu gülistân-ı na’îm

136

Böyle müretteb leşkerin baş üzre olsun yerleri

Ta’lîm-i vâcib herkese Vallah ü Billahi’l-azîm

Şah-ı cihân mansûr ola düşmanları makhur ola

Bu cünd-i pâke i’tibar itdi kılub lûtf-ı amîm

Aynî fitil mısra’ım dâ’im serîr-efşan olur

Ceyş-i mu’allem kışlası bünyad kıldı Şeh Selim

1215(1800)

Kitabe 13: Kışla Nizamiye Kapısı Kitabesi

Şâh-ı asker-perver-i şahenşeh-i âlem zehi

Cümle-i ecnadını ihsan ile kıldı abid

Silk-i şevketde o şehdir âlemin bir dânesi

Bak yegâne halk etmiş zâtını Rabb-ı Mecîd

Nûr-u ahdı rûşen etdikce cihânı gün gibi

Vakt-i iclâli sabahu’l-hayr-veş oldu bedîd

Kan-ı şevketde nazirin görmedi halk-ı cihân

Cevher-i zât-ı hümâyûnun Hudâ kılmış ferîd

Muhterik olmuşdu akdem yabdurup bu kışlayı

Eyledi bünyâdını manende-i Kasr-ı meşîd

Anda iskân eyledikçe asker-i şâhânesi

Malik-i hısn-ı zafer kılsun o Hakan-ı Mecîd

Cevherîn tarihle tezyin eyle Zîver bâbını

Yapdı bâlâ kışlayı Hakan-ı din Abdülmecîd

1269 (1852-53)

Kitabe 14: Kışlanın Marmara veya Talimhane Tarafındaki Kapı Kitabesi

Câygâh oldu Selimiyye yine nev askere

Eylemişdi Han Selîm evvelce me’va cündine

137

Irz u şân-ı devleti ikmâl kıldı Padişah

Anda inşa itdirüb nev kışla hâlâ cündine

Oldu evvelkinden iki kat metin ü hem vâsi’

Eyledi lûtfun o şahenşeh dü bâlâ cündine

Hazret-i Hak’dan ümmîd oldur ki şâh-ı âlemin

Seyf-i nusretle müsahhar ola dünya cündine

Asker-i şâhâne dinmek bunlara şâyestedir

Kendisi ta’lîm-i cenk itmekde zira cündine

Askerinden görmede a’lâ vü ednâ ihtiram

İtmede da’im du’a edna vü a’lâ cündine

Padişahan zerresi olmaz o mihr-i şevketin

Asker-i mansurunun bâbında a’dâ cündine

Ömrü olsun asker-i encüm şümârından füzûn

Cünd-i gaybîyle idüb imdâd Mevlâ cündine

Olmasun hiç lerze-i kahrınden a’dâsı masûn

Keh masif oldukca âlem gâh meşta cündine

Bendesi İzzet didi tarih-i cevher-dârını

Eyledi Mahmûd Han nev kışla ihyâ cündine

1243

Kitabe 15: Harem İskelesi Tarafındaki Kapı Kitabesi

Şehriyâr-ı maşrık u mağrib şehinşâh-ı zemîn

Zıll-i Mevlâ âfitâb-ı dâd Han Abdülmecîd

Sâha-i ikbâlinin çağırub keşidir bir hama

Dergeh-i ihsânına cûd ü kerem kemter abîd

Adline in’âmına irfânına ol dâverin

Kul olurdu sağ olmuş olsa Harunu’r-Reşîd

138

Asker-i hâss-ı hümâyûnun bu vâlâ kışlasın

Kıldı pek â’lâdan âlâ resm-i dilcûsun mezîd

Eskiden bâlâ idi amma dü bâlâ eyledi

İşbu cây-ı dilkeş ü ra’nâyı i’mar-ı cedîd

Semt-i feth-i nusrete açıldı elhak bir kapu

Padişah ilham ile kıldı bu nev bâbı bedîd

Da’imâ sıhhatle ömr-ü sermed ü iclâl ile

Sâye-i şâhânesi tâ haşre dek olsun medîd

Yazdı bu târîh-i cevher-dârını kilk-i Lebîb

Kışla-i dilcûyu ra’na kıldı Han Abdülmecîd

1258 (1842)

