sİyasetİn baĞimliliĞi ve gÖrece ÖzerklİĞİgörece bağımsızlık (bağımsız ama…)...
Post on 24-Feb-2020
20 Views
Preview:
TRANSCRIPT
SİYASETİN BAĞIMLILIĞI VE GÖRECE ÖZERKLİĞİ
Siyaset Toplumsal Alt Yapıya Bağımlı Bir Kurum mudur
Yoksa Özerk Bir Olgu Mu?
Marx, toplum alt yapı ve üst yapı öğelerinden kurulmuş bir bütündür. Alt yapı toplumun
temelini oluşturmaktadır. Alt yapı ekonomik unsurların bulunduğu üretim güçleri ve
üretim ilişkilerinin bulunduğu katmandır. Üretim güçleri üretim için gereken araçlardan,
aletlerden toprak ve yer altı kaynaklarından ve tekniklerden oluşur.
Üretim ilişkilerinin tespiti önemlidir çünkü toplumun yapısını şekillendiren bu üretim
ilişkileridir. Sosyal sınıfların ve bu sınıflara tekabül eden kurumların oluşumunu belirler.
Üst yapı inanışlar, felsefe, hukuk, ahlak, sanat, din, ideoloji, siyaset, kültür gibi
unsurlardan oluşmaktadır.
Üst yapı maddi olmayan unsurlardan oluşur ama maddi tabanı teşkil eden alt-yapı ile ilişki
içerisindedir.
Siyaset Toplumsal Alt Yapıya Bağımlı Bir Kurum mudur
Yoksa Özerk Bir Olgu Mu?
Marx’a göre siyaset yöneticilerin ve politikacıların aralarında güttükleri mücadeleyle
açıklanamaz. Çünkü bu mücadele gerçekte sosyal sınıfların arasındaki mücadelenin ifade
ediliş tarzıdır.
Dolayısıyla Marx’a göre siyaset etrafındaki tüm bu mücadele sınıf mücadelesidir. Gerisi
tamamen gereksiz bir tartışmadır.
O nedenle Marx’a göre siyaset bir üst yapı olgusu olarak alt yapıya bağlıdır.
Ekonomi Politiğin Eleştirisinde “Hukuksal ilişkilerin devlet biçimlerinin kökenini hayatın
maddi koşullarında aramak gerektiğini” dile getirmiştir.
Üst yapı ve alt yapı ilişkisi şu şekilde işlemektedir” üretim ilişkileri toplumun ekonomik
yapısını oluştur. Hukuksal ve siyasal sistemde bu yapıda temellenir. Maddi yaşamın üretim
biçimi toplumsal, siyasal ve zihinsel yaşamın gelişmesinde egemendir.
Siyaset Toplumsal Alt Yapıya Bağımlı Bir Kurum mudur
Yoksa Özerk Bir Olgu Mu?
Siyaset – bir üst yapı unsuru olarak- alt yapıya nasıl bağımlıdır?
Doğrudan dikkatleri ekonomik alt yapıya yoğunlaştırmış olan Marx ve Engels doğrudan doğruya siyaset hakkında yazmamışlardır.
Alman İdeolojisi adlı eserinde Marx bu ilişkiyi şöyle tanımlamaktadır: İdeoloji maddi tabanın yansımasıdır ve bunun içindir ki ahlak, din, metafizik ve ideolojinin tüm geri kalanı aynı şekilde bunlara tekabül eden tüm bilinç şekilleri bütün özerk görünümlerini yitirmişlerdir.
Marx zamanın üç önemli siyasal olayını (Fransa devrimleri) tarihsel ve diyalektik materyalizm perspektifinde çözümlemiş ve siyasal partileri hatta siyasilerin bizzat kendilerinin bile sınıflar arasındaki çatışmanın bir yansıması bir ürünü olarak belirlemiştir.
Siyaset Toplumsal Alt Yapıya Bağımlı Bir Kurum mudur
Yoksa Özerk Bir Olgu Mu?
Engels bu ilişkinin nedeninin “toplumsal fonksiyon” ve “artan işbölümü” olduğunu
dile getirmektedir. “Fiilen çalışan nüfus –emekçi- emeğin yönetilmesi, devlet
işleri, hukuksal sorunlar, sanat, bilim vb. faaliyetlerle ilgilenmek için zaman
bulamadığından her zaman bu tür işlere bakacak ve fiili olarak çalışmadan
kurtulmuş bir özel sınıf gerekmektedir ama bu durum emekçinin yükünü
hafifletmek bir yana git gide daha ağır bir çalışma yükü koymaktan başka bir işe
yaramamıştır.