Kitabe 16: Kışlanın Kavak İskelesi Caddesi’ne Açılan Kapı Kitabesi

Dört satır halinde yazılan onaltı mısralı kitâbe şudur:

Şâh-ı âlem Hazret-i Abdülmecid Han’ın Hudâ

Ömrünü, ikbâlini iclâlini itsün ziyâd

Kâ’inata sâyesidir saha-i dâru’l-emân

Dergeh-i lûtf ü atâyı âleme bâb-ı murâd

Bendegân âsûde dünya rahat âlem şâdumân

Günü Cennet gibi buldu ahd-i adlinde ibâd

Ziver-i engüşt ü tedbir-i mekin-i dâd-ı Hakk

Ol Süleyman-ı zamâne âlem eyler inkıyâd

Tarz-ı nev-i dilkeşle ta’mir eyleyüb bu kışlayı

Cünd-i hassın eyledi tekrar mesrûru’l-fuâd

Bâ husus açdı bu bâb-ı feyz-i semt-i nusrete

Ayet-i “innâ fetehnâ”dan idince ictihâd

Der lisan-ı hali “Tıbtum fedhulûhâ hâlidîn”

139

Her küşad oldukca işbu bâb-ı vâlâ midâd

Dür-feşan oldum Lebîbâ bende bu tarih ile

Müjde bâb-ı fevz ü nusret kışlada oldu küşâd

1258 (1842)

Kitabe 17: Haydarpaşa Askeri Hastanesi Kitabesi

Eğer Abdülmecid Han’ın göreydi re’y-i şâfîsin

Hum-i şirme binüb elbet kaçardı akl-ı Eşâtûn

O şâha lâ-ilâc asker olurdu sağ olub görse

Rıza Paşa’nın dârâtını Dârâ vü Ferîdûn

Gubâr-ı hâkipâ-yı kimyâ-yi mülk ü milletdir

ibekrat devacunun değildir bildiği ma’cûn

O kerrâr gaza yapardı hastahane-i Haydar’da

Olurdu resm ü nakşın görse Mani-i hüner meftûn

Binası dilküşâ gâyet zemîn-i rûh-bahşâdır

Havası sıhhati celb eyler emrâzı idüb bîrûn

Murâdı hatır-ı ehl-i cihâdı itmedir tatyîb

ide feth ü zaferle Rabb-ı Nazır ömrünü efzûn

Biri sâde biri cevherle tertîb eyleyüb Safvet

iki tarihe derc itdim şifâyı sadr olur mazmûn

Bu fâhir hastahane oldu seyr it serteser sağlam

Cüyûşin kıldı Han Abdülmecid iclâl ile memnûn

1261 (1845)

Kitabe 18: Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi Kitabesi

“Hazret-i Valide Sultan-ı himem-meşreb kim

Cûşiş re’fetidir menba’-ı ayn-ı ihsân

Yani ol Valide-i Hazret-i Sultan Selîm

140

Teşne-gân-ı himeme itmededir lutfı revân

İşte ez-cümle bu ser-çeşme-i eltâfiyle

Sû be-sû itdi ata cû-yi cihânı reyyân

Hibetullah’ına kıldı hibe hem ecrini kim

Hayr-ı cârîsi ile tâ ola rûhı şâdân

Çün o dûşîze-i pâkîzesi bu âlemden

Tış iken olmuşdı gonca-i gülzâr-ı cinân

Gül gibi itmeğe şâdâb-ı revân pâkin

Kevser şefkatini eyledi böyle cûyân

Ravza-i rahmet anın kendüsi hem Han Selim

Duralar devlet ü ikbâl ile durdukça cihân

Vehbiyâ ben de ana söyledim iki târîh

Lîk bir tamiye var mısra’-ı sânide ıyân

Çeşme-i Valide Sultan’da ki cûşiş-i cûd

1206

Oldu şâd-âb-ırûh-ı Hibetullah Sultan”

1206

Kitabe 19: III. Selim Çeşmesi Kitabesi

Şehr-yâr-ı Cem-hidem Sultan İskender-haşem

Tac-dâr-ı yemm-himem Hâkan-ı Gazi Şeh Selîm

Yapdı himmetle bu dilcû çeşmesâr-ı hurremi

Âlemi cûdiyle sîr-âb itdi ol şâh-ı kerîm

Eyleyüb şûyide âb-ı şöhreti bu çeşmenin

Levh-i âlemden ider âb-ı hayat ismin adîm

Yazdı İhya böyle bir beyt-i dilâra içre tam

İki târîh-i inşad efzayı tab’-ı müstakîm

141

Padişah’a kıl du’a bu çeşmeden âb iç revân

1217

Cûy-bar-ı himmet icrâ eyledi Sultan Selîm

1217

Kitabe 20: Hafız İsa Ağa Çeşmesi Kitabesi

Hazret-i Sultan Mahmud-i Adli dâdin kemteri

Ya’ni İsa Ağa ki ol zât-ı pâk-i eshıyâ

Hâliyâ Darü’s-saâde Ağası âlicenâb

Hazin-i Rabb-ı kerîm ma’den-i cûd-u atâ

Nef’-i çün bu çeşmeyi yapdı umûma bî-garez

Hâl ü şânı merhametdir cümle nâsa da’imâ

Kemâl-i sarf-ı himmet eyleyüb tekmil-i hayr itdi

Ola şâyân-ı dergâh-i kabûl Hazret-i Mevlâ

Gazanfer Ağa içün idüb bu çeşmeyi inşa

Vire lûtf-ı âmiminden ana ecr-i lâ-yuhsâ

Bi-hamdillah vücûdı masdar-ı âsâr-ı hayr oldu

Kime tevŞk olur böyle eser bu çeşme-i zîba

İlâhî devlet ü ikbal ü ömrün ber-devâm eyle

Yazılsun defter-i hayrı müdâm oldukça bu dünyâ

Dall zamle hâtif-i gayb söyledi târîhini

Çeşme-i aynü’l-hayâtdan iç suyu eyle du’a

1238 Ra. 10

Kitabe 21: Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi Kitabesi

Çeşme-i mâü’l-hayât-ı saltanat-ı şâh-ı cihân

Hazret-i Abdülmecid Han âbrûy-ı kâ’inât

Saye-i adlinde ol yenbu’-ı feyz-i şevketin

142

MüsteŞz olmakda her dem mü’minîn ve mü’minat

Asker-i şâhânesiyle hem bu semtin halkının

İtdi ihyasın murad ol Şah gerr ü bi-sıfat

Yapdırub bu çeşmeyi kışla civarında o Şeh

Eyledi bu câyı elhak ravza-i Cennet simât

Cûybâr-ı lutfını ol rütbe icrâ kıldı kim

Oldu bu aynı-ı inâyet bâis-i reşk-i Fırat

Asker-i şâhânesi ile ahâlî hakkına

Şüphesiz bu çeşmedir bir gûne feyz-i iltifât

Hakk ide cari yedi iklime hükmün ol şehin

Bu du’âdan Zemzem’e saldıkca dehre şeş cihât

Buldu suyun cevher-i târih-i Ziver hâmeden

İtdi cârî Padişah bu suda nev aynü’l-hayat

1257(1841)

Kitabe 22: Abdülmecid Han Çeşmesi Kitabesi

Çeşme-sar-ı ma’delet Abdülmecid Han’ın Hudâ

Feyz-i zâtın kıldı bâdî-i hayât-ı kâinât

Hân Selim-i sâlisin Darü’s-saâde ağası

Halid Ağa nâm deryâ-mekremet bir pâk zât

Yapdırub bu çeşmeyi sonra harâb olmuş idi

Görüb ol şâh-ı cihân ihyâya kıldı iltifât

Cûybâr-ı şevket u iclâlin ol şâhen-şehin

Haşre dek kılsun Hüdâ reşk-âver-i şatt u Fırat

Cevher-i tarih-i Ziver suyunı bulsa sezâ

Kıldı Han Abdülmecid icrâ güzel ayn-ı hayat

1255(1839-40)

143

Kitabe 23: Hasip Paşa Çeşmesi Kitabesi

Gâl-Allahu teâlâ: “Ve segâhum Rabbühüm şerâben tahûrâ” Sadagallâhü’l-

azîm

Hasbetenlillah idüb necl-i Hasib Paşa bugün

Ceyş-i mansûr-ı şeh-i devrâne bu âb-ı revân

Bir tarafdan celb idüb hayr-ı duâ ibkâ-yı nâm

Bir tarafdan eyledi ruh-ı Hasibi şâdumân

Geldi bir ta’mir içün tarih-i hayratü’l-Hasib

Eylesün Hakk ol Zeki Beğ’i cihanda kâmurân

15 Rebîülâhir 1323 (19 Haziran 1905)

144

7.2. RESİM LİSTESİ

Resim 1 1900’lerde Haydarpaşa Çayırı. (Gökhan Akçura Koleksiyonu, Dünden Bugüne

İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.27).