Dolayısıyla klasik Marxizme göre siyaset alt yapıya doğrudan bağımlı bir olgudur.
Görece Bağımsızlık
Neo-markistler Marx’ın bu görüşlerini yeniden değerlendirmiş ve kısmi
düzeltmelerde bulunmuşlardır. Siyasetin alt-yapıya mutlak surette bağımlı olduğu
konusunda ısrar etmenin yanlış olduğunu ifade etmişlerdir.
Esasında bu itirazın bizzat Engels tarafından da dile getirildiğini görüyoruz
“Gençlerin gereğinden fazla ekonomik alana ağırlık vermelerinin sorumluluğu
Marx ve bana ait. Ekonominin belirleyici gücünü diğerleri yadsıdığından dolayı biz
de bu ilişkinin altını çimek durumunda kaldık. O zaman ilişkiyi etkileyen diğer
faktörlere değinmeye vakit, yer ve fırsat bulamamıştık”
Görece Bağımsızlık (Bağımsız Ama…)
Dolayısıyla klasik Marksizm’e göre ekonomik alt yapı belirleyicidir ama uzun
vadede ve son kertede bu etkinliğe sahiptir. Üst yapının çeşitli unsurları,
sınıf mücadelesinin siyasal biçimi, anayasalar, siyasal doktrinler, felsefe ve dinler
tarih üzerinde etkili olabilirler.
Bu nedenle siyaset ekonomiden bağımsız değildir ama tümüyle de alt yapıya
bağımlı değildir. Diğer taraftan siyaset tümüyle bağımlı değildir ama tamamen
bağımsızda değildir. Burada karşımıza “göreli/görece özerklik” kavramı
çıkmaktadır.
Antonio Gramsci (1860-1937) Siyaset mutlak bağımlı bir olgu değildir.
Bazen ekonomizm ifratına bazen de ideolojizme kaçılmaktadır. Birinci durumda mekanik nedenlere gereğinden fazla önem verilirken ikinci durumda da bireysel ve iradi unsurlar abartılmaktadır.
Toplumun hem ekonomik düzeyinin hem siyasal düzeyinin belirleyiciliği vardır. İkisi arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur.
Alt yapı önce üst yapıyı (siyaset de dahil) oluşturmaktadır. Ancak siyaset alt yapıyı da değiştirebilecek bir güce sahip olabilir.
Bunu “tarihsel blok” olarak adlandırmaktadır. Bir kez alt yapı üst yapıyı belirledi mi sonrasında tarihsel değişim ve dinamik artık üst yapıda meydana gelmektedir.
Siyaset ve ideoloji gibi üst yapı unsurları olmadan üretim ilişkilerinin değişmesi beklenemez çünkü sosyal yapıları siyasal ve ideolojik düzeyde örgütleyen ve onları koşullandıran bu üst yapı öğeleridir.
A. Gramsci
Üst yapının etkileme gücü o kadar büyüktür ki ekonomik yapıyı bile
etkileyebilmektedir. Ör: devrimci bir bilinç ve ideolojiye sahip olmamaları
nedeniyle bazı ülkelerin işçi sınıfı burjuvaziye karşı mücadele vermemektedirler.
Dolayısıyla Gramsci’ye göre “siyaset göreli özerktir”
Gramsci’nin geliştirdiği en önemli kavram “hegemonya”
Hegemonya: kapitalist toplumlarda belirli bir egemen sınıfın başka sınıflarla
kurduğu ittifaklar ve siyasal uzlaşmalar sayesinde egemenliğini topluma kabul
ettirmesi, yönetici konumunu sürdürmesi dolayısıyla işçi sınıfının devriminin
engellenmesi ya da ertelenmesini ifade eder.
A. Gramsci
Bir sınıfın ekonomik olarak üstün olması hegemonik olduğu anlamına gelmez.
Hegemonya ekonomik gücün yanı sıra belirli bir siyasal sermayenin de var olmasını
gerektirir. Bu siyasal sermayeyi elinde bulundurmak her burjuvazinin karı değildir.
Burjuvanın bir toplumda hegemonik bir güç haline gelmesi için kendi sınıf
kültürünü, dünya görüşünü toplumun diğer sınıflarına da kabul ettirmesi lazımdır.