Resim 2 1955’lerde Selimiye ve Haydarpaşa. (M.Rıfat Akbulut Koleksiyonu, Dünden

Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.331).

Resim 3 Harem Sahili, Kavak Bayırı ve Selimiye Kışlası. (Yadigar-ı İstanbul 90813).

Resim 4-5 Denizden ve Karadan Selimiye Kışlası ve Harem Sahili. (Dünden Bugüne

İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).

Resim 6 İhsaniye Sahili. (Yadigar-ı İstanbul 90631).

Resim 7 Kavak Sarayı Gravürü. (Hilair, 1822, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar

Suları, s.104).

Resim 8 Üsküdar Suyolu Haritası. (İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, s.104).

Resim 9-10 Mekteb-i Tıbbiye ve Kavak İskelesi Mescidi. (H.Necdet İşli Arşivi, Bir Ulu

Rüyayı Görenler Şehri, s.81).

Resim 11 İhsaniye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 12 İhsaniye Camii'nin dıştan görünüşü. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 23 İhsaniye Camii'nin içten görünüşü. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 1 Küçük İhsaniye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 2 Küçük İhsaniye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 16 Salih Efendi Türbesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 17 Şeyh Bedrettin Efendi ve Remzi Kökler. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 18 Ayşe Veliyye Hanım Namazgahı ön yüzü ve arkada III. Selim Çeşmesi.

(Kadir Öztürk, 2008).

Resim 19 Namazgahın diğer yüzü. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 20 Müsahip Ali Ağa Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3,s.1125).

Resim 21 İnşa Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 32 Tamir Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 23 Tunusbağı Menzil Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 24 Hatice Sultan Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3,s.1080).

Resim 25 Üsküdar Sarayı Gravürü 1680. (Selçuk Mülayim, 19. Yüzyılda Üsküdar,

s.142).

Resim 26 Kavak Sarayı. (Hilair, 1822, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları,

s.104).

Resim 27 Üsküdar Suyolu Haritası. (İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları,

s.104).

Resim 28 Selimiye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 29 Selimiye Camii. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.1, s.323).

Resim 30 Selimiye Camii giriş ve yan galeriler. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 31 Caminin Doğu Cephesi. (H.Necdet İşli Arşivi, Bir Ulu Rüyayı Görenler

Şehri, s.224).

Resim 32 Kürsü. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 33 Mihrap. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 34 Minber. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 35 Selimiye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 46 Küçük Selimiye Cami Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 57 Küçük Selimiye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 38 1860’larda Harem ve Defterdar M. Tahir Efendi Camii. (Dünden Bugüne

İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).

Resim 39 Defterdar Harem Camii. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.202).

Resim 40 Defterdar Tahir Efendi Harem Camii. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.1,

s.251).

Resim 41 Nevnihal Hatun Namazgahı. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 42 Kıble Taşı. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 43 Mustafa Ağa Namazgahı. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 44 Selimiye Kışlası. (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).

146

Resim 45 Selimiye Kışlası ve Camii. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.83).

Resim 46 Harem Sahili ve Selimiye Kışlası. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3, s.1261).

Resim 47 Harem Dolmadan Önce Denizden Selimiye Kışlası. (Bir Ulu Rüyayı Görenler

Şehri, s.88).

Resim 48 Üsküdar Matbaası. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.200).

Resim 49 Üsküdar Matbaası. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.200).

Resim 50 Pertevpaşa Kütüphanesi. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.212).

Resim 51 Haydarpaşa Askeri Hastanesi.

(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp) 08.06.2007.

Resim 52 Haydarpaşa Hastanesi’nde bir operasyon.

(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/komutan/album_icerik.htm)

08.06.2007.

Resim 53 Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin Havadan Görünümü.

(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp) 08.06.2007.

Resim 54 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane. (Yadigar-ı İstanbul 90558)

Resim 55 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Kitabesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.2,

s.916).

Resim 56 Tıbbiye Caddesi Girişi. (Kadir Öztürk, 2007).

Resim 57 Haydarpaşa Numune Hastanesi. (Kadir Öztürk, 2007).

Resim 58 Baytar Mektebi. (Kadir Öztürk, 2007).

Resim 59 Haydarpaşa Numune, Mektebi Tıbbiye ve Selimiye Kışlası. (Yüzyıllar

Boyunca Üsküdar, C.3, s.1260).

Resim 60 Selimiye Sıbyan Mektebi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 61 Selimiye Hamamı. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 62 Hamam Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2007).

Resim 63 2007 Yılında Hamamın İçi. (Kadir Öztürk, 2007).

Resim 64 Çeşmenin 1964’teki Görünümü. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.243).

Resim 65 2008 Yılında Çeşme. (Kadir Öztürk, 2008).

147

Resim 66 Çeşmeye ait Kitabe. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 67 Selimiye Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 68 III. Selim Çeşmesi Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 69 III. Selim Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 70 Daya Kadın Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 71 Hafız İsa Ağa Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 72 Kitabe. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 73 İhsaniye Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).

Resim 74 Hasip Paşa Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3, s.1078).

Resim 75 İnşaat Halinde Gar Binası.

(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.

Resim 76 Gar Binasının 1925’teki Kulesiz Görünümü.

(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.

Resim 77 Gar Binası Önünde Kara Tren (2002).

(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.

Resim 77 Denizin Doldurulması. (Yadigar-ı İstanbul 90533).

Resim 79 Haydarpaşa Limanı. (Yadigar-ı İstanbul 90533).

Resim 80 Haydarpaşa İskelesi. (http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=6542)

15.08.2008.

Resim 81 Kavak Fırınları Ahırının Resmi. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.92-93).

148

7.3. HARİTA LİSTESİ

Harita 1 Kavak Deresi Köprüsü. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).

Harita 2 İhsaniye ve Harem İskeleleri. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).

Harita 3 Kavak ve Haydarpaşa İskeleleri. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).

Harita 4 Salhane. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).

Harita 5 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Dini Yapılar. (Kadir Öztürk, 2008).

Harita 6 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Kamu Yapıları. (Kadir Öztürk, 2008).

Harita 7 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Çeşmeler. (Kadir Öztürk, 2008).

Harita 8 Mekteb-i Kemalat. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).

Harita 9 Üsküdar'ın Konumu.

http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C, 03.08.2008.

Harita 10 Kadıköy'ün Konumu.

http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C, 03.08.2008.

149

7.4. TABLO LİSTESİ

Tablo 3.1 16. Yüzyıl ve Sonrası Eserleri.

Tablo 4.1 19. Yüzyıl Dini Yapıları.

Tablo 4.2 19. Yüzyıl Kamu Yapıları.

Tablo 4.3 19. Yüzyıl Su Yapıları

150

8. ..........................................................................................................................KAYNAKÇA

AĞIR Aygül, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selim III Çeşmesi”,

(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

AHMED CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet, (Sad.: Tevfik Temelkuran), Üçdal

Neşriyat, İstanbul 1966.

AHMED EFENDİ, Ruzname, (Haz.: V. Sema Arıkan), Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara 1993.

AKBULUT M. Rıfat, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa”,

(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, s.27-29.

--------- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Kadıköy”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.),

Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

ALTUN Ara, Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Orta Asya Türk

Sanatı ile Anadolu’da Selçuklu ve Beylikler Mimarisi”, (Ed.: Sadi Bayram),

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.

ARSEVEN Celal Esat, Sanat Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983,

C.2, s.688.

BARIŞTA H. Örcün, İstanbul Çeşmeleri Bereketzade Çeşmesi, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara 1989.

---------Kadıköy Hakkında Tahkikat-ı Belediye, Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul

1911.

ARTAN Tülay -Christoph K. Neumann, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,

“Kavak Sarayı”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul

1993.

ASLANAPA Oktay, Osmanlı Mimarisi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1986.

ATASOY Nurhan, Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümlerinden Yadigar-ı İstanbul,

Akkök Yayınları, İstanbul 2007.