Yani toplumun KÜLTÜR alanında varlık göstermesi ve ÖZGÜN BİR KÜLTÜR
POLİTİKASINA sahip olması gereklidir.
Toplumun entelektüel hayatına damgasını basabilmek için burjuvazinin kendi
aydınlarını üretebilmesi şarttır.
A. Gramsci
İnsanların sınıf bilinci niye çok düşük düzeyde???
Ezilenler çektiklerini adeta doğal ve dolayısıyla yadırganacak bir şey olmadığı
konusunda ikna olmuş görünmekteler.
Gramsci devleti tanımlarken iki tür yapıdan bahsetmektedir: Siyasal toplum ve Sivil
toplum ikisinin çok farklı yapılar olduğunu ancak ikisinin de devletin birer
öğesinden ibaret olduğunu söylüyor.
Gramsci’ye göre sivil toplum ikna mekanizmasına, beyinleri etkileme
mekanizmasına dayanmaktadır. Oysa ki siyasal toplum tüm devlet imkanlarıyla
ve yaptırımlarla kendini topluma kabul ettirebilmektedir.
A. Gramsci
Marksistler devletin güç faktörüne daha fazla değer atfetmelerinden dolayı
hegemonyanın önemini kaçırmışlardır. Zira hegemonya devletin ikna yoluyla
toplumun rızasını oluşturan ve bu rızayı yönlendiren bir mekanizmadır.
Devlet sadece baskı ve güç aracı değildir. Baskıcı yönü ve egemenliğinin yanı sıra
asla göz ardı edilmemesi gereken kültürel iktidarı aracılığıyla ideolojik
hegemonyası da vardır.
Althuser’de bu düşünceyi alarak “devletin baskıcı aygıtları” ve “devletin ideolojik
aygıtları” tasnifini yapmıştır.
A. Gramsci Gramsci’nin sivil toplum tanımı Marksist söyleme yeni bir tanım kazandırmıştır. Marx
sivil toplumun tamamen ekonomik alana ait bir kavram olarak ele alırken Gramsci bu kapsamda dünya görüşleri, felsefe, tüm dinler ve zihinsel faaliyetleri de dahil etmiştir. Ona göre toplumsal uzlaşmanın (rızanın) temel nedeni işte bu sivil toplumdur.
Bu nedenle batı toplumlarında devlet olgusu iki unsurdan oluşmaktadır: bir yandan genişanlamda devleti tanımlayan sivil toplum, diğer taraftan dar anlamda devlete tekabül eden siyasal toplum.
Doğu toplumlarında sivil toplum gelişmediğinden devletin yegane egemenlik kaynağı olması ile sonuçlanmaktadır. Lenin’in gerçekleştirdiği devrimin başarısı Rusya’da sivil toplumun zayıf olmasından kaynaklanmaktadır.
Gelişmiş toplumlarda ise kültürel iktidarı ele geçirmeden siyasal iktidara sahip olmak mümkün değildir. Mücadele ideoloji ve kültür alanında yürütülmelidir “proleter kültür hegemonyası”.
A. Gramsci Proleterya neden üstün durumdadır Batı toplumlarında???
Egemen sınıfın değerleri diğer sınıflar tarafından kabullenildiği ve içselleştirildiği ölçüde
egemen sınıfın iktidarı meşru olarak algılanmaktadır. Bu tür bir durumda mevcut iktidarın
kendini kabul ettirmek için zora başvurmasına gerek kalmamaktadır.
Gramsci’ye göre Fransız burjuva sınıfı kendi dünya görüşü ve değerlerini (özgürlük,
eşitlik, mülkiyet hakkı, ulusal birlik vb.) topluma o kadar benimsetmiştir ki Fransız
toplumu burjuvanın iktidarı ele geçirmesini meşru görmüş ve kabullenmiştir.
İtalyan burjuvasının ötekiler kadar başarılı olamamasının nedenini aydınların “kitlelerin ve
özellikle köylülerin gönlünü kazanmada yetersiz kalmaları diğer bir tabirle sivil toplumu
kuramamaları olarak ifade etmiştir.”
A. Gramsci
Egemen sınıfın aynı zamanda hegemonik olması (kültür ve ideolijinin yayılmasının
baş aktörleri olan) aydınların toplumdaki fonksiyonuyla ilgilidir. Bu aydnlar
egemen sınıfın yanında yer alan aydınlardır. Gramsci onları egemen sınıfın “organik
aydınları” olarak adlandırmaktadır.