AYVANSARAYÎ Hafız Hüseyin b. İsmail Hüseyin, Hadîkatü’l-Cevâmi’, (Haz.: Ali

Satı), Matbaa-i Amire, 7 Zilhicce 1281.

AYVERDİ Ekrem Hakkı, Fatih Devri Mimarisi, İstanbul Fetih Derneği, İstanbul

1953.

AYVERDİ Semiha, Boğaziçinde Tarih, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü,

İstanbul 1966.

---------Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi”,

(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

rtak Yayını, İstanbul

BATU

ekeli, vd.), Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın Ortak Yayını, İstanbul

BEYD

oğancılar İmamı Hafız Mehmed Emin Efendi”, (Ed.:

--------

dar Belediye Başkanlığı

CEZAR

DAĞD Mavileri: 1913-1914 I. Dünya Savaşı

kşehir

DOĞA

ERTUĞ ar Sempozyumu IV, “Üsküdar Kentsel Dönüşümünde

limiye”, (Ed.:

EVLİY

-------- Sempozyumu I, (Ed.: Zekeriya Kurşun,

l 2004.

---------Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa İskelesi”, (Haz.: İlhan

Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

BATUR Afife, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selimiye Kışlası”, (Haz.:

İlhan Tekeli, vd.), Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın O

1994.

R Selçuk, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selimiye Camii”, (Haz.:

İlhan T

1994, C.6, s.512-5213.

İLLİ Kemal, Üsküdar Sempozyumu IV, “Nizâm-ı Cedid Şehri Üsküdar’da

Matbaacı Bir İmam: D

Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2007.

Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar Matbaası ve Burada Basılan Eserler Listesi

(1802-1824)”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üskü

Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.58-62.

Mustafa, Osmanlı Başkenti İstanbul, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor

ve Sağlık Vakfı Yayınları, İstanbul 2002.

ÇEÇEN Kazım; İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, İstanbul 1991.

ELEN İrfan (Yayına Hazırlayan), Alman

Öncesi İstanbul Haritaları, (Proje Yöneticisi: Ali Mazak), İstanbul Büyü

Belediye Başkanlığı Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü, İstanbul 2006, C.1,

Feuille No: D4-D8/3.

N Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.

RUL Alidost, Üsküd

Batılı Etkilerle Oluşan Üç Semt Kuzguncuk, Bağlarbaşı, Se

Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, 2007.

A ÇELEBİ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Haz.: Ahmed Cevdet), Dersaadet

İkdam Matbaası, İstanbul 1314/1896.

EYİCE Semavi, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2006.

-“Fetihten Önce Üsküdar”, Üsküdar

vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar Araştırma Merkezi, İstanbu

GERÇEK Selim Nüzhet, Türk matbaacılığı: Müteferrika Matbaası, Maarif Vekaleti,

Ankara 1939.

153

GİAMBATİSTA Toderini, İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk Matbaacılığı,

(Haz.: Şevket Rado; Trc.: Rikkat Kunt), Yayın-Matbaacılık Ticaret Limited

GİZ Ad

GÖKÇ Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Lisesi”,

93.

), Üsküdar

HASK

n Süleyman Nevzat Özdemir), Üsküdar Belediyesi,

---------

arı, İstanbul 1996.

elediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi,

HÜR

eli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, C.3, s.80.

ığı, İstanbul 1993, C.4, s.444-

KARA

İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

Şirketi, İstanbul 1990.

nan, Bir Zamanlar Kadıköy, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.

EN Turgay, Dünden

(Haz.:İlhan Tekeli, vd.),Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 19

GÜLER Mustafa, KARADAĞ Gülay, Üsküdar Sempozyumu IV, “Dârüssâde Ağası

Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayrâtı”, (Ed.: Coşkun Yılmaz

Belediyesi, 2007, s.231.

AN Mehmet Nermi, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I-II-III, (Proje koordinatörü

Veli Saylam, Redaksiyo

İstanbul 2001.

İstanbul Hamamları, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları, İstanbul

1995.

HAUHANNESYAN Sarkis Sarraf, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi, Tarih Vakfı Yurt

Yayınl

HUT Davut, Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar’da Yer Adları”, (Ed.: Zekeriya

Kurşun vd.), Üsküdar B

İstanbul 2005.