Ör: Feodal toplumun organik aydınları kiliseye bağlı din adamlarıydı, burjuva
sınıfının egemenlik kazanmasıyla bu aydınlar üniversitelerin ürettiği seküler
aydınlar oldu. Günümüzde ise özellikle medya mensupları ve teknotratlar organik
aydınlar sınıfını oluşturmaktadırlar
Louis Althusser (1918-1990): Devletin İdeolojik Aygıtları
Gramsci’nin hegemonya fikrinden hareket eden Althusser sınıf hegemonyası ile sınıf baskısı arasındaki ilişkiyi incelemiştir.
Marksizm genel devlet yaklaşımında devlet, işçi sınıfını sömürebilmek için kurulmuş bir baskı aygıtı olarak kabul edilmektedir. Althusser bu tanımı tek taraflı ve eksik bularak devletin “hem baskıcı” bir yapı hem de “ideolojik” bir yapı sergilediğini ileri sürmektedir.
Bunları tanımlarken kullandığı kavramlar: Devletin baskıcı aygıtı (DBA)
Devletin ideolojik aygıtı (DİA)
Althusser açısında da siyaset “göreli özerk” bir yapıdadır. Ekonomi ancak son kertede devreye girmektedir.
Louis Althusser: Devletin İdeolojik Aygıtları Devletin baskıcı aygıtı (DBA)
Hükümet, bürokrasi, polis, ordu, yargı organları vb. kurumların tamamı devletin baskıcı aygıtlarıdır.
Bu aygıtların temel işleme mekanizması “yaptırım” olduğundan ister maddi/fiziki olsun isterse
manevi bu aygıtlar özünde “şiddet” unsuru barındırmaktadırlar ve her alanda şiddete başvurma
potansiyelleri bulunmaktadır.
Devletin ideolojik aygıtı (DİA)
Egemen sınıfa fiilen güç sağlayan ve onu hegemonik kılan diğer tüm kurum ve araçları
tanımlamaktadır. Edebiyat, güzel sanatlar- kültür DİA’ları, basın, radyo ve TV- iletişim DİA’ları, din,
özel ve resmi okullar kanalıyla verilen eğitim (EĞİTİM ÖNEMLİ) ve diğer ekonomi dışı tüm
alanları kapsayan DİA’lar.
Eğitim bir yeniden üretim sistemi geliştirmektedir.
Şiddet olgusu üzerine inşa edilmiş DBA’ların tersine DİA’lar ideoloji üzerine bina edilmiştir .
Louis Althusser: Devletin İdeolojik Aygıtları
Devletin ideolojik aygıtları egemen ideolojiyi üretmek ve idame ettirmektedir. DİA
lar üretim araçlarını, bunlar etrafında geliştirilen ilişkileri ve üretime dahil olan
emek gücünü (yani insan faktörünün de) yeniden üretmektedir.
İşte eğitim bu anlamda en önemli DİA’dır. Çünkü geç kuşaklara egemen ideoloji
bu kanalla aktarılacaktır ki mevcut sistemin üretici ilişkilerine karşı koyma
eğilimleri gelişmesin.
DBA’aların ve DİA’ların en önemli fonksiyonları: Üretim ilişkilerinin yeniden
üretimini gerçekleştirmektir. Bu amacı gerçekleştirmek için:
DİA’lara sahip olan egemen sınıf (ör. Burjuva) sadece egemen sınıf olmakla
kalmayıp aynı zamanda hegemonyasını da tescil etmiş olacaktır.
TÜRKİYE Kapitalist üretim tarzının hakim olduğu bir toplum ve egemen sınıf burjuva.
Cumhuriyetin ilk zamanlarından itibaren milli sermaye oluşumu en büyük hedef olmuştur.
1970’lerden itibaren siyasi gücü temsile yetmese de Marksist bir muhalefetin ortaya çıktığı görülüyor. Temsil gücü olmasa da 80 öncesi dönemde ana gündem belirleyicisi olan bu muhalefet karşısında burjuva hegemonyasını değil askeri bulmuştur.
1980’lere kadar toplum üzerinde hegemonya kuramamış olan burjuva özellikle medya araçlarının gelişimi (özel kanallar vb.) ile birlikte kendi kültürünü oluşturmaya toplum üzerinde hegemonik olmaya başlamıştır.
Eğitim kurumları, Diziler, yarışma programları, tartışma programları, popüler kültür ve popüler din vb…..???
Günümüzdeki durum??? Ulusal ve uluslar arası düzey de??
top related