Ayşe, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Doğancılar Meydanı”,

(Haz.:İlhan Tek

İNALCIK Halil, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “İaşe”, (Haz.:İlhan Tekeli,

vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

İŞLİ H.Necdet, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Karacaahmet Mezarlığı”,

(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanl

447.

KAYA Enis, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Mehmet Tahir Efendi

Camii”, (Haz.:

KAYRA Cahit, II. Mahmud’un İstanbul’u, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı,

İstanbul 1992.

KAZICI Ziya, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul

2001.

154

KILIÇ Dündar Ali, Üsküdar Sempozyumu I, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a

Yansıması”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı

Üsküdar Araştırma Merkezi, İstanbul 2004.

KIYMET Giray, Thema Larousse-Tematik Ansiklopedi, “XIX. Yüzyıl Mimarî

Arayışlar”, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993-4.

KOÇU Reşat Ekrem, İstanbul Ansiklopedisi, “Dürrizâdeler Konağı”, İstanbul

Ansikolopedisi ve Neşriyat, İstanbul 1968, C.9, s.4831.

---------İstanbul Ansiklopedisi, “Çiçekçi Kahvehanesi”, İstanbul Ansiklopedisi ve

Neşriyat, İstanbul 1968, C.7, s.3960.

KONYALI İ. Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, Türkiye Yeşilay

Cemiyeti, İstanbul 1976.

KÖMÜRCİYAN Eremya Çelebi, İstanbul Tarihi XVII. Asırda İstanbul, (Çev.: H.D.

Andreasyan, Haz.: Kevork Pamukciyan), Eren Yayıncılık, İstanbul 1988.

KUBAN Doğan, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, Yem Yayın, İstanbul

1998.

KURAN Aptullah, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri”, “Tezkerelere

Göre Mimar Sinan’ın Eserleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,

Ankara 1988, C.1, s.164.

---------Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Tezkerelerde Adı Geçen

Sinan Eserlerinin Yapı Türlerine Göre Alfabetik Listesi”, (Ed.: Sadi Bayram),

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.

KUT Turgut, Yazmadan Basmaya: Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar, Yapı

Kredi Bankası, İstanbul 1996.

MANTRAN Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (Çev.: Mehmet Ali

Kılıçbay, Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990.

MAZAK Mehmet, Üsküdar Sempozyumu II “1802 Tarihli Üsküdar İskeleleri ve

Üsküdar Kayıkçılarının Demografik Yapısı”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.),

Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,

C.1, s.66.

MAZLUM Deniz, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Üsküdar”, (Haz.:İlhan

Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

MEHMED RAİF, Mirat-ı İstanbul, Alem Matbaası Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul

1900/1314.

155

MEHMED SÜREYYA, Sicill-i Osmanî yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye,

(Haz.: Aktan Ali, Yuvalı Abdülkadir, Hülagü Metin), Sebil Yayınevi, İstanbul

1996.

MİRAL Rauf, “İstanbul’da Haydarpaşa Semtinin ve Limanın Tarihçesi”, Tedrisat

Mecmuası, Nisan- Mayıs, sayı 51-52, c.6, s.226, İstanbul 1957.

MÜLAYİM Selçuk, Ters Lale Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye,

Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2001.

--------“19.Yüzyılda Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu II, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.),

Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,

C.2, s.138-150.

--------“XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbul’u”, İstanbul: Şehir ve Medeniyet, Klasik

Yayınları, İstanbul 2004.

NİRVEN Saadi Nazım, İstanbul Suları, Halk Basımevi, İstanbul 1946.

ORMAN İsmail, Üsküdar Sempozyumu II, “Osmanlı Çeşme Mimarisinde

Namazgâhlı Çeşmeler ve Üsküdar’daki Örnekler”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.),

Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,

C.2, s.396.

ORTAYLI İlber, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları (5. Baskı), İstanbul

2006.

ÖNGE M. Yılmaz, Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Türk

Hamamlarının Planlanması ve Koca Sinan’ın Hamamlarında Görülen Mimârî

Kompozisyon Özellikleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,

Ankara 1988.

--------Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Geleneksel Türk

Hamamları İle Koca Sinan’ın Hamamlarında Su Tesisatı ve Aydınlatma ile İlgili

Detaylar, Geleneksel Türk Hamamları İle Koca Sinan’ın Hamamlarında Görülen

Bazı Tezyinat Özellikleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,

Ankara 1988.

------- Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Anadolu Türk Hamamları

Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan’ın İnşa Ettiği Hamamlar”, (Ed.:

Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.

ÖNKAL Ahmet, BOZKURT Nebi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,

“Cami”, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1993.

156

ÖZCAN Azmi, Üsküdar Sempozyumu I, “Kırım Savaşında Üsküdar ve İngiliz

Askerleri”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar

Araştırma Merkezi, İstanbul 2004, C.1, s.106-111.

ÖZDAMAR Mustafa, Üsküdar Sempozyumu I, “Üsküdar Namazgâhları”, (Ed.:

Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar Araştırma

Merkezi, İstanbul 2004, C.1, s.103-104.

ÖZSAYINER Zübeyde Cihan, Üsküdar Sempozyumu IV, “Üsküdar’dan Çalınan

Vakıf Eserler”, (Ed.: Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, 2007, s.443.

P.Ğ İNCİCYAN, İstanbul Tarihi, (Terc.: Hrand Andreasyon), İstanbul Fetih Cemiyeti

Baha Matbaası, 1976.

PİLEHVARİAN Nuran Kara, vd., Osmanlı Başkenti İstanbul’da Çeşmeler, Yem-

Yayın, İstanbul 2000.

RAMAZANOĞLU M. Gözde, Osmanlı Yenileşme Hareketleri İçerisinde Selimiye

Kışlası ve Yerleşim Alanı, (Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,

Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2003).

---------Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar’da Halıcılık: Selimiye Sandalcı (İpekli

Dokuma) Hanları”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üsküdar Belediye Başkanlığı

Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.74-77.

SALMAN Yıldız, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Garı”, (Haz.:

İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.

SAYDAM Abdullah, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Derya Kitabevi (2. Basım), Trabzon

1999.

ŞEHSUVAROĞLU Haluk Y., İstanbul Sarayları, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul

1954.

ŞERİFOĞLU Ömer Faruk, Hoca Ali Rıza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005.

TANIŞIK İbrahim Hilmi, İstanbul Çeşmeleri: Beyoğlu ve Üsküdar Cihetleri, Maarif

Vekaleti, Ankara 1945.

TAŞÇIOĞLU Tülay, Türk Hamamı, (Haz.: Ali Pasiner), Duran Ofset, İstanbul 1998.

TOPUZLU Cemil, 80 Yıllık Hatıralarım, Güven Yayınevi, İstanbul 1951.

TURGUT Naciye, Üsküdar Sempozyumu IV, “Bir Zamanlar Üsküdar’dan Tarihe

Düşen Notlar: Çiçekçi Kahvehanesi”, (Ed.: Coşkun Yılmaz), Üsküdar

Belediyesi, İstanbul 2007.

UTKAN Ahmet Nadir, Elveda Üsküdar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008.

157

ÜNAL Ertan, “Cephane Nasıl Havaya Uçtu?”, Popüler Tarih, Dünya Yayınları,

İstanbul Eylül-2002.

ÜNVER A. Süheyl, A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, (Haz.: İsmail Kara, vd.) İstanbul

Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 1996.

YILDIRIM Nuran, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Askeri

Hastanesi”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul

1993.

YÜKSEL İ. Aydın, Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, İstanbul Fetih Cemiyeti,

İstanbul 2004, C.II, s.495.

WOLFGANG Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, (Çev.: Erol

Özbek; Haz.: Ayşe Berktay), Tarih Vakfı Yurt yayınları, İstanbul 1998.

Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde Yazarı Bulunmayan Maddeler

“Harem”, C.3, s.552.

“Haydarpaşa Limanı”, C.4, s.31-32.

“İhsaniye Camii”, C.8, s.215.

“Kavak İskelesi Mescidi”, C.8, s.249.

“Kavak Sarayı Camii”, C.8, s.249.

“Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, C.8, s.319.

“Salacak”, C.6, s.421-22.

İnternet Adresleri:

http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007.

http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2. 08.06.2007.

http://www.haydarpasanumune.gov.tr/tarihce.html. 08.06.2007.

http://www.tcdd.gov.tr/genel/haydarpasa.htm. 17.02.2008.

http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789.

09.11.2007.

http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=811,

09.11.2007.

http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789.

03.09.2007.

http://www.hatem.k12.tr/index.asp. 21.11.2007.

http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C. 25.08.2008.

158